Ülkemiz yerel seçim sürecine giriyor, Ya ortaçağ karanlığına gömüleceğiz, ya da aydınlık günlere...
.
YEREL SEÇİMLER
YEREL SEÇİMLER
Suay Karaman
Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Sekreteri
29 Mart 2009 Pazar günü ülkemiz bir yerel seçim sürecine giriyor. Olağanüstü koşullar altında yapılacak bu yerel seçimler Türkiye için çok önem taşımaktadır. Çünkü bu seçim sonuçlarına göre ya ortaçağ karanlığına gömüleceğiz, ya da aydınlık günler için bir ışık bulacağız. Türkiye’de son yıllarda yaşanan süreç, 1930’lu yılların Almanya’sına benzemektedir.
Almanya, Birinci Dünya Savaşı sonrasında bunalımlar içindeydi, 1929 krizi ekonomiyi vurmuş, işsiz sayısı 6 milyonu aşmıştı. Siyasal partiler sorunlara çözüm bulamıyor, sadece birbirleriyle boğuşuyordu. Halkta partilere ve siyasetçilere karşı tam bir güvensizlik vardı.
1920'lerin başında kimsenin önemsemediği Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, bu ortamdan en çok kazanç sağlayan partiydi. Naziler kitle psikolojisinden çok iyi yararlanıyor ve çok iyi örgütleniyordu. 9 Kasım 1923 tarihinde Münih'te, bu partinin lideri Adolf Hitler, bir darbe girişiminde bulunmuş, ama olay kısa sürede örtbas edilmişti. Ancak Adolf Hitler, birkaç ay bir kalede hapsedilmiş, ve bu zamanı “Kavgam” (Mein Kampf) adlı bir eser yazarak değerlendirmişti.
Hitler, yeniden siyasete başladığında, kalede kaldığı sürede değiştiğini, artık iktidara kanlı değil, demokratik yollardan gelmek istediğini söylüyordu ve ona inananların sayısı hızla artıyordu. Ancak “sadece iktidara gelene kadar demokrasi kurallarına uyacağını” söylüyordu, ama kimse bunu o kadar önemsemiyor, değiştiğini söylemesini yeterli sayıyordu.
Bütün bunlara karşın 1920'li yıllar Nazilere iktidar yolunu açmadı; yapılan seçimlerde hiçbir parti çoğunluk sağlayamamıştı. 14 Eylül 1930 seçimlerinden Naziler, %18.3 oyla ikinci parti olarak çıktılar. En güçlü parti Sosyal Demokratlar %24.5, Komünistler %13 oy almıştı. Bunun yanında bir sürü sol parti vardı. Bunlar hem birbirleriyle uğraşıyor, hem de kendi içlerinde hiziplere bölünüyordu. Bazı aşırı sol gruplar, kendi aralarında uzlaşma yerine, rejimi yıkmak için Nazilerle işbirliğini bile tercih ediyordu. Aralarında hiçbir fark bulunmayan partilerin liderleri, “küçük olsun, benim olsun” düşüncesi ile başkaları ile işbirliğini kabul etmiyordu. Sorunlara çözüm üretilemeyince 31 Temmuz 1932 tarihinde yapılan erken seçim, ne istikrarı sağladı, ne de dağınıklığı ortadan kaldırdı; ancak Naziler %37.4 oy alarak en güçlü parti oldu.
Bu durumda yeni bir seçim yapılması gerektiği anlaşıldı. Nazileri durdurmak, ona karşı bir demokratik set oluşturmak için çabalar gösterildi. Fakat solun temsilcileri, sosyal demokrasi, demokratik sol gibi kavramlar üzerinde sonu gelmez tartışmalar yaparak, hiçbir sonuca ulaşamadılar. Merkez sağda da bütün partiler birbiriyle kavgalıydı. Yine de toplumda bazı kesimler, tehlikenin farkına varmışlar ve 6 Kasım 1932 seçimlerinde Nazilerin oy oranının %33.1 'e düşmesini sağlamışlardı.
