Bu yurtsever aydınlarımız niçin öldürüldü? Ulusalcı, anti emperyalist ve tam bağımsız Türkiye'den yana oldukları için…
SÖMÜRÜ VE YOLSUZLUĞUN DÜNÜ, BUGÜNÜ (*)
Suay Karaman
Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Sekreteri
Tüm Öğretim Üyeleri Derneği
Genel Sekreteri
Sayın başkan, değerli konuklar, hepinizi dostlukla selamlarım.
Adalet ve Demokrasi Haftasında başta Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu olmak üzere, tüm yitirdiğimiz güzel insanlarımızı saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.
1990'lı yıllarda işlenen siyasi cinayetler, bizlere yurtseverler niçin öldürülüyor sorusunu akla getiriyor. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 Çarşamba günü evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.
Çetin Emeç, 7 Mart 1990 Çarşamba günü işine gitmek üzere evinden çıktığı sırada öldürüldü.
Yayınladığı kitap ve yazılarda dini sorgulayan Turan Dursun, 4 Eylül 1990 Salı günü faili meçhul bir suikastla öldürüldü
Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990 Cumartesi günü evine gönderilen bir kargo paketinin patlamasıyla hayatını kaybetti.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 Pazar günü, evinin önünde düzenlenen bir bombalı saldırı sonucu öldürüldü.
Onat Kutlar, 11 Ocak 1995 Çarşamba günü bombalı bir saldırı sonucunda öldürüldü.
Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 Perşembe günü, evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Bu yurtsever aydınlarımız niçin öldürüldü? Atatürk ilkelerini ve devrimlerini savundukları için. Ulusalcı, anti emperyalist ve tam bağımsız Türkiye'den yana oldukları için…
Hepinizin bildiği gibi Uğur Mumcu, kalemini hep sömürüyü ve yolsuzluğu açığa çıkartmak için kullandı. Yiğitçe emperyalizmin maskesini düşürmek için kullandı. Demokrasiyi, laik cumhuriyeti ve tam bağımsızlığı savundu tüm yazdıklarında. 1976 yılında Yahya Demirel'in hayali ihracatını kamuoyuna ilk açıklayanlardandı.
Kısaca sömürünün geçmişine bakalım; sömürü emperyalizmdir. Ancak emperyalizm ismi korkutucu gelince buna yeni dünya düzeni dediler, küreselleşme dediler, globalleşme dediler. Ama insanlar yutmadı emperyalizmi, iyi tanıyorlardı çünkü. Yeryüzünde ve çevremizde olan biten her olumsuzluk emperyalizmin ürünüdür. Savaşların, yoksulluluğun, açlığın, sömürünün aracıdır emperyalizm. Emperyalizm, ulusallıktan, ulus bilincinden rahatsız olur. Yolsuzluklar da emperyalizmden beslenmektedir.
Şimdi de inanç hortumcularının maddi yolsuzluklarının geçmişinden bugüne doğru bir gezinti yapalım. Bugünlerde herkesin dilinde dolaşan Deniz Feneri davasıyla ilgili olarak Alman yetkililer, yüzyılın en büyük yolsuzluk ve dolandırıcılık olayı değerlendirmesinde bulunuyorlar. Ancak bizler bunun gibi daha ne dolandırıcılık olayları gördük, ne yolsuzluklar yaşadık.
1960'lı yıllara gelindiğinde İTÜ'de profesör olan Necmettin Erbakan, motor fabrikası kurmak için girişim yapar. Fabrikanın adı Nakşibendi Gümüşhanevi Dergahı'ndan esinlenerek "Gümüş Motor" olur. Türkiye'nin ilk çok ortaklı şirketi olan Gümüş Motor'un, üzerinde cami resmi olan hisse senetleri, camilerde namaz sonrası pazarlanıyordu.. Ancak, bu girişim pek uzun ömürlü olamadı; Gümüş Motor battı. İş mahkemeye yansıdı. Şirketin Genel Müdürü Necmettin Erbakan'ın, dönemin parasıyla 69 bin lirayı kardeşi Kemalettin Erbakan'a gönderdiği murakıp raporlarında ortaya çıktı. 1966 yılında iki bini aşkın gurbetçinin parasıyla kurulan Türksan işçi şirketi de aynı sonu paylaştı ve battı.
Yaklaşık bir yıl ömrü olan Milli Nizam Partisi, Mayıs 1971 yılında kapatılarak, mal varlığı hazineye devredildi. Bundan sonra milli görüş hareketinin kurduğu partilerde, mal varlığı kişiler üzerine yapıldı. Bunun nedeni parti kapatılırsa mal varlığının hazineye devredilmesini önlemekti.. 18 Haziran 1971 tarihinde kurulan İPA AŞ'nin kurucuları arasında bulunan avukat Tahsin Armutçuoğlu ile Abdullah Gül'ün dayısı olan harita mühendisi Mehmet Satoğlu, aynı zamanda Milli Nizam Partisi'nin kurucularındandı. Bunun gibi daha pek çok şirketler kuruldu, ancak kişiler üzerinde gözüken şirketler gerçekte partinindi.
