"Onu anlayalım, öğrenelim yeter."


BİZ O’NU ÇOK SEVDİK! AMA?

SivriSinekCaz
'Figen ÖZEN '

"Büyük ölülere yas tutulmaz, matem gerekmez. Onları anlayalım, öğrenelim yeter."

Mustafa Kemal ATATÜRK

Mustafa Kemal Atatürk, bu söylemiyle bize açıkça “Benim ardımdan yas tutmanıza gerek yoktur. Önemli olan beni anlamanız, öğrenmeniz, devrim ve ilkelerime sahip çıkmanızdır.” demektedir.

Dünü şekillendiren, bugünü aydınlatan ve geleceğe ışık tutan Milli (Kemalist) Devrim’in önderi, Mustafa Kemal Atatürk’ün adeta bir vasiyetmiş gibi bize aktardığı bu söylemine sadık kalabildik mi?

O’nu anlayabildik mi?

O’nu öğrenebildik mi?

Devrim ve ilkelerini bir bütün olarak sahiplendik mi?

“Ya İstiklâl, Ya Ölüm” diyen Mustafa Kemal’in en önemli şiarına sahip çıkabildik mi?

Cumhuriyetçi ve Laik olduk. Hatta meydanlarda “Ne Şeriat -Ne Darbe” diyen konuşmacıları devrimci ilan edip, avuçlarımız patlayana kadar alkışladık, gırtlağımızı yırtarcasına bağırarak, onlara eşlik ettik.

O sırada başımızı çevirip baksaydık, meydanların uzak köşesinde, o büyük düşmanın, emperyal patron Amerika’yı bile avuçlarının içinde tutan, küresel çetelerin mutluluktan kahkahalar attığını görürdük.

Laiklik elbette dinsizlik değildir. Laiklik hurafeleri ret ederken, aklı ve bilimi temel alır. Laiklik dini kuralların ve dince kutsal sayılan duyguların istismarını engeller.

“Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması demek değildir. Laiklik vicdan, ibadet, din hürriyeti de demektir.”
1930 Mustafa Kemal

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının sesine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işlerini karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz.” 1926 Mustafa Kemal

Mustafa Kemal, laikliği akla ve bilime dayanan din ve vicdan hürriyeti olarak tanımlarken, bir başka söyleminde ise Müslümanlığın en makul ve tabii din olduğunu, son din olan İslamiyet’in akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olduğunu söylemektedir.

Müslümanlığın akla, fenne, ilme ve mantığa uygun bir din olduğunu söyleyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusunu, Mustafa Kemal Atatürk’ü din düşmanı ve/veya dinsiz olarak göstermek sadece pis bir cehaletin değil, aynı zamanda ihanetin de göstergesidir. Mustafa Kemal’in inancı Allah’la kendisi arasındadır. İnancını hiç bir zaman günümüz siyasetçileri gibi, reklam aracı yapmayacak kadar dinine saygılıdır.

Emperyalizmin en büyük düşman ilan ettiği Atatürk’ün kendi ulusu ile arasındaki bağı koparmanın en kolay yolu elbette Mustafa Kemal’i dinsiz ve tüm Kemalistleri de din düşmanı olarak ilan etmektir. Ve öyle yapılmıştır.

Laiklik ilkesi için Atatürk’ü en çok eleştirenler vatandaşlık bilincini bir türlü hazmedemeyen, emperyalizmin uşaklığına soyunan ihanet şebekelerinin artıklarıdır. İngiliz’in önünde secde edip, Kubilay’ı şehit eden Derviş Mehmet’in kalıntıları bu kin ve düşmanlıkla beslenmektedir.

Atatürk’ü çok seven bizler ise bu güruhun tuzağına düşerek, bir başka cephe oluşturduk. Oluşturduğumuz bu cephe ile onların Türk milletini laik-antilaik diye ayrıştırmalarına izin verdik. Gerçek dindarların, milli cepheden kopmasına neden olduk.

