“Müslümandan kaçar, Müslümanlığa sığınırım”

Oda Tv davasında 686 gün tutuklu kalan Soner Yalçın'la tahliyesinin ardından neler hissettiğini beklentilerini konuştuk.



Soner Yalçın: Bunlarda vicdan yok...



Soner Yalçın’la tahliyesinin ardından söyleştik. Olağan olan, ülkemizde son dönemin oluk oluk kanayan yarası hukuksuzluk ve süreçler üzerine konuşmak. Bu daha çok gazetecilerin işi ve birçok haber, söyleşi yayımlanıyor. Biz bizi bir araya getiren, dostluğumuzu pekiştiren düşünce ve değerlerden, kültür ikliminden, kültürsüzlükten, ahlaktan, Soner’in gıyabında yürütülen “nefret”ten, acıdan, ideallerden konuştuk.

- Hoş geldin sevgili Soner. Öncelikle artık bu çökmüş davadan beraat bekliyoruz. Sürecin hâlâ tamamlanmamış olmasıyla Yalçın Küçük ve Hanefi Avcı için hâlâ tahliye çıkmamış olmasının ayıbı devam ediyor. Sen tahliyenin ardından neler hissettin, beklentilerin neler, diyerek başlayalım.
- Ne tuhaftır ki bundan iki yıl önce ben senin evini ziyarete gelmiştim. Annen vefat etmişti. Annen ve baban ile ilgili bir yazı hazırlamıştım Hürriyet’e. Şimdi sen benim evimde, benim yaşadıklarımla ilgili bir yazı hazırlayacaksın. İşte Türkiye böyle bir ülke. Yazarını, aydınını sevmiyor. Ne yazık ki ceberut bir devlet anlayışımız var. Sadece yazarını değil idealist, romantik, okuyan, yüreği kor gibi yanan gençlerini, aydınını, şairini acılarla lime lime eden bir devlet anlayışı ve toplumsal baskı ile karşı karşıyayız.

‘Bizi acılar bir araya getiriyor’

Baban, büyük şair Metin Altıok Madımak’ta katlediliyor. Annen, Onat Kutlar’ı Yasemin Cebenoyan’ı kaybettiğimiz bombadan tesadüf eseri kurtuluyor. Ve bizi bu acılar bir araya getiriyor. Bizim yazarımızın, düşün insanımızın, gazetecimizin hayatı böyle. Tesadüfen tutunuyoruz. Bütün ortak noktamız da Namık Kemal’den Ziya Paşa’dan başlayarak istediğimiz, bu topraklarda özgürlüğü, demokrasiyi, Cumhuriyeti daim kılmak. Tek istediğimiz bu. Demokrasi toplumu özgürleştirmek için bir araç. 170 yıllık tarihe baktığında kimsenin çabası kişisel değil. Annen, baban gibi aydınlarımızla biz acılara karşı omuz omuzayız. Mücadele veriyoruz. Niye? Daha özgür, daha mutlu insanlarımız olsun diye. Soner Yalçın’a baktığında 26 yıllık gazeteci. Gerçeğe aşkla bağlı. Gerçeğin peşine gitmiş, bedeli ne olursa olsun araştırmış. Ama bu gerçeğin peşinde ona bir bedel hep ödettiriliyor. Yani nasıl? İşte gidiyorsun Binbaşı Ersever sana anlatıyor. Çabalıyorsun, günlerce, aylarca çabalıyorsun. Güneydoğu’da neler oluyor? O faili meçhuller nasıl gerçekleşiyor?
‘Odatv davası da bir tertip davasıdır’