Milli Selamet Partisi döneminde, parti ile yakın ilişkide bulunan şirketlerin kurucularından Gürgen Mahzar Bayatlı adı ön plana çıkmaktaydı. Partinin parasal işlerini yürüten bu kişiye 6 Nisan 2007 tarihinde TBMM Üstün Hizmet Ödülü bile verildi. Bu törende Deniz Feneri Derneği de ödül almıştı.
1980 sonrasında İslamcıların üçüncü partileri Refah Partisi, ardından da partiyi finanse edecek şirketler birbiri ardına kuruldu. Yöntem aynı sadece mutemetler değişmişti. Bu kez partinin mutemetlik görevini Ankara'da terzilik yapan Beşir Darçın ve İstanbul'da mali müşavirlik yapan Süleyman Mercümek almıştı.
Refah Partisi'nin genel merkezinin bulunduğu binanın sahibi olan Beşir Darçın, 1990 yılında Van Der Zee adlı şirketi satın aldı. Alır almaz da Suudi Arabistan, Beşir Darçın'a beş bin kişilik özel hac kontenjanı verdi. Bürosu Refah Partisi genel merkezinin olduğu binada bulunan Van Der Zee şirketi, Diyanet'ten sonra en büyük hac organizasyonunu yapıyordu. Sadece 1994 yılında hac organizasyonundan 50 milyar liranın üzerinde para kazanmışlardı. Refah Partisi'nin gizli kasası olarak adlandırılan Beşir Darçın'ın, ETAŞ gibi, Sürtaş gibi başka şirketleri de aynı binada etkinliklerini sürdürüyordu.
Beşir Darçın sadece hacılardan para kazanmadı. Tefecilik yaptı: Nakit paraya sıkışan Konyalı bir işadamına 1 milyar lira borç verdi, 30 gün sonra bunu 1 milyar 104 milyon lira olarak alacaktı. Ancak işadamı borçlarını ödeyemedi ve Beşir Darçın ailenin gayri menkullerine ve bir un fabrikasına el koydu.
Beşir Darçın, Kurban Bayramı öncesi Milli Gazete'ye şöyle bir ilan verdi: "Bankada açtığımız hesaba 1 milyon lira yatırın; bizler sizin adınıza kurbanı kesip Bosna-Hersek'e, Azerbaycan'a, Abhazya'ya gönderelim." Araştırılınca çıkan sonuç şaşırtıcıydı: ortada para çoktu ama kesilen kurban yoktu...
Beşir Darçın gözaltına alındı. Ancak birkaç gün sonra suçsuz olduğu anlaşıldı ve salıverildi. Beşir Darçın son olarak Milli Gazete'nin yan kuruluşu MİLDA'nın ortağı olarak özelleştirmeden SEKA Giresun káğıt fabrikasını satın aldı.
Süleyman Mercümek de, Refah Partisi'nin gizli kasasıydı ve o da Beşir Darçın gibi trilyoner oldu. Refah Partisi'nin Bursa, Manisa, İzmir ve Konya-Seydişehir örgütleri Bosna-Hersek için yardım kampanyası başlattılar. Yapılan incelemeler sonucunda Bosna-Hersek için toplanan yardım paralarının Süleyman Mercümek'in bankadaki özel hesabına yatırıldığı ve buradan da Refah Partisi örgütlerine dağıtıldığı anlaşıldı. Süleyman Mercümek'in 16 trilyondan fazla parayı kontrol ettiği ortaya çıkarıldı.
Süleyman Mercümek de, Bekir Darçın gibi birçok şirkette etkinliklerini sürdürüyordu. Bu şirketlerin ortaklık yapıları incelendiğinde siyaset sahnesinin İslamcı kanadında yer alan isimlere rastlıyoruz. Bu isimlerden bazılarının bugün AKP saflarında aktif siyaset yaptıkları görülmektedir. Süleyman Mercümek'in Yayın ve Dağıtım Pazarlama şirketindeki ortaklarından biri şu anda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, diğerleri 1994 yerel seçimlerinde RP'den Beykoz Belediye Başkanı seçilen Yücel Çelikbilek ve Sultanbeyli Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak'tır. Sultanbeyli'de Adil Düzen Üniversitesi kurmak amacıyla belediye başkanının tahsis ettiği belediye arsası ile Yayın Dağıtım Pazarlama şirketinin aynı yerde bulunan 121 bin dönümlük arsasına parselasyon yapılıp satılarak para toplandı. Arsa satışlarından gelen paralar yine Süleyman Mercümek'in hesabına yatırılıyordu ama kurulması düşünülen üniversiteyi şimdiye kadar gören olmadı.