Biz O sarışın mavi gözlü adamı çok, ama çok sevdik. Ama anlayamadık. Sosyal paylaşım ağında, kandil ve dini bayramları kutlayanlara “Yaptığınız laiklik ilkesine aykırıdır.” diye karşı çıktık. Laikliğin, bireylerin hiç bir baskı altında olmadan dinsel inanç ve ibadetlerinin gereğini yerine getirilmesinin güvencesi olduğunu, halkımıza anlatmadık, anlatamadık. Çünkü biz de bilmiyorduk.

Bizim için laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıydı sadece…

Aklı ve ilmi temel alan, din ve vicdan hürriyetini koruyan, din istismarını önleyen laiklik ilkesini bile anlayamadık.

“İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir milletiz”

Halkçı olamadık. Halk bizim için tepeden baktığımız, zamanı gelince oy için kapılarını çaldığımız, eğitimsiz cahil kişilerdir.

Halkı eğitmek için hiç çaba göstermedik. Devletin, halk için var olduğunu unuttuk. Halk, devlet için var dedik.

Hatta doğru dürüst cumhuriyetçi bile olamadık. Cumhuriyeti, emperyalizmin en süslü, en parlak ve en aldatıcı aracıyla, demokrasi ile eşleştirdik.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin emperyalizme karşı kazanılan Bağımsızlık İhtilalı sonucunda, Padişah’a karşı gerçekleştirilen halkçı bir demokratik devrim olduğunu çok çabuk unuttuk.

Bunun yanı sıra Mustafa Kemal’in Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla ve devrimle kurduğu Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin vatan savunmasına dayalı anti-emperyalist bir devrim olduğunu hiç aklımıza getirmedik.

Hâlbuki Atatürk devrimlerinin tamamı, halkçılık çerçevesinde, halkın ihtiyaçları, çıkarları gözetilerek yapılmıştır.

Halkçılık toplumsal sınıf kavramının yerine, meslek gruplarının varlığını savunmaktadır.

Her şeyden önce Atatürk’ün halkçılık anlayışı, milletin kayıtsız şartsız egemenliğine dayanır. Halk devletin emrinde bir “TEBA” değildir. Devlet halkın emrinde ve hizmetindedir.

Osmanlı’da olduğu gibi bireyler kul, halk da ümmet değildir. Halkçılık, Cumhuriyetçilik ve milliyetçiliğin temelidir.

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Mustafa Kemal’in millet tanımının özü 10.Yıl Marşı’nın şu dizesinde özetlenmiştir.

“İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir milletiz”

O zaman Türkiye’de halklar yoktur, Türk milleti vardır.

1938′den bu yana var olan tüm hükümetler, halkçılığın olmazsa olmazı, ücretsiz kültür ve sağlık hizmetlerini görmezden gelmiştir. Özellikle “milli” olmanın gereğini unutan hükümetlerin desteklediği özel ve paralı okullar, “Halkçılık İlke“sinin fırsat eşitliğini yok etmiştir. Devlet, üniversite öğrenimi de dâhil, eğitimi bir kazanç kapısı olarak kabul etmiş ve ana görevini unutmuştur.

Bunun yanı sıra özellikle yabancı dilde eğitim yapan okulların artması ile Türk dili emperyal dillerin işgali altına girmiştir. Dil, yaşayan bir canlıdır. Dil sadece sözcüklerden ve dilbilgisi kurallarından oluşmamıştır.

Özellikle Türkçe, Türk’ün tarihi yazmasıyla birlikte etkinliğini göstermiş ve Türk’ün kimliğini belirlemiştir. Dil tarihtir, efsanedir, masaldır, şiirdir, şarkıdır, türküdür, bozlaktır, hoyrattır, deyiştir… Kısacası dil geçmiş ve gelecektir. Türkçe, Türk milletinin milli kimliğidir.

“… Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir… Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkını, ananelerini, hatıratlarını, menfaatlerini kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir.” Mustafa Kemal Atatürk

Ancak Türk milletinin kalbi olan Türk dili, makinelere bağlı ve suni teneffüs ile yaşatılan bir hasta görünümündedir. Çünkü görevleri Türk dilini, başka dillerin egemenliğine karşı korumak olan Cumhuriyet hükümetleri bu görevlerini yerine getirmemişlerdir. Sadece sömürgeleştirilen ulusların eğitim sisteminde var olan yabancı dilde eğitim, Türkiye’yi “sivil örümcek”in ağı gibi sarmıştır.

Türk dili üzerinde oynanan oyunlar, artık adım başı rastladığımız yabancı dilde yazılan mağaza tabelalarının, yarı Türkçe yarı İngilizce söylenen şarkıların çok ötesindedir ve daha vahimdir.

Türkçe, Türklerin ülkesinde bilim dili olmaktan yoksun bırakılmıştır.

Aynı durum, sağlık hizmeti için de geçerlidir. Her türlü eylem ve işlemde halkın çıkarını gözetmekle görevli olan devlet, özellikle 2011 Türkiye’sinde parası olmayan hastaya “öl” demektedir.

Toplumsal sınıfların çatışmasını değil, meslek gruplarının dayanışmasını esas alan halkçılık ilkesi, yönetim biçimi olarak, halkın temsilcilerini seçerek kendini yönettiği cumhuriyet rejimini öngörür.

Halkın temsilcisi TBMM’dir. Ancak, Meclis açıkken bile çıkarılan KHK’ler ile Meclis’in elinden temsil gücü alınmış, Yasama ve Yürütme tek bir kişinin egemenliğine terk edilmiştir.

Ayrıca Halkçılık ilkesi tüm devrimlerin temelidir. Halkı göz ardı ederek, öteleyerek ne devrim, ne de iktidar gerçekleşebilir. Ayrıca cehalet ne mektepte okumayla ne de diploma ile yok edilebilir. Atatürk devrimlerini ve O’nun tam bağımsızlık anlayışını özümsemeden aydın olunamaz.

Çünkü en büyük hainler diplomalı cahillerdir.

” Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kast etmiyoruz.”

” Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kast etmiyoruz. Kast ettiğimiz ilim ve hakikati bilmemektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek âlimler çıkabilir.” Mustafa Kemal Atatürk

Gerçek ihanetin odakları diplomalı cahiller ve alaca karanlık aydınlarıdır. Onların beyinleri kefenlenmiş, vicdanları satılmıştır.

Atatürk Devrimleri, diğer söylemiyle Milli Devrim sadece harf, kıyafet ve takvim devriminden ibaret değildir. Bunlar çok önemli ve Türkiye’yi çağdaş uygarlık seviyesine ulaştıracak adımların atıldığı devrimlerdir.

Ancak devrimcilik, devletin ve milletin içinde bulunduğu durumu saptayarak, Cumhuriyet’in kurucu felsefesini, tam bağımsızlık anlayışını göz ardı etmeden, geriye dönüş yollarını kapatırken, çağdaş gelişmelere uygun olarak, atılan milli adımlardır. Devrim “Milli” olmalıdır.

“Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir.”

Sanayi, Hukuk, Tarım, Kadın, Ekonomi, Eğitim ve benzeri tüm devrimler milli ve bağımsız olmak koşulu ile genç Türkiye Cumhuriyeti’ni “muasır medeniyetler” seviyesine ve hatta onların önüne taşımıştır.

1920-1938 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türkler tarafından, Türk milleti için yönetilen, Düyun-u Umumiye (Osmanlı’nın borçları) hariç hiç dış borcu olmayan, enflasyonu %0, büyüme hızı ise %8-9 olan tam bağımsız bir devlettir.

Devrim yasaları tüm yasaların üstündedir. Ancak 1939′da başlayan süreçle birlikte, özellikle günümüz Türkiye’sinde tüm devrim yasaları yok sayılmış, Türkiye hızla bir borç batağına sürüklenmiş, NATO ve benzeri kuruluşlarla askerin içine nifak sokulmuş, uluslararası antlaşmalarla Türkiye yarı feodal ve yarı sömürge bir devlet haline getirilmiştir.