Araştırıyorsun. Anlıyorlar. Onu öldürüyorlar. Seni ölümle tehdit ediyorlar. Kaçıyorsun. Gidiyorsun, yine yazıyorsun. Susurluk kazası öncesi Kürtleri öldürenleri biliyorsun, yazıyorsun. Korka korka yazıyorsun. Hayatın Türkiye’de hep böyle geçiyor. Soner Yalçın cemaat düşmanı oluyor. Ben kişisel olarak bir dinin tarikatın falan düşmanı değilim. Ama devletin içinde bir gizli yapılanma varsa, dün kontrgerila, gladyo, Susurluk çetesi varsa ve bugün bunu cemaat sürdürüyorsa, ben buna karşı mücadele ederim. Cemaat siyasal bir parti kursun, gitsin faaliyet göstersin, saygı duyarım; eleştirirsem eleştiririm kuşkusuz. Ama git sırtını devlete daya, insanların hayatını karart, bunu kabul edemeyiz. Dün de kabul etmedik, bugün de kabul etmeyiz. Odatv davası da bir tertip davasıdır. Ben hayatımın sonuna kadar bunun peşini bırakmayacağım. Gazetecilik hayatımın sonuna kadar demokrasi mücadelesine devam edeceğim. Zaten gazetecilik bunu gerektirir.

‘Ulusal olmayan enternasyonel olamaz’
- Benim Sivas davası sürecinde karşımızdaki zihniyeti sorgulamaktan çok aydınlara sitemim olmuştur. Çünkü eyleme geçen ideoloji bellidir ancak aydınlara, gazetecilere düşen görevin ihmali başka bir yalnızlık ve isyan duygusu yaratır. Ağır bir cehalet ve “çamur at izi kalsın” boyutunda tıkanıyoruz. Bazı laflar ortaya atılıyor. Cehalet beyanın gerçekliği boyutuna sıkıştırıyor davayı. Birikim ve bilgi yoksunu kesimlerin araştırmadan verdikleri hükümler yer ediniyor. Seni bütün yaşadıklarına rağmen biraz da şaşırarak benden daha iyimser görüyorum. Bu bir anlamda da sevindirici aslında. Bu nedenle sormak istiyorum. Böyle laf ve peşin hüküm üreten kesimin elinde esir mi olacağız?

- Bizim mahalleye ilişkin bir özeleştiri yapıyorsun. Teşhisin doğru. Ama bunu sebebi nedir? Ben bunun üzerine düşünen bir kişiyim. Bizde bilgi ve tecrübe, bir sonraki kuşağa aktarılamamıştır. 68 kuşağının tecrübesi 70’li yılların devrimcilerine aktarılamamıştır, araya bir darbe girmiştir. Sonra 70 kuşağının tecrübesi bir başka darbeyle ve daha büyük bir acıyla sekteye uğramış, 80’lere 90 lara aktarılamamıştır. Bizim mahallenin gençleri her şeye yeniden başlatmak zorunda kalmıştır. Birinci tıkanma bu. Bir diğer tıkanma ise bizim aydınımızın Tanzimat aydınına benzeyişi. Yani tercüme aydını. Batı’dan tercümesi ile bir fikir oluşturmaya çalışıyor. Sovyetler’in dağılışıyla dünyada neoliberalizm rüzgârı esmeye başladıktan sonra, dışarıdan tercüme ve analiz edilen bilgiler de ortadan kaybolunca mesele sadece kişisel meselelere dönüştü. Çünkü kavramlarla konuşan kuşak yerine kişisele indirgeyen bir kesim oluştu. Bu kesim Odatv davasını bir basın özgürlüğü olarak göremiyor. Soner Yalçın’ın üslubu, içeriği diye indirgiyor. Bu hatadır kuşkusuz. Bizlerin şarkı, türküyle solcu olmamamız gerek. Bize yakışan, soruların peşinden giderek, okuyarak, araştırarak analiz etmek. Başımızı kendi toprağımızdan kaldırarak, dünyaya bakarak görmemiz gerek. Ne demek istediğimi iyi anlatmak için örneğe dökeyim. Bakıyorum bizi eleştiren sola, Chevez’i çok seviyor, Fidel Castro’ya hayran ama Atatürk’e soğuklar. Chavez, Simon Bolivar’dır, Fidel Castro’ya baktığında Jose Marti’dir. Jose Marti, Simon Bolivar ve Mustafa Kemal aynıdır. Onlar antiemperyalist halkçıdırlar. Bu aynı kökendir. Havana’ya Castro niye Mustafa Kemal’in heykelini koyuyor? Bilmiyorlar. Aynı mesele geliyor, ulusalcılık konusuna da dayanıyor. Ulusalcılık bütün dünya sol tarihinin en büyük tartışma konularından biri olmuştur. Ama bütün dünya solunun hemfikir olduğu da şudur: Ulusal olmayan enternasyonal olamaz! Enternasyonal kararlarıdır bunlar. Sadece 2. değil 3. Enternasyonal kararlarıdır. Sen o zaman Marx’ı, Lenin’i Rosa Luxemburg’u da bilmiyorsun demektir. Biz ne yazık ki bu geleneği bilmediğimiz için kişisel olarak meselelere vâkıf olup yandaş medya hakaretler yağdırdığında da direkt o büyük koroya katılmayı aydın olmak sanıyoruz. Bu büyük hatadır. Ama ben bunun geniş halk kesiminde genele yayıldığını düşünmüyorum.
‘Sığ bir medya yaratıldı’