Ancak diğer büyük partilerin oy oranları %8 ile 20 arasında değişiyordu; onlarca küçük sol parti ise toplam %6 oy almıştı. Aşırı sağcı bir başka partinin desteğini alan Adolf Hitler, 30 Ocak 1933 tarihinde başbakanlığa atandı. Toplumda yaygın inanç şöyleydi: “Eğer demokrasi varsa, seçmen iradesine saygı göstermek gerekir. Bir kere de bu partiye şans verelim. Adam değiştiğini söylüyor. Hem bu ülkede yasalar var, kurumlar var, hele hele ordu var. Ayrıca on iki kişilik hükümette yalnızca üç Nazi yer alıyor.”
27 Şubat 1933 tarihinde parlamento (Reichstag) binası yandı. Aynı gün, bu saldırının Komünistlerin işi olduğu ilan edildi ve hemen ertesi gün olağanüstü bir yetki yasası çıkarıldı. Anayasadaki bütün haklar kaldırıldı ve bir kaç gün içinde bütün vatan hainleri toplandı, her kentte toplama kampları kuruldu.
Ortalık biraz sakinleştikten sonra, Naziler 5 Mart 1933 tarihinde son bir seçim daha yaptılar ve %43.9 oy aldılar. Yaklaşık altı yıl sonra, 1 Eylül 1939 tarihinde Nazilerin Polonya'yı işgaliyle İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Bundan sonra yaşanan acı ve üzüntü verici olaylar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, milyonlarca ölü ve yaralı insan ile son bulmuştur.
1930’lardaki Almanya’nın durumu ile Türkiye’de son yıllarda yaşanan süreç arasında benzerlikler bulunduğu çok açıkça görülmektedir. Geçmişten çıkarılacak sonuçların, gelecekte büyük yararlar sağlayacağı bilinmektedir. Ders alınmazsa, tarihin tekrar edeceği söylenir. Daha önceki genel ve yerel seçimlerde soldaki ve merkez sağdaki partilerin bir araya gelememeleri, “elhamdülillah şeriatçıyız” (21.11.1994 Milliyet) söyleminde bulunan partinin iktidara gelmesine olanak sağlamıştı.
Siyasi iktidar demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti ve devletin temel ilkeleriyle kavgalıdır. Atatürk Cumhuriyetiyle hesaplaşmaktadır. Bugün ülkemizde her türlü üretim durmuş, işyerleri hızla kapanmaya başlamış, işsizlik büyük boyutlara ulaşmış, özelleştirme vurgunuyla hemen hemen her şey elden çıkarılmış, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim ve yargı sistemi tıkanmış, tüm kurumlarda özellikle iktidar partisi tarafından sistemli bir şekilde talan ve yolsuzluk yaygınlaşmıştır. Siyasi iktidarın etik ve hukuk dışı uygulamaları insanlarda baskı ve korku yaratmıştır, ülkede bir sivil darbe yaşanmaktadır. Seçmen kütükleriyle ilgili olarak ortaya çıkan yasa dışılık ve sahtekarlık ile siyasi iktidarın dağıttığı seçim rüşvetleri, yapılacak yerel seçimlere gölge düşürmektedir. Bu şartlar altında yapılacak yerel seçimlerin sağlıklı olması mümkün değildir.
