Ne dersiniz, yeteri kadar açıldık, kalan beynimizi bir toplasak da...
Sınırsız Açılım Paketinden Ayrıntılar
Ayrıntılar, küçük küçüktür, ama bütünün parçasıdır. Paketin bütününü görmek için bunları görmek gerek.
Bu paketin bir başka adı, “Kürt değerlerini öne çıkarma, Türk değerlerini geriye çekme”dir. Şöyle de okuyabiliriz; “Kürt değerlerini öne çıkartmak için, Türk-İslam değerlerini hafızalardan silme.”
Poplaştırırsak; “Kürtler İN, Türkler OUT!”
İkisini birden piyasaya süren Hıristiyan-Yahudi batı, elbette kendi değerlerini de İN yapacaktı, aşağıda örneklerini göstereceğim.
Şimdiye kadar önemli bir bölümünü “hazmettire hazmettire” midemize indirdikleri için, yediğimiz şeyin “Artık adını koyalım” diyebiliyorlar.
Onları bize üç yolla yutturmaktadırlar:
A- Görsel araçlarla; TV, Gazete, Kitap, Dergi, Afiş, vb.
B- İşitsel araçlarla: Dil, Konuşturma, TV Dizileri, Radyo, vb.
C- Okullar aracılığıyla; Yeni ders kitapları ve okul malzemeleri.
Görsel araçlarda, öncelikle renklerin albeni etkisini silah olarak kullanmaktadırlar. Afiş, reklâm panosu, pankart gibi şeylerde, “Kürt” imajı için dalga boyu yüksek olan canlı renkleri, Türk imajı için dalga boyu düşük olan soğuk renkleri kullanıyorlar.
Örneğin, dalga boyu en yüksek olan KIRMIZI renk üzerine SARI ile yazılmış bir DTP afişi önünde Ahmet Türk fotoğrafı verilir. Bununla istenen şudur; en canlı bu iki renk ile o kişiyi özdeşleştirerek, bu resmi hafızalarda canlı tutmaktır. (Kırmızı üzerinde Sarı Hilal ile Sarı Yıldız, binlerce yıllık Başoğuz, Bozulüs, Türkmen, Alevi ve Luvi bayrağıdır.)
Muhtemeldir, bir süre sonra Kırmızı-Sarı, bu paketten Kürt bayrağı olarak çıkacaktır.
Sarı rengi öne çıkartmakta sağcı basın düğmeye basmıştır. Köşe yazarlarının yüzünü sarı renkte basmalar, ki, insan yüzü kutsaldır böyle bir şey insana layık değildir, ön sayfada zemini sarı sütunlar, vb.
Beri yandan beyni uykuya yakın tutan açık MAVİ renk üzerine BEYAZ ile yazılmış gazete başlıkları, tabelalar, sokak adları, TC resmi kurum adları, sağlık evleri, okullar, önlükler, okulun koridorları ve bahçe duvarları, benzeri, Türk Devletine ait bütün resmi binalardan alanlardan gözümüze bombardıman ediliyor. Bu yolla, MAVİ-BEYAZ ile Türk kavramı özdeşleştiriliyor. İstenen, Türk devletini ve değerlerini algıda soldurma, hafızadan silme, değersizleştirmedir. Anadolu’da Milat ilan ederek tarihten sildikleri Türk devletlerini anımsatıyor.
Muhtemeldir, bu paketten Türk bayrağı Mavi-Beyaz çıkacaktır.
Kendini milliyetçi olarak sunan bir gençlik örgütünün Kurt-Hilal’li sembolü de bu arada, sanırım MHP Başkanı Devlet Bahçeli zamanında, Mavi’ye değiştirildi.
Türk değerlerini görsel yolla aşağıya çekmeye bir başka örnek:
Başbakan, kürsünün arkasında Atatürk ile kendi posterinin birlikte asıldığı bir yerde konuşma yapıyor ve biz kendisini dinlerken farkında olmadan o resimlerden şöyle bir mesaj alıyoruz:
1- Atatürk ile başbakan eşit hizada asılmıştır, oysa devlet kurucusu yukarıda olur.