Türklerin yaşadığı Avrupa ülkelerinde, %20'den başlayıp %40'lara kadar çıkan kâr ortaklığı vaat edilerek hiçbir hukuki geçerliliği olmayan bir makbuz ya da bir hisse senedi karşılığında cemaat üyelerinin birikimleri toplandı. Bu yöntemi ilk Kombassan ve Jet-Pa kullandı. Bu çok kâr getiren durum, diğer İslami holdinglerin de dikkatini çekti. YİMPAŞ, Endüstri Holding, İhlas, Sayha, Kaldera, Tuğra, Kübra gibi bu yolla para toplayan 78 holding bu işe soyundu. İlk iki yıl, makbuz karşılığı para verenlere vaat edilen %20 ya da %40 kâr payları ödendi. Tatlı kârı gören cemaat üyeleri, eşini dostunu da bu saadet zincirine kattı. Ancak dağıtılan yüksek kâr payları bu holdinglerin olağan faaliyetlerinden dolayı değil, sisteme kattıkları yeni ortaklara hisse satışından karşılanıyordu.
Bu yöntemle on yıl içinde yurtdışında 300 bin kişiden 5 milyar euro toplandı. Paralar yurda banka havalesi ile değil özel kuryelerin taşıdığı bavullarla getirildi ama bazıları yakalandı. Bavulla para taşımanın riskini azaltmak için de çare bulundu. Kombassan özel havayolu şirketi Alfa Air'i kurdu. Böylece para taşımak daha kolay olacaktı. İslami holdinglere para oluk gibi akıyordu. İslamcı basında yere göğe kondurulamayan bu hormonlu holdinglerin açılışlarında RP'li, sonrasında da AKP'li siyasetçiler eksik olmuyordu. Paralar yasadışı yollarla Türkiye'ye taşınıyordu. Ancak iflasların arkasından davalar başladı. Önce Jet-Pa, arkasından Endüstri Holding, derken diğerleri. Haklarında mahkûmiyet kararı çıkanların bazıları tutuklandı, bazıları yurtdışına kaçtılar.
Kapatılan Refah Partisi'ne 1997 yılında Hazine tarafından yapılan bir trilyon liralık yardımın, sahte belgelerle 71 il teşkilatına dağıtılmış gibi gösterildiği gerekçesiyle açılan "kayıp trilyon" davasında, Necmettin Erbakan ve Abdullah Gül'ün de aralarında bulunduğu 88 Refah Partili yargılandı. Necmettin Erbakan "özel evrakta sahtecilik" suçundan 2 yıl 4 ay 10 gün hapis cezası aldı ve bu ceza nedeniyle de siyasi yasaklı hale geldi. Aldığı hapis cezası yaşı nedeniyle 11 ay 2 günlük ev hapsine çevrilen Erbakan, davanın diğer sanığı Abdullah Gül tarafından affedildi.
2000'li yıllara AKP damgasını vurdu ve halen devam ediyor. Bazı AKP'li milletvekillerinin, bakanların ve başbakanın kirli ticari ilişkileri gündemde yerlerini korumaktadır. Aralarında başbakan ve bazı bakanların da bulunduğu birçok AKP milletvekili hakkında dokunulmazlık fezlekesi bulunmaktadır ama, AKP yönetimi milletvekili dokunulmazlığını kaldırmaya yanaşmamaktadır. Yolsuzlukların üzerine gideceğiz diyenlerin, yolsuzlukla örtüldüğü, yolsuzlukla beslendiği bir gerçektir. Başbakanın ve özellikle Maliye Bakanının çıkarılan bütün aflardan yararlanması hiçbir demokratik ülkede rastlanacak olaylar değildir. Bazı AKP'lilerin çocukları, damatları, dünürleri çok kısa sürede zenginliklerine zenginlik katmışlar, inanılması güç maddi ilişkilerde en ön sıralara çıkmışlardır.
Silivri ilçesinde yapılan imar değişikliği karşılığında bir milyon dolarlık belgede imzası bulunan AKP Genel Başkan Yardımcısına, iktidar sahip çıkmıştır. Hayali ihracat yaptığı anlaşılan bir diğer AKP Genel Başkan Yardımcısı da korunmuştur. Ancak daha sonra baskılar nedeniyle her ikisi de Genel Başkan Yardımcılığından ayrılmışlardır. Gaziantep'te belediyenin yaptığı imar değişikliği sonucunda, büyük yolsuzluk yapıldığı anlaşılmıştır. Adana'da yapılan imar değişikliği ile Anakent Belediye Başkanının eşinin arsasının değeri yaklaşık 45 kat arttırılmıştır. Birçok AKP'li, belediyelerin yaptığı "imar değişikliği" ile servetlerini katladılar. Bazı hükümet üyeleri ve milletvekilleri ile belediye başkanları hakkında zimmetine para geçirmek, tehdit, kalpazanlık, çete kurmak, resmi evrakta sahtecilik, usulsüz arsa tahsis etmek, kamu kurumunu dolandırmak, Vergi Usul Yasası'na muhalefet suçlarından yolsuzluk iddiaları bulunmaktadır.
"Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği", 1998 yılında kurulmuş ve kurulduktan sonra hızla yükselerek bir takım ayrıcalıklar elde etmiş bir dernektir. Bakanlar Kurulu kararıyla 2004 yılında Kamu Yararına Çalışan Dernek Statüsü verilmiştir. 2005 yılında İçişleri Bakanlığı'nın önerisi üzerine Bakanlar Kurulu Kararı ile "önceden izin almadan" yardım toplayan bir kuruluş olmuştur. Yaptığı bu büyük hizmetler sonucunda da, 2007 yılında TBMM tarafından "Üstün Hizmet Ödülü" verilmiştir.