Bu altın neslin çok şey değiştireceği düşünülüyordu. Bu görüştekilerden biri de Hanefi Avcı’dır. Son durumda “Bu altın nesilden çok şey bekliyordum. Tükiye’nin ufku açılacak diye inandım ama yanıldım. Bu içinde bulunduğum durum bana müstahaktır” diyor. Görülüyor ki bu çabaya rağmen ne yazık ki Türkiye’nin entelektüel anlamda çıtasını yükseltecek, ufkunu açacak bir ortam yaratılamamış. İktidar kendi aydınını çıkaramamıştır. Buna AKP diyebilirsin, cemaat diyebilirsin, İslamcı dersin; ne dersen de. Bir aydın yaratamamıştır. Ola ola hiçbir derinliği, entelektüel birikimi olmayan, sığ bir medya yaratılmıştır. Bu bayağılıktır. Bu üzücüdür. Bunun bir geleceği yoktur. Bu kısa zamanda yok olur.

Kim ne derse desin tarihsel sürecimize baktığımızda bir aydınlanma mücadelesi görülür. Osmanlı olsun, Cumhuriyet dönemi olsun bizleri ileriye taşıyan bu mücadeleyi veren entelektüellerimiz olmuştur. Onlar çıtayı yukarıya çekenlerdir. Şimdi aşağıya indirmek istiyorlar. Bunu çok da aşağıya çekemezler. Çünkü görüyoruz ki bu ülkenin gazete satın alan, kitap okuyan, sinemaya giden, tiyatroya giden kesimi bu iktidardan uzaklaşıyor artık. İlk başta bunlara sıcak bakan liberalleri de katıyorum buna. Giderek uzaklaşıyorlar. Türkiye’nin düşünsel iklimi bu çölleşmeyi aşacak. Çünkü bu bayağılık ister istemez sırtını ihanete dayar. Cemaatle siyasal iktidar arasındaki kavga da budur aslında.

‘Bunlarda vicdan yok...’
- İfade ettiğin bu bilgisizlik ve cehaletten aymazlık derecesinde hataya düşenler olduğu gibi, bir de adeta görevlendirilmişçesine ses yükseltenler var. Bizler “özgür basın” için seslenirken Tuncay Özkan’ı, Mustafa Balbay’ı, Soner Yalçın’ı, Yalçın Küçük’ü hareketten ayıran, tersten bakan “aydın”larla da karşılaştık. Öyle ki resimlerinizi bile tüm tutuklu gazetecilerin resimleri dedikleri afişlere almadı bu insanlar. Bu beni çok rahatsız eden bir tutum. Önyargılar öyle bir boyutta ki. Örneğin geçen günlerde Nihat Genç’in bir yazısı yayımlandı Odatv’de. Gerçekliği, temeli hayli tartışılabilecek bir güncel siyasi yorum. Katılmak mümkün değil. Ama şaşkınlıkla izlediğim, insanların bu yazıdan kalkışla “Soner Yalçın yine(!) nefret suçu işliyor” diye ortaya çıkmaları oldu. Nefret suçu var mı yok mu ayrı konu, ama yazının ve fikrin sahibini değil de Soner Yalçın’ı konuşmak, hatta hedef almak ve onların tabiri ile hedef göstermek, nasıl oluyor aynı tarz bir nefret olmuyor? Nasıl bir kişiselleştirme var?