Ancak şartlar ne kadar kötü olursa olsun, yerel seçimlerde oyumuzu doğru kullanmalı ve bilinçli tercih yapmalıyız. Çünkü bu seçim, aydınlığa giden yolu bulmamızı sağlayacaktır. Siyasi iktidarın islamofaşist emellerine karşı örgütlü toplum olarak karşı çıkabiliriz. Her türlü hukuk dışı uygulamaya karşı, oylarımıza ve seçim sandıklarımıza sahip çıkmalıyız. Çünkü eşkıyanın ne yapacağı belli olmaz…
*Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Sekreteri
29 Mart 2009 Pazar günü ülkemiz bir yerel seçim sürecine giriyor. Olağanüstü koşullar altında yapılacak bu yerel seçimler Türkiye için çok önem taşımaktadır. Çünkü bu seçim sonuçlarına göre ya ortaçağ karanlığına gömüleceğiz, ya da aydınlık günler için bir ışık bulacağız. Türkiye’de son yıllarda yaşanan süreç, 1930’lu yılların Almanya’sına benzemektedir.
Almanya, Birinci Dünya Savaşı sonrasında bunalımlar içindeydi, 1929 krizi ekonomiyi vurmuş, işsiz sayısı 6 milyonu aşmıştı. Siyasal partiler sorunlara çözüm bulamıyor, sadece birbirleriyle boğuşuyordu. Halkta partilere ve siyasetçilere karşı tam bir güvensizlik vardı.
1920'lerin başında kimsenin önemsemediği Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, bu ortamdan en çok kazanç sağlayan partiydi. Naziler kitle psikolojisinden çok iyi yararlanıyor ve çok iyi örgütleniyordu. 9 Kasım 1923 tarihinde Münih'te, bu partinin lideri Adolf Hitler, bir darbe girişiminde bulunmuş, ama olay kısa sürede örtbas edilmişti. Ancak Adolf Hitler, birkaç ay bir kalede hapsedilmiş, ve bu zamanı “Kavgam” (Mein Kampf) adlı bir eser yazarak değerlendirmişti.
Hitler, yeniden siyasete başladığında, kalede kaldığı sürede değiştiğini, artık iktidara kanlı değil, demokratik yollardan gelmek istediğini söylüyordu ve ona inananların sayısı hızla artıyordu. Ancak “sadece iktidara gelene kadar demokrasi kurallarına uyacağını” söylüyordu, ama kimse bunu o kadar önemsemiyor, değiştiğini söylemesini yeterli sayıyordu.
Bütün bunlara karşın 1920'li yıllar Nazilere iktidar yolunu açmadı; yapılan seçimlerde hiçbir parti çoğunluk sağlayamamıştı. 14 Eylül 1930 seçimlerinden Naziler, %18.3 oyla ikinci parti olarak çıktılar. En güçlü parti Sosyal Demokratlar %24.5, Komünistler %13 oy almıştı. Bunun yanında bir sürü sol parti vardı. Bunlar hem birbirleriyle uğraşıyor, hem de kendi içlerinde hiziplere bölünüyordu. Bazı aşırı sol gruplar, kendi aralarında uzlaşma yerine, rejimi yıkmak için Nazilerle işbirliğini bile tercih ediyordu. Aralarında hiçbir fark bulunmayan partilerin liderleri, “küçük olsun, benim olsun” düşüncesi ile başkaları ile işbirliğini kabul etmiyordu. Sorunlara çözüm üretilemeyince 31 Temmuz 1932 tarihinde yapılan erken seçim, ne istikrarı sağladı, ne de dağınıklığı ortadan kaldırdı; ancak Naziler %37.4 oy alarak en güçlü parti oldu.
Bu durumda yeni bir seçim yapılması gerektiği anlaşıldı. Nazileri durdurmak, ona karşı bir demokratik set oluşturmak için çabalar gösterildi. Fakat solun temsilcileri, sosyal demokrasi, demokratik sol gibi kavramlar üzerinde sonu gelmez tartışmalar yaparak, hiçbir sonuca ulaşamadılar. Merkez sağda da bütün partiler birbiriyle kavgalıydı. Yine de toplumda bazı kesimler, tehlikenin farkına varmışlar ve 6 Kasım 1932 seçimlerinde Nazilerin oy oranının %33.1 'e düşmesini sağlamışlardı.