2- Resimdeki Atatürk’ün gözleri yana-arkaya doğru bakarken resimdeki başbakanın gözleri ekrana, yani bize bakmaktadır. İletişimde başbakan öne geçirilmiştir.
3- Atatürk’ün resmi siyah afişte basılmıştır ve görme noktasını kör eden bir parıltı ile ona bakmak zorlaştırılmıştır.
4- Atatürk’ün resmine bakmak zorlaştırılırken, başbakanın resmi ise, vesikalık resimden büyütülmüş, özenli bir resimdir.
5- Bu sahnede, başbakanın bizzat kendisi de vardır ve otomatik olarak bizim görsel alanımızda o, 2 tanedir, baskın olan odur.
Benzer şekilde, MEB tarafından basılarak bütün okullara gönderilen afişlerde Atatürk’ün bakışları ilgisiz bir yerlere kaçırılmış haldedir. Hatta bu yıl dağıtılan Türk Büyükleri afişlerinde, İbni Sina’nın yüzünde gözleri yoktur; bu resim başlı başına bir vakadır! Türk İslam büyükleri de tehdit altındadır.
Dili silah olarak kullanmak:
Bir konuşmacının dilini silah olarak nasıl kullandığına örnek verelim. ART’deki bir Cevizkabuğu programında, Taraf Gazetesinden O.Kütahyalı, Kürt açılım paketinin aktif elemanı olarak konuktu. Konuşurken beyinlerimize adeta misket bombaları fırlattı. Dili, yılan gibi sokuyordu. Her cümlesinde bu paketin bir ayrıntısı vardı. Zehirli sözleri sık tekrarlayarak bir şey daha yapıyordu; çatışmayı zihinlerde başlatmak.
İşte birkaç örnek:
- “Samandağ’a gittim, bakkal Arapça konuşuyor, ama tabelası Arapça değil, neden Arapça tabela asamıyor? Türkler işgalci midir?”
İstenen şudur; Antakya’nın Atatürk sayesinde Fransız işgalinden kurtarıldığını hafızalardan silmek ve Türkiye’yi işgalci göstermek.
Demek ki sadece Kürt açılımı değil, Arap açılımı da var pakette? Ama Arapça konuşanların kaşı gözü için değil, Kürdistan’ı Akdeniz’e bağlamak için önce burada karışıklık çıkartmak, ama önce bunu dille zihinlere ekmek.
Bakkalları bitiren BİM’lerin hangi sermayeyle kurulduğundan hiç laf etmiyor. Ona göre önemli olan bakkalın etnik kökeni ve Türkiye aleyhine laf etmek!
-“Biz bu açılımı yaparsak kimsenin operasyonuna gelmeyiz!”
Biz yapmazsak gelir başkası (ABD!) yapar; sinsice tehdit var!
-“Konuştuğum emekli generaller var. Ordu da delik deşik. Çevik Bir, o ne yapmıştı?”
Evet, liberal Kenan Evren sadece halkımıza değil, Türk Ordusu içinde de tahribat yaptı. Evren’in beşli çetesiyle, hatta Çevik Bir ile de görüşüyor olması muhtemeldir. Fakat liberal Kütahyalı, “bakın nasıl başardık” der gibi, bu diliyle liberal darbeci Evren’e değil, “28 Şubat liberal muhtırası”nın mimarı Ç.Bir’e de değil, Ordu’ya dil uzatıyor. pakette bu da var.
Ordu’nun yıpratılması hususunda bugüne kadar istedikleri sonucu alamadıkları anlaşılıyor. Kütahyalı’nın bu dille konuşması, “devrimci karargâh evleri” manşetlerini bu bağlamda düşünmek için yeterli ipucudur.
-“İzmir’e gittim, ne bu kadar bayrak asmalar?”
Hulki Cevizoğlu’nun “AB’nin okullardan andımızın kaldırılması isteğine ne diyorsunuz?” sorusuna cevaben diyor bunu. Demek ki, açılım paketinden evlere asılan bayraklar da var.
Dillerini zehirli yılan gibi her yere sokuyorlar, anahtar sözcükleri sık tekrarlayarak hafızalara yerleştiriyorlar. Böyle konuşmacıları ekrana çıkartmak, zaten onların istediği şeydir.
Bayrağımıza ve Atatürk’e değer kaybettirmek:
Ay-yıldızı yerinden nasıl oynattıklarına bakalım.
1- Bayrağın en-boy orantısı (altın oranı) bozuksa, boyunu sündürüp hilalin yeri geri-yukarı-aşağı çekilmişse.
2- 1,5 metreden daha aşağıya asılmışsa, alt ucu sahneye değiyorsa, çerçeve içindeyken duvara konulması gerekirken yere konulmuşsa, iki ucundan çekerek gerdirilmişse, çerçeveli olduğu halde duvarda yatay durmuyorsa.
3- Sahne dekoru bahanesiyle uçlarını yere kadar indirip üzerinde yürünüyorsa,
4- Üzerine Atatürk resmederek ay-yıldız ile Atatürk birbirine ters duruma getirilmişse.
5- Afiş, gazete ve kitaplarda, dalgalanan bayrak resmedilmişse, dalgalanan bayrağın direği ve beyaz şeridi görünmüyorsa, dalgalanıyor bahanesiyle üzerinde ay-yıldızın şekli bozuk resmedilmişse…
Tek kural vardır; eğer bir tören yerini gösteren çekilmiş fotoğraf değilse, dalgalanan bayrak resmi düz sayfaya resim olarak konulmaz, dalgalanan bayraktan bir kesit alınıp fon olarak kullanılmaz!
6- Bayrak üzerine yapılmış Atatürk resmi dahil, her türlü resim, bayrağın al rengini bozar, bu nedenle yanlıştır. Özellikle siyah kalpaklı olanlarında siyah renginin kırmızı ile üst üste getirilmesi kasıtlıdır; çünkü siyah, al rengin parıltısını yok eder.
7- Dalgalanan bayrak resmi üzerine dalgalanmayan ay-yıldız konulması yanlıştır, bu bir asimetridir, anlamsızdır, zihin dağıtıcı silahtır.
8- Bayrak ve Atatürk siyah zemin üzerine getirilmez. Siyah bütün renklerle asimetridir. Böyle afişler karanlıkta çekilmiş resim gibidir, mantıksızdır, resim sanatının IŞIK kuralına aykırıdır. (Siyah renk değildir, diğer renkleri kapatandır.)
9- Bayrağın ve Atatürk’ün yeri en yukarısıdır; ister kitapta, gazetede, isterse televizyon ekranında olsun, yeri aşağıda olamaz. Bayrağın ve Atatürk’ün hizasından yukarıda başka bir şey konamaz. Aşağıda olan, yukarıdakinden daha az değerli demektir.
Örneğin Hürriyet gazetesi gibi birçok gazetenin adı ve dolayısıyla bayrağı da aşağıdadır. Dalgalanan bayrak koydukları için, katmerli yanlışlar üst üstedir; dalgaların gölgesi siyahlı olanı var, üzerine başka sembol konulanı var, Atatürk ile üst üste bindirilmiş olanlar var, Atatürk’ün sadece gözlerini alıp yüzünü yok edenler var… Örneğin Hürriyet’in kırmızısı beyazlaştırılmıştır, pantone numarası başkadır, çerçeve çizgileri ayrıca bozuktur.
Gazetenin adıyla birlikte otomatik olarak bayrak da aşağıya ineceği için, sayfanın en üstüne de önemsiz bir haber kocaman yazıldığında, hele MAVİ zeminli bir haber yazılmışsa, otomatik olarak bayrak kat be kat değer kaybeder. Gazetenin adı kırmızı ama üstündeki haber maviyse, bu durum ayrıca görsel silahtır, mavi ile kırmızı arasındaki dalga boyu farkı iki zıt noktadadır, göz bozar.
10- Türk bayrağını avuç içi kadar küçültmek, üzeri kirlenmeye açık olan araba kaportasına resmetmek, ucunu çatal yapıp fuar süsü gibi asmak, gibi, bayrağa değer kaybettirme yollarını görüyoruz.
Popülerleştirilmiş birilerini ekranda konuşturma:
Artık Türkiye dışından da sanatçılar açılıma destek için konuşturulmaktadır. Bunun da bir piyasası vardır. Uzun süre işsiz bırakılan sanatçılar iş bulma vaadiyle bu yola zorlanabilmektedir. Ya da, uzun yıllar sahnede kalmasını sağlamış bir mali güce boyun eğmek durumunda bırakılanlar da vardır.
Böyle zaafiyeti olanların popülerleştirildiği de artık bilinen bir şeydir. Sanatçı diye sunacakları öyle birini bulduklarında, bir gün ona kendilerinin istediği bir sözü söyletmek için, on yıl besleyip ona ödüller verirler.
H.Avşar gibi, film sanatçısına TV’de program yaptırılır, onun aracılığıyla canlı yayına davet edilen toplum önderlerine “Başbakandan sonra sizce kim onun yerini tutabilir?” gibi “soru içinde övgü” yaptırılır.
Hıristiyan-Yahudi batı değerlerini hazmettirme:
- Paramızdan “bereket” duamızın sembolü buğday silindi.
- Suyumuz satıldı, “Su azizdir” kavramımız silindi.
- Tevrat’a Eski Akit diyen Protestanların dili, AKİT adlı bir dergi ile evlere girdi.
-Televizyonlarda “Eski Akit’de der ki…”, “İncil’de der ki…” sohbetleri başladı.
- Yahudi KİPA’sı, market adıyla geldi, semt adı oldu, dolmuş tabelalarına yazıldı.
- Konya’da Mevlana yoluna Davut Yıldızları döşendi.
- Camilerin geleneksel mimarisi bozuldu, uhrevi duygu vermeyen ve kilise tarzı yeni camiler yapıldı.
- Camilere insan suretli afişler asıldı.
- “The İmam” dizi filmi gibi, adı bile ucube, tadı tuzu olmayan, hayatta yeri hiç olmayan bir film TRT tarafından yapıldı. Bu film başka bir ülkede yapılsaydı kıyameti kopartacak yazarlardan tek ses çıkmadı.
Gaipten ses geliyor gibi TRT Radyoları:
TRT Radyo yayınlarında sözde yenilik yaptılar ve örneğin Türk Halk Müziği yayınını kesintisiz 24 saat, SINIRSIZ makara banttan vermeye başladılar. Saat başı haber veren spikerler yok artık, bant bekçiliği yapmaktadırlar.
Artık, yayıncılığın ve haberciliğin “Beş N, Bir K” kuralı yok edilmiş haldedir.
SINIRSIZ yayın, zaman kavramını yok eder. Zamanda sınırsızlık ürperticidir. Biraz dinledikten sonra saat kaç oldu, neden haberler yok, bu türküyü kim söylüyor acaba, günün hangi saatindeyiz acaba, gibi panik yaşıyor insan. Bu, kaostur, beyni dağıtır.
Beş N Bir K kuralı şudur: Kim, Nerede, Ne zaman, Niçin, Nasıl, Neyle; bu beş harfle başlayan sorulara cevap vermeyen yayının değeri yoktur. Örneğin, dinlediğiniz türküyü Kim söylüyor, Nerede söylüyor, Ne zaman söylüyor, Niçin söylüyor, Neyle çalıyor, Nasıl ve gün boyu neşesiz türküler, ağıtlar, birbiriyle bağlantısız şarkılar, gecenin geç saatinde neşeli türküler… Biraz dinledikten sonra gaipten gelen bir ses dinliyor gibi oluyor, kapatıyorsunuz.
Türkülerimiz ve şarkılarımız, böyle bir yayınla solduruluyor, değersiz, tatsız tuzsuz hale getiriliyor.
Yayında kullanılan kayıtların birçoğu piyasadan alınmıştır ve yapılan yanlışları şikâyet edeceğiniz bir telefon da yoktur. Muhatapsızlık insanı ürpertir; “beğenmezseniz dinlemeyin” demektir.
Hukukta SINIRSIZLIK:
Aklın sınırlarını zorlayan hukuk örneği; Ucu Açık Ergenekon davası… Hukuk’un bittiği andır.
SINIRSIZ MAHKEME; sınırsız iddialar, sınırsız duruşmalar, sınırsız tutuklamalar, sınırsız dizi film gibi eklenen davalar, sınırsız telefon dinlemeler, sınırsız dosya ekleri…
Sesinize montaj yapılır, görüntünüze montaj yapılır, herkes her şeyle kolaj belgelerle suçlanabilir… Sınırsız belge üretilebilir.
Birbiriyle bağlantısız davaları bir tek yerde toplamaya çalışmak anlaşılır değildir, sınırsızlıktır, kaostur.
“KAOS’tan Kozmoz’a, Kozmos’tan Kaosa” kuramını ortaya atan Kuantumcular iyi bilirler ki, “Sınırsızlık beyni parçalar, zihinsel kaosa neden olur.”
Artık Kara Bilim diyeceğimiz bir bilimle karşı karşıyayız. Kara bilim adamları, insan beyninin işleyişini çözdüler ve aksi yönde bir işlem beyne yollandığında, o beyin işlemez, beyin olmaktan çıkar, bunu biliyorlar.
Aklın en önemli özelliği, bilgileri belli başlıklar altında depolama, gruplandırma, sınıflandırma, tasnif etmedir. Birbiriyle ilişkili olmayan resimleri beyne gönderdiğinde beyin bunları tasnif edemiyor. Sınırsızlık, tasnif edilemeyen bilgi demektir, insan aklı orada duruyor, işlemiyor. Bu silah, MIT adlı CİA’ya bağlı bir enstitüde üretildi ve içlerinde Yahudi asıllı Türk fizikçileri de vardı. Ürettikleri bu silahı en yüksek dozda Türkiye’de kullandıkları anlaşılmaktadır.
AÇILIM’da neden sınırsızlık var, bunu izah edebilmek için bunları da bilmek gerekir.
Çok ustaca ve düşmanca, ne hazindir ki kara bilim adamlarınca, hazırlanmış bir “Açılım paketi” ile karşı karşıyayız. “İçinde ne var açıklasınlar”, diye kimse artık sormasın. Bu pakette endişe duyacağınız her şey, aklın sınırlarını zorlayacak her şey var.
O pakette, artık Türkiye diye bildiğimiz, tadı tuzu bize ait olan bir ülkemiz de maalesef yok.
O pakette çocuklarımız için, Kürt-Türk-Arap, ayırımsız bütün çocuklarımız için çok kötü bir eğitim var. Eğitilsin diye okula gönderdiğimiz çocuklarımızın beyinlerini sınırsız dağıtma operasyonları var. Bunu biraz açmalıyım, uzmanlık alanımdır.
Okulları zihin çökertme aracı olarak kullanma:
2005’de başlatılan renkli ders kitapları, “sınırsız resim” silahıyla doludur. Kitapların her yıl yeniden basılıp geri toplanması ise, her yıl biraz daha silahın dozunu artırabilmek içindir.
Resim sanatında, “sınırsız resim olmaz, sınırsızlık beyni dağıtır” diye artık öğretilmeyen bir kural vardır. Örneğin, çerçeveli resim ya da sayfanın kenar boşluğu bunun içindir. Ders kitaplarında zemin ve mekân yok edildi.
Mekânı belirsiz, sınırı belirsiz resim olmaz; örneğin, masa havada durmaz, insan havada yürümez, araba havada olmaz, ayağın altında bir yer olacak. Resmin algılanabilir olması için, ZEMİN ve MEKAN birinci kuraldır. Zemini ve mekânı olmayan resim algılanabilir değildir, matematiksizdir. Örneğin insan çiziyorsan bu insan nerededir, evdeyse evin neresindedir, mutlaka mekân belli olmalıdır.
Böyle resimler matematiksizdir. Resmin ucu açıksa bu sınırsızlıktır, sınırsızlık beyni dağıtır. Eğer bir eğitim kitabına böyle resim konuyorsa, bu çocuklarımızın hangi tehlike altında olduğunu siz düşünün. Böyle resimlerle dolu bir kitapta düzeltme yapılmaz, kaldırıp çöpe atılır ya da yakılır!
Şimdi açın bakın çocuklarınızın ders kitaplarına, göreceksiniz ki bütün resimler sınırsız; yarım, eksik, boşlukta, asimetrik, uyumsuz, bozuk, tatsız tuzsuz.
Hepimiz çok iyi biliriz ki, tatsız tuzsuz yiyecekleri beynimiz hafızaya almıyor ve biz de onları “besin” olarak kabul etmiyoruz ve bunun eylemi olarak onları yemiyoruz. Öyleyse bu kitaplardaki bozuk resimleri neden çocuğumuza yedirmeye çalışıyoruz?
23 Nisan yerine 29 Nisan yazılı olan takvimde bu yanlışı gören Haber Ajans muhabiri bunu haber ettiğinde aslında hepimizi test etti. Çünkü aynı sayfada bir sürü yanlış resim daha vardı, onları göremedik.
Sayfayı kısa süre ekranda tutarken görebildiklerim:
1- O takvim bir masa takvimiydi, ama bir masa üzerinde değildi, boşluktaydı.
2- Takvimin bir kenarı hiç çizilmemişti, ucu açıktı.
3- Takvimin yanında iki çocuk birlikte Atatürk resmini tutmuşlardı. Çocukların ayakları dizden aşağı yoktu.
4- Çocukların kendileri çevrelenmemişti, boşluktaydılar. Büyük çizilen çocuğun düşsel ayak boyu sayfanın alt kenarından dışarı taşardı!
Çerçevesiz ve sayfa kenarına dayanan resimler otomatik olarak sınırsızdır, beyni dağıtır. Ayrıca, renkli ders kitaplarında “kenar çizgisi” kavramı kaldırılarak bütün sayfalar sınırsız hale getirildi.
5-Çocuklardan biri ötede durduğu halde berikinden daha büyük çizilmişti, asimetrik bir durumdaydılar. Hiza olarak yan yana duramaz, birlikte resim tutamazlardı.
6- Atatürk 23 Nisan günü boşluktaki bir resmin önünde ne yapardı? Anlamsızdır.
7- Bu resimler sayfanın alt yarısındaydı, üst yarıda olmaları gerekirdi. Metin resmin üzerine değil altına yazılır. (Kuralsızlık algılanabilir değildir.)
8- Atatürk resmi sayfanın üst kısmında olmalıydı; anımsayalım, aşağıdaki resim değeri düşük olandır.
9- 23 Nisan haftasında sınıf süslenirken Atatürk’ün resmi bir yere konur ve orada etrafı süslenir. Oysa bu sayfada Atatürk resmi bir yerden bir yere taşınırken resmedilmişti, ortada sınıfın süslendiğine dair bir işaret yoktu.