Alman makamlarınca hazırlanan iddianamede; muhtaç insanlara yardım adı altında birçok gurbetçiden 40 milyon Euro'nun üzerinde para toplandığı açıklanmıştır. Bu toplanan paraların AKP'ye yakın kişilerce kurulmuş şirketler tarafından hortumlandığı belgeleriyle kanıtlanmıştır. 220 sayfadan oluşan iddianamede, sanıklardan birinin toplanan paraların bir kısmını, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na teslim ettiği yer almıştır.
Frankfurt Eyalet Mahkemesi'nde görülen "Deniz Feneri e.V" davasında açıklanan karara göre; dolandırıcılık suçundan yargılanan dernek yöneticileri Mehmet Gürhan'a 5 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan'a 2 yıl 9 ay ve Firdevsi Ermiş'e 1 yıl 10 ay hapis cezası verilmiştir. Alman Savcı Kerstin Lotz, asıl faillerin Türkiye'de bulunduğunu belirtmiştir.
İnsanların din, vicdan ve yardımseverlik duygularının ahlaksızca sömürüldüğü ve milyonlarca Euro'nun amaç dışı kullanıldığı bu dolandırıcılık olayından sadece Almanya'da yargılanan üç kişiyi sorumlu göstermek gerçekçi değildir. Almanya'da yapılan yargılama sonucunda, Almanya'daki ve Türkiye'deki Deniz Feneri dernekleri ve şirketlerinin iç içe geçmiş oldukları kesinleşmiştir. Bu büyük dolandırıcılıkla ilişkili oldukları belirlenen kuruluşlar şunlardır: Deniz Feneri, Deniz feneri e.V., Media 7 GmbH., Kanal 7 INT, Kanal 7, Beyaz Holding, Weiss GmbH, Yeni Şafak, Sancakline. Ayrıca başta RTÜK Başkanı Zahid Akman ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman olmak üzere bazı kişilerin de bu dolandırıcılıktan sorumlu oldukları belirlenmiştir.
Bütün bunlar ortadayken Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in; "'Falan ülkede, falan dernek yöneticileri suiistimal yapmış. Bunun sorumlusu da sizsiniz' diyorlar. Bana ne ya. Bana ne. Almanya'daki bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa, yargılanmışlarsa, benim iktidarımdan buna ne? Başkalarının kişisel hatalarını bize yamıyorlar güya bizim yolsuzluklara göz yumduğumuzu ifade ediyorlar. Biz göz yummuyoruz. Gözlerimiz fal taşı gibi açık" demesi, değil çocukları, kargaları bile güldürür. O zaman niçin deniz feneri soruşturması sürerken, başbakan ile birlikte Alman Büyükelçisine gidip, soruşturmayla ve tutuklu sanıklarla ilgili sorular sordunuz? Madem "size ne", o zaman bu ilgi niye? Fener söndü, yüce divan göründü..
Bütün bunlardan sonra inanç hortumcusu dinci iktidarların asıl sloganı bellidir: "durmak yok, yolsuzluğa devam.." ya da "durmak yok, soymaya devam.."
Evet dostlar bu sömürünün, bu soygunların, bu talanların bitmesi için, laik ve demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyet'ini koruyup, kollamak için, aydınlık yarınlarımıza sahip çıkmak için örgütlenmeliyiz.
Bu ülkenin aydınlık insanları, yurtseverleri, demokratik kitle örgütleri, üniversiteleri, tüm demokrasi güçleri, ülkemizde yaşam biçimi olmaya başlayan irticanın yok edilmesi, cumhuriyetimizi korumak ve sömürüye, yolsuzluğa son vermek için gerekli adımların atılmasının zamanı gelmiştir, hatta geç bile kalınmıştır. Hep birlikte şeriatı, uzantılarını, yolsuzluğu, sömürüyü ve emperyalizmi ülkemizden kovmak için bir araya gelmeliyiz ve örgütlenmeliyiz.
Örgütlü olmanın bilinciyle halka inmeli, kentten ilçeye, bucaktan köye, kapı kapı hiç yorulmadan dolaşmalı ve insanlarımızı aydınlatmalıyız. Unutmayalım ki, karanlıklar aydınlığa, aydınlıklar mutluluğa, örgütlü toplumların özverili ve bilinçli gayretleriyle ulaşacaktır...
Sözlerimi Uğur Mumcu ile bitirmek istiyorum:
"Ben Atatürkçüyüm,
Ben cumhuriyetçiyim,
Ben laikim,
Ben anti emperyalistim,
Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım.
Ben özgürlükçüyüm,
Ben insan hakları savunucusuyum,
Ben, yobazların, vurguncuların,
Çıkarcıların düşmanıyım.."
Hepinize en içten selamlarımı iletiyor ve kararlı, bilinçli, aydınlık örgütlenmeler diliyorum.