Ancak diğer büyük partilerin oy oranları %8 ile 20 arasında değişiyordu; onlarca küçük sol parti ise toplam %6 oy almıştı. Aşırı sağcı bir başka partinin desteğini alan Adolf Hitler, 30 Ocak 1933 tarihinde başbakanlığa atandı. Toplumda yaygın inanç şöyleydi: “Eğer demokrasi varsa, seçmen iradesine saygı göstermek gerekir. Bir kere de bu partiye şans verelim. Adam değiştiğini söylüyor. Hem bu ülkede yasalar var, kurumlar var, hele hele ordu var. Ayrıca on iki kişilik hükümette yalnızca üç Nazi yer alıyor.”
27 Şubat 1933 tarihinde parlamento (Reichstag) binası yandı. Aynı gün, bu saldırının Komünistlerin işi olduğu ilan edildi ve hemen ertesi gün olağanüstü bir yetki yasası çıkarıldı. Anayasadaki bütün haklar kaldırıldı ve bir kaç gün içinde bütün vatan hainleri toplandı, her kentte toplama kampları kuruldu.
Ortalık biraz sakinleştikten sonra, Naziler 5 Mart 1933 tarihinde son bir seçim daha yaptılar ve %43.9 oy aldılar. Yaklaşık altı yıl sonra, 1 Eylül 1939 tarihinde Nazilerin Polonya'yı işgaliyle İkinci Dünya Savaşı başlamıştı. Bundan sonra yaşanan acı ve üzüntü verici olaylar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, milyonlarca ölü ve yaralı insan ile son bulmuştur.
1930’lardaki Almanya’nın durumu ile Türkiye’de son yıllarda yaşanan süreç arasında benzerlikler bulunduğu çok açıkça görülmektedir. Geçmişten çıkarılacak sonuçların, gelecekte büyük yararlar sağlayacağı bilinmektedir. Ders alınmazsa, tarihin tekrar edeceği söylenir. Daha önceki genel ve yerel seçimlerde soldaki ve merkez sağdaki partilerin bir araya gelememeleri, “elhamdülillah şeriatçıyız” (21.11.1994 Milliyet) söyleminde bulunan partinin iktidara gelmesine olanak sağlamıştı.
Siyasi iktidar demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti ve devletin temel ilkeleriyle kavgalıdır. Atatürk Cumhuriyetiyle hesaplaşmaktadır. Bugün ülkemizde her türlü üretim durmuş, işyerleri hızla kapanmaya başlamış, işsizlik büyük boyutlara ulaşmış, özelleştirme vurgunuyla hemen hemen her şey elden çıkarılmış, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim ve yargı sistemi tıkanmış, tüm kurumlarda özellikle iktidar partisi tarafından sistemli bir şekilde talan ve yolsuzluk yaygınlaşmıştır. Siyasi iktidarın etik ve hukuk dışı uygulamaları insanlarda baskı ve korku yaratmıştır, ülkede bir sivil darbe yaşanmaktadır. Seçmen kütükleriyle ilgili olarak ortaya çıkan yasa dışılık ve sahtekarlık ile siyasi iktidarın dağıttığı seçim rüşvetleri, yapılacak yerel seçimlere gölge düşürmektedir. Bu şartlar altında yapılacak yerel seçimlerin sağlıklı olması mümkün değildir.
Ancak şartlar ne kadar kötü olursa olsun, yerel seçimlerde oyumuzu doğru kullanmalı ve bilinçli tercih yapmalıyız. Çünkü bu seçim, aydınlığa giden yolu bulmamızı sağlayacaktır. Siyasi iktidarın islamofaşist emellerine karşı örgütlü toplum olarak karşı çıkabiliriz. Her türlü hukuk dışı uygulamaya karşı, oylarımıza ve seçim sandıklarımıza sahip çıkmalıyız. Çünkü eşkıyanın ne yapacağı belli olmaz…