10- Masa takvimi, Mustafa Kemal’in resminden de, çocuklardan da büyüktü.
11- Sayfadaki bütün resimler birbiriyle orantısızdı. Bu kadar orantısız resimlerden beynin alacağı hiçbir kayda değer bilgi yoktur. Çünkü, matematiği bozuk resimleri beynimiz kaydetmiyor! (Bu yüzden Atatürk’ün bütün resimleriyle dijital ortamda oynadılar.)
Eğer Atatürk resmini yakından görme olanağım olabilseydi onda da ne oynamalar yapıldığını tespit edebilirdim. Çünkü bozmadıkları resim bırakmadılar.
Metinde ne yanlışlar vardı bilmiyoruz ve şimdi soralım:
Bu sayfada hangi değerleri kazandı çocuğumuz? (Kocaman bir hiç!)
Hangi değerleri kaybetti çocuğumuz? (Bunun cevabı yürek sızlatır, onun için cevapsızdır.)
Peki, zihinsel gelişimine ne destek verdi bu sayfadaki resimler? (Maalesef on yıl sonra bu beyinlerde ot yeşermez!)
TRT Çocuk’ta çocuklarımıza ve kültürümüze sınırsız saldırı:
1- “Gece bahçesi” adlı programın yaşamla bağı yoktur; örneğin adı bile asimetridir, bahçe gündüze dair bir kavramdır. Örneğin, kedi yere dört ayağının üzerinde düşer, ama çizgi-öyküde kedi yere çakılıp ölüyor. İnsan havada yürümez, yürüyor.
Doğru seslendirilmiş tek konuşma yok, çocuklar dil öğrenemiyor. Canlandırmalarda ritmik olan hiçbir hareket yok; her şey çarpık çurpuktur. (Ritmik olmayan hareketler öğrenilebilir değildir. )
2-Bu programda, bütün eski masallar bozuluyor. Örneğin, Keloğlan masalının sonu “onlar ermiş muradına” ile bitmiyor, “ Keloğlan toprağın altını merak ediyordu, açtı toprağı oraya girdi” gibi ile bitiyor. Bu, yarım kalmışlık duygusu verir, çocuk için de, yetişkin için de bu bitiş kâbustur! Bir öykü bitiş duygusuyla, yani rahatlama verecek şekilde bitmezse, boğazında lokma kalmış gibi olur. Örneğin bir çizgi-öyküde, insan suya dalıyor ve sudan çıkmadan öykü bitiyor. Bu, “eyvah boğulacak” duygusu verir; çok zalimcedir.
3- Bir öyküde iyi karakter mutlaka olmalıdır, ki çocuk onunla empati kuracaktır. Bir tane bile iyi karakteri olmayan öyküler veriliyor. Bu yolla, sınırsız ezilmişlik, zavallılık ve aşağılanmışlık duygusu pompalanmaktadır.
4- Bir an çok uzaktan görüntülenen bir resim, saniye geçmeden çok yakından, adeta burnunun dibinden resmediliyor. Oysa, algılama hızından daha hızlı geçen resimler beyin dağıtır, göz-beyin bağlantısını bozar. Çocuklarımızın görme duyuları sınırsız bombardıman edilmektedir.
5- Algıya sınırsız saldırı var. Örneğin, bir kulenin tepesini uzak çekim yaptırıp, sonra tepeye yaklaşıldığında orada bir masada “hortlak kuklası” yapan biri hortlak yapımını öğretiyor. İnsan o masadaki çalışmayı izlerken, kendini kulenin tepesindeymiş gibi düşünüyor, bu sırada fiilen baş dönmesi yaşanıyor.
6- Oğuz Türk atalarımızın adı olan “Şaman” (Osman’ın kökeni) gibi yüceltici adlarımız, kötülük yapan insan rolünde kullanılıyor. Rusya’daki Tatar boylarının en değerli kadın ata adı olan Tatiana (Dede ana, Dedeanalı) adı, yerel ağızla “Tatuni”, kötü rolde kullanılıyor.