(*): 26 Ocak 2009 tarihinde, 16. Adalet ve Demokrasi Haftası'nda, Bahçelievler Deneme Lisesi Mezunları Derneği'nin düzenlediği etkinlik konuşması.
Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Sekreteri
Tüm Öğretim Üyeleri Derneği
Genel Sekreteri
Sayın başkan, değerli konuklar, hepinizi dostlukla selamlarım.
Adalet ve Demokrasi Haftasında başta Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu olmak üzere, tüm yitirdiğimiz güzel insanlarımızı saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.
1990'lı yıllarda işlenen siyasi cinayetler, bizlere yurtseverler niçin öldürülüyor sorusunu akla getiriyor. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 Çarşamba günü evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.
Çetin Emeç, 7 Mart 1990 Çarşamba günü işine gitmek üzere evinden çıktığı sırada öldürüldü.
Yayınladığı kitap ve yazılarda dini sorgulayan Turan Dursun, 4 Eylül 1990 Salı günü faili meçhul bir suikastla öldürüldü
Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990 Cumartesi günü evine gönderilen bir kargo paketinin patlamasıyla hayatını kaybetti.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 Pazar günü, evinin önünde düzenlenen bir bombalı saldırı sonucu öldürüldü.
Onat Kutlar, 11 Ocak 1995 Çarşamba günü bombalı bir saldırı sonucunda öldürüldü.
Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 Perşembe günü, evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Bu yurtsever aydınlarımız niçin öldürüldü? Atatürk ilkelerini ve devrimlerini savundukları için. Ulusalcı, anti emperyalist ve tam bağımsız Türkiye'den yana oldukları için…
Hepinizin bildiği gibi Uğur Mumcu, kalemini hep sömürüyü ve yolsuzluğu açığa çıkartmak için kullandı. Yiğitçe emperyalizmin maskesini düşürmek için kullandı. Demokrasiyi, laik cumhuriyeti ve tam bağımsızlığı savundu tüm yazdıklarında. 1976 yılında Yahya Demirel'in hayali ihracatını kamuoyuna ilk açıklayanlardandı.
Kısaca sömürünün geçmişine bakalım; sömürü emperyalizmdir. Ancak emperyalizm ismi korkutucu gelince buna yeni dünya düzeni dediler, küreselleşme dediler, globalleşme dediler. Ama insanlar yutmadı emperyalizmi, iyi tanıyorlardı çünkü. Yeryüzünde ve çevremizde olan biten her olumsuzluk emperyalizmin ürünüdür. Savaşların, yoksulluluğun, açlığın, sömürünün aracıdır emperyalizm. Emperyalizm, ulusallıktan, ulus bilincinden rahatsız olur. Yolsuzluklar da emperyalizmden beslenmektedir.
Şimdi de inanç hortumcularının maddi yolsuzluklarının geçmişinden bugüne doğru bir gezinti yapalım. Bugünlerde herkesin dilinde dolaşan Deniz Feneri davasıyla ilgili olarak Alman yetkililer, yüzyılın en büyük yolsuzluk ve dolandırıcılık olayı değerlendirmesinde bulunuyorlar. Ancak bizler bunun gibi daha ne dolandırıcılık olayları gördük, ne yolsuzluklar yaşadık.
1960'lı yıllara gelindiğinde İTÜ'de profesör olan Necmettin Erbakan, motor fabrikası kurmak için girişim yapar. Fabrikanın adı Nakşibendi Gümüşhanevi Dergahı'ndan esinlenerek "Gümüş Motor" olur. Türkiye'nin ilk çok ortaklı şirketi olan Gümüş Motor'un, üzerinde cami resmi olan hisse senetleri, camilerde namaz sonrası pazarlanıyordu.. Ancak, bu girişim pek uzun ömürlü olamadı; Gümüş Motor battı. İş mahkemeye yansıdı. Şirketin Genel Müdürü Necmettin Erbakan'ın, dönemin parasıyla 69 bin lirayı kardeşi Kemalettin Erbakan'a gönderdiği murakıp raporlarında ortaya çıktı. 1966 yılında iki bini aşkın gurbetçinin parasıyla kurulan Türksan işçi şirketi de aynı sonu paylaştı ve battı.
Yaklaşık bir yıl ömrü olan Milli Nizam Partisi, Mayıs 1971 yılında kapatılarak, mal varlığı hazineye devredildi. Bundan sonra milli görüş hareketinin kurduğu partilerde, mal varlığı kişiler üzerine yapıldı. Bunun nedeni parti kapatılırsa mal varlığının hazineye devredilmesini önlemekti.. 18 Haziran 1971 tarihinde kurulan İPA AŞ'nin kurucuları arasında bulunan avukat Tahsin Armutçuoğlu ile Abdullah Gül'ün dayısı olan harita mühendisi Mehmet Satoğlu, aynı zamanda Milli Nizam Partisi'nin kurucularındandı. Bunun gibi daha pek çok şirketler kuruldu, ancak kişiler üzerinde gözüken şirketler gerçekte partinindi.