“Müslümandan kaçarım, Müslümanlığa sığınırım”

Hurafe dinden daha derindir. Türkiye’de din üzerinden değil hurafeler üzerinden tartışmalar yürüyor. Şair İkbal’in güzel bi sözü vardır “Müslümandan kaçarım, Müslümanlığa sığınırım” diyor. Bizde ne yazık ki bir iftiralar atölyesi kurulmuş. Fikir despotları zihniyet katliamı yapıyorlar. Gel, daha geriye gidelim. 20 yıldır bana bu tarz eleştiriler yapılıyor. İlk kitabımı 20 yıl önce yazdım. Binbaşı Ersever’in itiraflarını yazdığımda o dönemin bazı Kürt aydınları bana tepki gösterdiler. “Gündemi değiştiriyor” dediler, “Yanıltıyor, kafaları karıştırıyor” dediler. Sonra o Kürt aydınları birkaç yıl sonra aynı kitaptan dolayı bana Musa Anter ödülünü verdiler. Öncü ve öncü fikir daima önce alay edilerek karşılanır, sonra da korkulur ve yok edilmeye çalışılır. Türkiye’de olan budur. Odatv inadına gerçekleri yazıyor. Odatv’de özel olarak herkes her görüşten insan yazsın istiyorum. İhtiyacımız olan bu fikir zenginliğidir. Nihat Genç de yazsın, Coşkun Musluk da yazsın, Kürt meselesinde bunlar birbirine tamamen ters görüşe sahipler. Bırakın insanlar düşüncelerini -doğru veya yanlış- görüşlerini söylesin. Tarihin yüce mahkemesi onu çöp sepetine atar.
‘Tek istedikleri koltuk’

- Seni şaşırtan dönüşümler oldu mu? Daha önce resmini taşımaktan imtina edip “Soner Yalçın kötü bir gazetecidir, ben onunla aynı masaya oturmam” diyenler tahliye olduğun gece en önce gelip kadeh tokuşturdular. Bunu iyiye doğru bir dönüş, hatasını keşfediş olarak görmek mümkün mü?

Ben yine kendi kişisel tarihimden ve okuduklarımdan şunu biliyorum: Kendi hayatını tehlikeye atan aydın, kendi dar, dünyevi kalıbına sonsuzluğun değerini katıyor. Bu nedenle zor ve ceberut dönemlerde insan kendi olarak kalırsa gerçeklik kendini ortaya çıkarıyor. Ânı düşünen insanlar o küçük an içinde kalıyor, böcekleşiyor. Hatasını anlayana da biz sen neden öyle yaptın demeyiz, biz kendimizle çoğalacağız. Güzel Türkiye’yi hep birlikte kuracağız. Kol kola gireceğiz yine. Bunu bir siyasal görüş ayrılığına kısıtlamayı da düşünmem. Basın özgürlüğü meselesi Ahmet, Ayşe meselesi değildir. İktidarlar değişir; yarın başka siyasi güç seni bizim durumumuza düşürebilir. Bunun önünü almak gerek.
‘Gazeteci görümünde şeytanlar var’

Bu ülke aydınına bu kadar kolay dokunamamalıdır. Hangi siyasal görüşte olursak olalım bunu yerleştirmeliyiz. Hangi delille, belgeyle geliyorsun, sorusunu sorabilmeliyiz. Bu bir tertip. Ne yazık ki gazeteci olmayan, gazeteci görünümünde şeytanlar var. Ama onların da yüzü görünüyor artık. 

Şeytan da ne diyor: “Vicdanını ver, başarı senindir” Bunlarda vicdan yok. Tek istedikleri koltuk. Hakikati, kulaklarına pırlanta küpeleri takıp ekrana çıkmak için bulandırmaktan çekinmiyorlar. Gazetecilik yok. Onların derdi mevki. Kendi küçük sıradan hayatı sürsün de ne olursa olsun. Bizim mücedelemiz sürecek, medyadan bunları silip atacağız. Hakikati yazacağız. 4-5 yıllık sürece baktığında uzun zaman sonra ilk kez 400-500 bin tirajlı muhalif bir basın oluşuyor. Gazeteciliğin gereğini yerine getireceğiz. TV kuracağız, gazete kuracağız, duvara, kâğıda yazacağız ve gerçeği halka ulaştıracağız. Gazeteciysem, bu benim görevim.
 
Cumhuriyet



➽ Paylaş: