Mecliste armut toplayan muhalefete...
AKP, KEMALİST DÜZENİ YERLE BİR EDERKEN,
MUHALEFET ARMUT MU TOPLUYORDU?

Bu olay karşısında İsmet İnönü, “eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz…” diyerek, tarihe geçen o ünlü sözünü söylemişti.
O günleri mumla arıyoruz şimdi.
Her yanı eşkıyalar sardı. Kum gibi. Giderek daha da çoğalıyorlar. Diledikleri gibi at koşturuyorlar.
Yolsuzluk, haksızlık, vurgun, soygun, talan almış başını gidiyor. Tertiplerle, düzmece senaryolarla dilediklerini içeriye atıyorlar, dilediklerini 24 saat dinliyorlar. Çöreklendikleri talan düzenini, ele geçirdikleri koltukları kimselere kaptırmak niyetinde değiller…
Bu talan düzenine, ortaçağ kalıntılarına, şeriatçı yürüyüşe kim baş kaldırıyorsa, kim Türkiye’nin bağımsızlığından, Atatürk devrimlerinden yana tavır alıyorsa, kim ABD’ye karşı çıkıyorsa, kısaca kim iktidara muhalefet ediyorsa, hemen “Sivil Darbe Karargâhı” kolları sıvıyor, harekete geçiyor. Onları “Ergenekonculukla”, “Balyozculukla” suçlayıp, hedef tahtasına yatırıyor. Ondan sonra gelsin ihbar mektupları, ıslak imzalar, CD’ler… Yalancı tanıklar… Gelsin tutuklamalar, gözaltılar…
İktidar, günümüzde de zorba yöntemlerle kendi hukukunu oluşturma mücadelesine devam ediyor. Türkiye hukuk devleti olmaktan çıktı artık. Korku imparatorluğuna dönüştü.
Gün geçmiyor ki kahvaltılı bir medya toplantısı yapılmasın. Gün geçmiyor ki yeni yönlendirmelerle basına yeni bir balans ayarı verilmesin.
Gazeteler, televizyonlar “Başımıza bir iş gelmesin” diye şehit haberlerini bile yazmıyorlar. Cumhuriyet Bayramı”nın iptaline tepki olarak yürüyen milyonlardan tek satır söz etmediler.
HSYK, yargının başında Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Dilediği savcıyı, hâkimi görevden alıyor, dilediğini istediği makama terfi ettiriyor. Sıkıysan iktidarın beğenmediği bir karara imza at. Sıkıysan gerçek hukukun kurallarını uygula. İşte o zaman ölümlerden ölüm, sürgünlerden sürgün beğen…
Uzun sözün kısası, yargı bütünüyle teslim alındı. Siyasallaştırıldı. Birkaç dürüst, yurtsever yayın organı dışında medya da bütünüyle teslim alındı. Cemil Çiçek’in medya temsilcileri ile yaptığı toplantıda, bir gazeteci, “Burada konuşulanları yazabilir miyiz” diye soruyor. Bakar mısınız? Gazeteciliği, gazetecilik onurunu ne hale getirdiler.
Hapishaneler emekli, muvazzaf komutanlarla dolduruldu. 2002’de sesi soluğu çıkmayan PKK artık özerklik ve toprak talep ediyor. Türkiye Cumhuriyetine meydan okuyor. Irak’ın peşmergeleri el üstünde. Türkiye’yi yol yaptılar. Amerika, AKP’den ve PKK’dan ziyadesiyle memnun… Bölünmüş bir Türkiye’yi işgal etmek için sabırsızlıkla bekliyor…
AKP, hedefine ulaşabilmek uğruna başından beri sebatla, inatla, çeşitli tertiplerle, ABD desteğinde, kesintisiz bir mücadele verdi. Yoluna devam etti. Ediyor…
Peki, bütün bunlar olup biterken, yani AKP, 9 yılda Kemalist düzenin altından girip üstünden çıkarken, muhalefet ne yapıyordu? Armut mu topluyordu?
“Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağım…” yeminine sadık kalarak, gereğini yerine getiriyor muydu, yoksa sadece konuşuyor muydu?
Hani derler ya, “Ağzı olan konuşuyor…” Evet, o sadece konuşuyordu.
Grup toplantılarında laf üretiyordu.
Ilımlı İslamcılar, Amerika ile sırt sırta verip Türkiye Cumhuriyetinin yapısını temelinden değiştirirken, Ulusal Kurtuluş Savaşının tüm kazanımlarını birer birer yok ederken, 88 yıllık Cumhuriyet Bayramını halka yasaklarken, muhalefet yine konuşmaya devam etti.
Konuştu… Konuştu… Konuştu…
Ve ne yazık ki Türkiye’nin ılımlı İslam düzenine geçmesine engel olamadı. “Ben dedim, sen dedin” gevezelikleri ile Türkiye’nin 9 yılını çöpe attı. Boşa harcadı. Hâlâ da harcamaya devam ediyor.
Canı çektiğinde, Başbakan da, Millet Meclisi Başkanı da medyayı toplayıp emirler yağdırıyorlar, balans ayarı yapıyorlar. 88 yıllık Cumhuriyet bayramını iptal ediyorlar… Avukatların savunma süreleri 15 dakika ile sınırlandırılıyor, 10 ay gibi kısa bir sürede 177 hâkim işini terk ediyor, bizim muhalefette çıt yok.
AKP artık, yeni “Ilımlı İslam Düzeni”nin anayasasını hazırlamak için kolları sıvamış durumda. Bu anayasa aynı zamanda bir “Bölünme Anayasası”, bir “Ilımlı İslam Devleti Anayasası” olacak. Ama içinde “Türk” olmayacak.
Şimdi biz sıradan bir vatandaş olarak hem CHP hem MHP milletvekillerine sesleniyoruz:
“Artık oyuna gelmeyin. Bölünme anayasasına ortak olmayın. Bırakın AKP, BDP “bölünme Anayasası”nı kendileri yapsınlar.” Kendi bataklıklarında boğulsunlar… Hesabını kendileri versinler.
Çünkü onlar siz olsanız da olmasanız da bu anayasayı yapacaklar. ABD’ye, PKK’ya verilmiş sözleri var. Çünkü Onlar siz olsanız da olmasanız da ilk üç maddeyi kaldıracaklar.
Şimdi özellikle CHP milletvekillerine sesleniyoruz:
İçerisinde “Türk” sözcüğü bulunmayan bu “Bölünme Anayasası”na karşı çıkabilmeniz için her şeyden önce içinizdeki AKP’lileri, BDP’lileri, yani Truva Atlarını, yani haşereleri temizlemeniz gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyetinin milletvekili hem ulusalcı hem bölücü olamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin milletvekili hem Atatürkçü hem Amerikancı olamaz. Hele hele, tarikatçı asla olamaz. Bu türden milletvekillerinin Atatürk’ün partisinde işi ise hiç olamaz.
9 yıldan bu yana laf ürettik.
Konuştuk… Konuştuk… Konuştuk…
Bu arada “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” Hem de rüzgâr gibi geçti.
Biz tozunda, talazında kaldık…
Ne dersiniz? Gevezeliği bırakıp, biraz da iş yapalım mı artık? Sırça köşklerimizden çıkıp, işçilerin, köylülerin, esnafın arasına karışalım mı?
Biraz da vatan savunmasına soyunalım mı? Kimsesizlerin kimsesi olalım mı artık?