Milli Selamet Partisi döneminde, parti ile yakın ilişkide bulunan şirketlerin kurucularından Gürgen Mahzar Bayatlı adı ön plana çıkmaktaydı. Partinin parasal işlerini yürüten bu kişiye 6 Nisan 2007 tarihinde TBMM Üstün Hizmet Ödülü bile verildi. Bu törende Deniz Feneri Derneği de ödül almıştı.
1980 sonrasında İslamcıların üçüncü partileri Refah Partisi, ardından da partiyi finanse edecek şirketler birbiri ardına kuruldu. Yöntem aynı sadece mutemetler değişmişti. Bu kez partinin mutemetlik görevini Ankara'da terzilik yapan Beşir Darçın ve İstanbul'da mali müşavirlik yapan Süleyman Mercümek almıştı.
Refah Partisi'nin genel merkezinin bulunduğu binanın sahibi olan Beşir Darçın, 1990 yılında Van Der Zee adlı şirketi satın aldı. Alır almaz da Suudi Arabistan, Beşir Darçın'a beş bin kişilik özel hac kontenjanı verdi. Bürosu Refah Partisi genel merkezinin olduğu binada bulunan Van Der Zee şirketi, Diyanet'ten sonra en büyük hac organizasyonunu yapıyordu. Sadece 1994 yılında hac organizasyonundan 50 milyar liranın üzerinde para kazanmışlardı. Refah Partisi'nin gizli kasası olarak adlandırılan Beşir Darçın'ın, ETAŞ gibi, Sürtaş gibi başka şirketleri de aynı binada etkinliklerini sürdürüyordu.
Beşir Darçın sadece hacılardan para kazanmadı. Tefecilik yaptı: Nakit paraya sıkışan Konyalı bir işadamına 1 milyar lira borç verdi, 30 gün sonra bunu 1 milyar 104 milyon lira olarak alacaktı. Ancak işadamı borçlarını ödeyemedi ve Beşir Darçın ailenin gayri menkullerine ve bir un fabrikasına el koydu.
Beşir Darçın, Kurban Bayramı öncesi Milli Gazete'ye şöyle bir ilan verdi: "Bankada açtığımız hesaba 1 milyon lira yatırın; bizler sizin adınıza kurbanı kesip Bosna-Hersek'e, Azerbaycan'a, Abhazya'ya gönderelim." Araştırılınca çıkan sonuç şaşırtıcıydı: ortada para çoktu ama kesilen kurban yoktu...
Beşir Darçın gözaltına alındı. Ancak birkaç gün sonra suçsuz olduğu anlaşıldı ve salıverildi. Beşir Darçın son olarak Milli Gazete'nin yan kuruluşu MİLDA'nın ortağı olarak özelleştirmeden SEKA Giresun káğıt fabrikasını satın aldı.
Süleyman Mercümek de, Refah Partisi'nin gizli kasasıydı ve o da Beşir Darçın gibi trilyoner oldu. Refah Partisi'nin Bursa, Manisa, İzmir ve Konya-Seydişehir örgütleri Bosna-Hersek için yardım kampanyası başlattılar. Yapılan incelemeler sonucunda Bosna-Hersek için toplanan yardım paralarının Süleyman Mercümek'in bankadaki özel hesabına yatırıldığı ve buradan da Refah Partisi örgütlerine dağıtıldığı anlaşıldı. Süleyman Mercümek'in 16 trilyondan fazla parayı kontrol ettiği ortaya çıkarıldı.
Süleyman Mercümek de, Bekir Darçın gibi birçok şirkette etkinliklerini sürdürüyordu. Bu şirketlerin ortaklık yapıları incelendiğinde siyaset sahnesinin İslamcı kanadında yer alan isimlere rastlıyoruz. Bu isimlerden bazılarının bugün AKP saflarında aktif siyaset yaptıkları görülmektedir. Süleyman Mercümek'in Yayın ve Dağıtım Pazarlama şirketindeki ortaklarından biri şu anda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, diğerleri 1994 yerel seçimlerinde RP'den Beykoz Belediye Başkanı seçilen Yücel Çelikbilek ve Sultanbeyli Belediye Başkanı Ali Nabi Koçak'tır. Sultanbeyli'de Adil Düzen Üniversitesi kurmak amacıyla belediye başkanının tahsis ettiği belediye arsası ile Yayın Dağıtım Pazarlama şirketinin aynı yerde bulunan 121 bin dönümlük arsasına parselasyon yapılıp satılarak para toplandı. Arsa satışlarından gelen paralar yine Süleyman Mercümek'in hesabına yatırılıyordu ama kurulması düşünülen üniversiteyi şimdiye kadar gören olmadı.
Türklerin yaşadığı Avrupa ülkelerinde, %20'den başlayıp %40'lara kadar çıkan kâr ortaklığı vaat edilerek hiçbir hukuki geçerliliği olmayan bir makbuz ya da bir hisse senedi karşılığında cemaat üyelerinin birikimleri toplandı. Bu yöntemi ilk Kombassan ve Jet-Pa kullandı. Bu çok kâr getiren durum, diğer İslami holdinglerin de dikkatini çekti. YİMPAŞ, Endüstri Holding, İhlas, Sayha, Kaldera, Tuğra, Kübra gibi bu yolla para toplayan 78 holding bu işe soyundu. İlk iki yıl, makbuz karşılığı para verenlere vaat edilen %20 ya da %40 kâr payları ödendi. Tatlı kârı gören cemaat üyeleri, eşini dostunu da bu saadet zincirine kattı. Ancak dağıtılan yüksek kâr payları bu holdinglerin olağan faaliyetlerinden dolayı değil, sisteme kattıkları yeni ortaklara hisse satışından karşılanıyordu.