Türkiye artık tarımda, sanayide, eğitimde, ekonomide, iç ve dış politikada dışa, emperyal güçlere bağımlı bir ülkedir.

Mustafa Kemal “Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir.” demektedir. Ancak bugün Türkiye’de hiç kimse ne özgür, ne de bağımsızdır.

Hele millet hiç de egemen değildir. Milletin egemenliği ilk önce bir Cumhuriyet Bayramı’nda Roma’da imzalanan AB Anayasası ile Avrupa’ya, daha sonra da Kanun Kuvvetinde Kararnameler’le Recep Tayyip Erdoğan’a devredilmiştir.

Bu Kararnamelerden güç alan siyasi erk, Milli (?) Eğitim Bakanlığı’nın görevlerinden Atatürk ilke ve devrimlerini öğretmeyi ve milliyetçi, vatansever bir nesil yetiştirmeyi çıkarmıştır.

Şimdi, Türkiye bu halde ise, yabancı güçler milleti dönüştürmüş ve ayrıştırmışsa, biz Mustafa Kemal’i anladığımızı iddia edebilir miyiz?

” Büyük ölülere yas tutulmaz, matem gerekmez. Onları anlayalım, öğrenelim yeter.” Mustafa Kemal Atatürk

Bu 10 Kasım’da gene Türk milleti Ata’sına koşacaktır. Anıtkabir’de “sap gibi ” duranların sonrasında, millet Mustafa Kemal’le kucaklaşacaktır.

Atatürk’e inanmayanlar, O’nu tarihten silmek isteyenler, Şeref Defteri’ne yalan beyanda bulunup, imzalarını atacaklardır.

Ama Hatice Teyze, ak tülbendi ile gözyaşlarını silip, Ata’nın huzurunda O’nun ruhuna Fatiha okuyacaktır. Genç kadın, içinden “Atam, Türkiye Laiktir, laik kalacaktır. Söz veriyorum.” diyecektir. Kızılcahamamlı Kore Gazi’si Hüseyin, elleriyle Mozele’yi okşayacaktır. Başörtülü Hanife Kadın, toprakla uğraşmakla çatlamış olan ellerini gökyüzüne kaldıracak, Atam, senin sayende ezanlar okunuyor, senin sayende namazımı kılıyorum. Nur içinde yat diyecektir.

Bir başka Gazi, Güneydoğu Gazi’si, protez bacağıyla hazır ola geçecektir huzurunda... Babasının omzundaki küçük çocuk, elindeki Türk bayrağını sallayarak, gülücükler yollayacaktır Ata’sına…

Karanfiller, kırmızı-beyaz binlerce karanfil Mozele’nin üzerine sevgi pınarı gibi akacaktır. Kuyruğun sonundaki yaşlıca bir kadın, sıranın kendisine gelmesini bekleyecek, huzurunda saygı duruşuna geçecek, dualar mırıldanarak, elindeki bir demet menekşeyi Mozele’ne bırakacaktır.

Dimdik, hazır olda durarak şunları söyleyecektir sana… “Ya İstiklâl, Ya Ölüm Gazi Paşam”

Ve sen Atatürk’üm, sen ve Kuvva-i Milliye şehitleri cennetten aralarındaki tüm ayrılıkları öteleyerek huzurunda bir araya gelen tüm cenahların, Türk milletinin ayak seslerini dinleyeceksiniz.

Sesleneceksiniz onlara…

Milli Yemin’i unutmayın!..

Nedir Milli Yemin?

Ya İstiklâl Ya Ölüm!

Ahval ve şerait ne olursa olsun, Milli Yemin’i unutmayalım.





.
➽ Paylaş:
“AKP karanlığının erişim yasağı ile engellediği SivriSinekCaz'a ücretsiz Opera VPN ile kolay ve sorunsuz erişebileceğinizi biliyormuydunuz?..”
Okurlara..
.com/img/a/