7- Nevyork film piyasası bu işin başındadır. Örneğin, “Asteriks ve Obeliks”, Sezar’a karşı savaşan Kafkasyalı, Kaşgari Oğuzların Darius (İstar/Toros) hanedanından iki komutandır. Biri şimdiki İspanya’nın kuzeyindeki Asturya eyaletinde, diğeri Bazileus (Laz Başı, Başoğuzlu) Anadolu Birleşik Ordularının komutanı imparator OPATOR VI.Mitri Date’dir. VI.Büyük Bedri, hani parasında ay-yıldız olan, hani Antep Zeugma’daki MOHTİ OĞUZ!
MÖ.1.yy.da Roma yağmacı ordularına direnen bu iki büyük kralın efsanelerini yıkmak için MİLAT ilan etmeleri yetmemiş gibi, 2 bin yıl sonra da onlardan kalan izleri uyduruk bir çizgi-öyküye koyarak, gerçeğin dışına çıkartarak, kayıtlarını silmeye devam ediyorlar.
Obeliks adı, ilk dikilitaşları yapan Opalı Oğuz/Belkız, yani Oğuz-Beli kuran, şehrin ortasına kurucu kralın anıtını diken Oğuz Opa (Oğuz ağabeyi) kültüründen gelir. Obelisk adı, “Türkler göçerdi, yörüktü, çobandı” diye batının aşağıladığı, barbar dediği, o kültürün şehir kurucular olduğunu ispatlar. Bütün şehir adlarında o nedenle OPOLİ /BELİ /BEL benzeri. ekler vardır. Anadolu’da pek çok Oğuz Beli, Bolu ile Beyli, Eli ekleriyle biten yer adları vardır.
8- Nemrut dağındaki açık hava anıt müzesinde bulunan, Oğuzoğlu (Oğuz Analı, Anati-Kos) Selevkos komutanlarının heykellerini, 2 bin yıldan beri Tanrı başıymış gibi anlatmaları yetmiyormuş gibi, TRT Çocuk programında onlardan ürkütücü çizgi-öykü yaptılar. Heykelin gözlerinin içinde ışık yaktılar, canlıymış gibi hareket ettirdiler.
Bu yapılanları, Ata Kültürümüze ve “tarihimizi sınırsız saldırı” olarak düşünmelidir.
Sonsöz:
TRT’ye bu programı getiren de, okullara renkli ders kitaplarını getiren de şimdi iş başında bulunan hükümettir. Bütün bunlar, Hüseyin Çelik’in “otomatiğe bağladık” dediği SINIRSIZ AÇILIM PAKETİ içindeydi ve bize “hazmettire hazmettire” yutturdukları için farkına varmıyorduk.
Ucu açık ders kitaplarını hazırlayan “çok parçalı beyinci” sözde profesörlerimiz bu işin içindedir. Onları Talim ve Terbiye Kurulunun başına getiren de şimdiki hükümettir.
Eğer malûm “açılım” paketi de sınırsızca, ucu açıksa, bozuk yap-boz oyunu gibi kucağımıza konmuşsa, ya da ortada belli bir paket yok ama bunu varmış gibi tartışmamız isteniyorsa, bu sırada içine nelerin daha sığabileceğini güç dengeleri belirleyecekse, yani CİA bizim beyinlerimizi ne kadar dağıttığını test ediyorsa…
Siz de denizin ortasında küreksiz kaldığınızı hissediyorsanız ve kendi ellerinizden başka size yardım edecek hiçbir şey yoksa, kayıktan atlayıp kıyıya doğru var gücünüzle kulaç atmaya var mısınız?
Ne dersiniz, yeteri kadar açıldık, kalan beynimizi bir toplasak da, şu ders kitaplarını yakarak bir başlasak mı?
Sevgiyle
Mahiye Morgül