Bu yöntemle on yıl içinde yurtdışında 300 bin kişiden 5 milyar euro toplandı. Paralar yurda banka havalesi ile değil özel kuryelerin taşıdığı bavullarla getirildi ama bazıları yakalandı. Bavulla para taşımanın riskini azaltmak için de çare bulundu. Kombassan özel havayolu şirketi Alfa Air'i kurdu. Böylece para taşımak daha kolay olacaktı. İslami holdinglere para oluk gibi akıyordu. İslamcı basında yere göğe kondurulamayan bu hormonlu holdinglerin açılışlarında RP'li, sonrasında da AKP'li siyasetçiler eksik olmuyordu. Paralar yasadışı yollarla Türkiye'ye taşınıyordu. Ancak iflasların arkasından davalar başladı. Önce Jet-Pa, arkasından Endüstri Holding, derken diğerleri. Haklarında mahkûmiyet kararı çıkanların bazıları tutuklandı, bazıları yurtdışına kaçtılar.
Kapatılan Refah Partisi'ne 1997 yılında Hazine tarafından yapılan bir trilyon liralık yardımın, sahte belgelerle 71 il teşkilatına dağıtılmış gibi gösterildiği gerekçesiyle açılan "kayıp trilyon" davasında, Necmettin Erbakan ve Abdullah Gül'ün de aralarında bulunduğu 88 Refah Partili yargılandı. Necmettin Erbakan "özel evrakta sahtecilik" suçundan 2 yıl 4 ay 10 gün hapis cezası aldı ve bu ceza nedeniyle de siyasi yasaklı hale geldi. Aldığı hapis cezası yaşı nedeniyle 11 ay 2 günlük ev hapsine çevrilen Erbakan, davanın diğer sanığı Abdullah Gül tarafından affedildi.
2000'li yıllara AKP damgasını vurdu ve halen devam ediyor. Bazı AKP'li milletvekillerinin, bakanların ve başbakanın kirli ticari ilişkileri gündemde yerlerini korumaktadır. Aralarında başbakan ve bazı bakanların da bulunduğu birçok AKP milletvekili hakkında dokunulmazlık fezlekesi bulunmaktadır ama, AKP yönetimi milletvekili dokunulmazlığını kaldırmaya yanaşmamaktadır. Yolsuzlukların üzerine gideceğiz diyenlerin, yolsuzlukla örtüldüğü, yolsuzlukla beslendiği bir gerçektir. Başbakanın ve özellikle Maliye Bakanının çıkarılan bütün aflardan yararlanması hiçbir demokratik ülkede rastlanacak olaylar değildir. Bazı AKP'lilerin çocukları, damatları, dünürleri çok kısa sürede zenginliklerine zenginlik katmışlar, inanılması güç maddi ilişkilerde en ön sıralara çıkmışlardır.
Silivri ilçesinde yapılan imar değişikliği karşılığında bir milyon dolarlık belgede imzası bulunan AKP Genel Başkan Yardımcısına, iktidar sahip çıkmıştır. Hayali ihracat yaptığı anlaşılan bir diğer AKP Genel Başkan Yardımcısı da korunmuştur. Ancak daha sonra baskılar nedeniyle her ikisi de Genel Başkan Yardımcılığından ayrılmışlardır. Gaziantep'te belediyenin yaptığı imar değişikliği sonucunda, büyük yolsuzluk yapıldığı anlaşılmıştır. Adana'da yapılan imar değişikliği ile Anakent Belediye Başkanının eşinin arsasının değeri yaklaşık 45 kat arttırılmıştır. Birçok AKP'li, belediyelerin yaptığı "imar değişikliği" ile servetlerini katladılar. Bazı hükümet üyeleri ve milletvekilleri ile belediye başkanları hakkında zimmetine para geçirmek, tehdit, kalpazanlık, çete kurmak, resmi evrakta sahtecilik, usulsüz arsa tahsis etmek, kamu kurumunu dolandırmak, Vergi Usul Yasası'na muhalefet suçlarından yolsuzluk iddiaları bulunmaktadır.
"Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği", 1998 yılında kurulmuş ve kurulduktan sonra hızla yükselerek bir takım ayrıcalıklar elde etmiş bir dernektir. Bakanlar Kurulu kararıyla 2004 yılında Kamu Yararına Çalışan Dernek Statüsü verilmiştir. 2005 yılında İçişleri Bakanlığı'nın önerisi üzerine Bakanlar Kurulu Kararı ile "önceden izin almadan" yardım toplayan bir kuruluş olmuştur. Yaptığı bu büyük hizmetler sonucunda da, 2007 yılında TBMM tarafından "Üstün Hizmet Ödülü" verilmiştir.
Alman makamlarınca hazırlanan iddianamede; muhtaç insanlara yardım adı altında birçok gurbetçiden 40 milyon Euro'nun üzerinde para toplandığı açıklanmıştır. Bu toplanan paraların AKP'ye yakın kişilerce kurulmuş şirketler tarafından hortumlandığı belgeleriyle kanıtlanmıştır. 220 sayfadan oluşan iddianamede, sanıklardan birinin toplanan paraların bir kısmını, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na teslim ettiği yer almıştır.
Frankfurt Eyalet Mahkemesi'nde görülen "Deniz Feneri e.V" davasında açıklanan karara göre; dolandırıcılık suçundan yargılanan dernek yöneticileri Mehmet Gürhan'a 5 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan'a 2 yıl 9 ay ve Firdevsi Ermiş'e 1 yıl 10 ay hapis cezası verilmiştir. Alman Savcı Kerstin Lotz, asıl faillerin Türkiye'de bulunduğunu belirtmiştir.
İnsanların din, vicdan ve yardımseverlik duygularının ahlaksızca sömürüldüğü ve milyonlarca Euro'nun amaç dışı kullanıldığı bu dolandırıcılık olayından sadece Almanya'da yargılanan üç kişiyi sorumlu göstermek gerçekçi değildir. Almanya'da yapılan yargılama sonucunda, Almanya'daki ve Türkiye'deki Deniz Feneri dernekleri ve şirketlerinin iç içe geçmiş oldukları kesinleşmiştir. Bu büyük dolandırıcılıkla ilişkili oldukları belirlenen kuruluşlar şunlardır: Deniz Feneri, Deniz feneri e.V., Media 7 GmbH., Kanal 7 INT, Kanal 7, Beyaz Holding, Weiss GmbH, Yeni Şafak, Sancakline. Ayrıca başta RTÜK Başkanı Zahid Akman ve Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman olmak üzere bazı kişilerin de bu dolandırıcılıktan sorumlu oldukları belirlenmiştir.
Bütün bunlar ortadayken Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in; "'Falan ülkede, falan dernek yöneticileri suiistimal yapmış. Bunun sorumlusu da sizsiniz' diyorlar. Bana ne ya. Bana ne. Almanya'daki bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa, yargılanmışlarsa, benim iktidarımdan buna ne? Başkalarının kişisel hatalarını bize yamıyorlar güya bizim yolsuzluklara göz yumduğumuzu ifade ediyorlar. Biz göz yummuyoruz. Gözlerimiz fal taşı gibi açık" demesi, değil çocukları, kargaları bile güldürür. O zaman niçin deniz feneri soruşturması sürerken, başbakan ile birlikte Alman Büyükelçisine gidip, soruşturmayla ve tutuklu sanıklarla ilgili sorular sordunuz? Madem "size ne", o zaman bu ilgi niye? Fener söndü, yüce divan göründü..
Bütün bunlardan sonra inanç hortumcusu dinci iktidarların asıl sloganı bellidir: "durmak yok, yolsuzluğa devam.." ya da "durmak yok, soymaya devam.."
Evet dostlar bu sömürünün, bu soygunların, bu talanların bitmesi için, laik ve demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyet'ini koruyup, kollamak için, aydınlık yarınlarımıza sahip çıkmak için örgütlenmeliyiz.
Bu ülkenin aydınlık insanları, yurtseverleri, demokratik kitle örgütleri, üniversiteleri, tüm demokrasi güçleri, ülkemizde yaşam biçimi olmaya başlayan irticanın yok edilmesi, cumhuriyetimizi korumak ve sömürüye, yolsuzluğa son vermek için gerekli adımların atılmasının zamanı gelmiştir, hatta geç bile kalınmıştır. Hep birlikte şeriatı, uzantılarını, yolsuzluğu, sömürüyü ve emperyalizmi ülkemizden kovmak için bir araya gelmeliyiz ve örgütlenmeliyiz.
Örgütlü olmanın bilinciyle halka inmeli, kentten ilçeye, bucaktan köye, kapı kapı hiç yorulmadan dolaşmalı ve insanlarımızı aydınlatmalıyız. Unutmayalım ki, karanlıklar aydınlığa, aydınlıklar mutluluğa, örgütlü toplumların özverili ve bilinçli gayretleriyle ulaşacaktır...
Sözlerimi Uğur Mumcu ile bitirmek istiyorum:
"Ben Atatürkçüyüm,
Ben cumhuriyetçiyim,
Ben laikim,
Ben anti emperyalistim,
Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım.
Ben özgürlükçüyüm,
Ben insan hakları savunucusuyum,
Ben, yobazların, vurguncuların,
Çıkarcıların düşmanıyım.."
Hepinize en içten selamlarımı iletiyor ve kararlı, bilinçli, aydınlık örgütlenmeler diliyorum.
(*): 26 Ocak 2009 tarihinde, 16. Adalet ve Demokrasi Haftası'nda, Bahçelievler Deneme Lisesi Mezunları Derneği'nin düzenlediği etkinlik konuşması.