AKP'nin sağlıkta çöküşü hareketleri!
Sağlıkta dönüşüm programı halka anlatılırken ise bunun bir Dünya Bankası projesi olduğu gerçeğinden hiç bahsedilmiyor. Sağlık Bakanı, ardında Dünya Bankasının ve sağlık hizmetlerinin bütünün piyasalaştırmasının durduğu bu projenin "Türkiye'ye özgü ve yerli bir proje" olduğunu anlatıp duruyor.AKP hükümeti döneminde sağlıkta piyasalaşma ve özel hastane sayısı hızla artarken, Genel Sağlık Sigortası'na geçilmesiyle birlikte AKP ile özel hastaneler arasında gerilim olduğu izlenimi doğmuştu.
Oysa AKP'nin, sağlıkta soygunu belgeli hale getirmeye çalıştığı görülüyor.
AKP hükümetinin 1 Ocak 2012 tarihi itibarıyla GSS'yi uygulamaya koymasından sonra, sağlık alanında attığı adımlardan biri de özel hastanelere yönelik oldu. Özel hastanelere kimi kısıtlamalar getirdiği ileri sürülen adım, geçmiş dönemde zaman zaman Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile özel hastaneler arasında bir gerilim yaşanıyormuş izlenimi uyandırılan gelişmelerde olduğu gibi, tartışma yarattı.
SGK ile özel hastaneler arasında yapılacak 2012 yılı sözleşmeleri için yeni şartlar getirildi. Gerilimin kaynağında ise, özel hastanelerin kârlılıklarının düşeceği yönündeki itirazları ve eski dönem sözleşmelerinin süresi 17 Ocak günü dolmasına rağmen, ülkedeki "zincir" hastanelerden küçüklerine kadar 530 özel hastanenin yarısının SGK ile sözleşme imzalamaması var. Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD), "özel sağlık kuruluşlarına yaşama şansı bırakmayan, sektör taleplerinin hemen tamamının dikkate alınmadığı bir sözleşmenin imzalanmasının sıkıntı oluşturacağı"nı iddia etmişti.
"Belgeli soygun" dönemi
Yaşanan gerilim üzerine ve yeni pazarlıklar için süre kazanmak amacıyla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile özel hastaneler arasında yapılan görüşmelerde 2012 sözleşmesinin süresinin 5 Şubat'a çekildiği belirtildi. Bu durumda, Mart ayında uygulanmaya başlanacak olan 2012 yılı sözleşmelerine göre, özel sağlık kuruluşları uygulanan işlemlerde alınan ilave ücretin 100 TL'nin üzerinde olması durumunda hastalara ayrıntılı fatura vermek zorunda kalacak. 100 TL'nin altındaki işlemlerde ise, fatura verme işi hastaların isteğine bağlı olacak. Hastaların, "kendilerinden fazla ücret alıp almadığını anında görebileceği" öne sürülen bu uygulamayla, özel hastaneler bu şartı yerine getirmedikleri her bir işlem için 3 bin lira cezayla karşı karşıya kalacak.
"Hekim başına saatte 10, günde 60 hasta mı? Batarız!"...
İşte yıllardır hem hastaları hem de SGK'yı dolandıran, dahası sağlık alanını tamamen piyasalaştırmış AKP hükümeti tarafından kollanıp gözetilen özel hastanelerin en önemli itiraz noktalarından biri, soygunun belgeli olması yönündeki bu yaptırımlar... Bir diğeri ise, özel hastanelerde çalışan hekimlere bir saatte en fazla 10 hasta, bir günde en fazla 60 hasta muayene etmeleri yönünde sınırlandırma getirilmesi. Görülen, özel hastaneler çalıştırdıkları hekimlerin emek zamanından maksimum fayda elde etme isteklerinin sınırlandırılmasına da karşı geliyor, bir saatte 10 hasta bakacak hekimi yeterince verimli bulmuyorlar. Anamnez (sorgulama) ve muayenesi 10 dakikanın altında kalan hastaların ne denli niteliksiz bir sağlık hizmeti aldıklarının hesabını vermeye ise hiç istekli görünmüyorlar.
Kamu hastanelerinde hastalarına 5 dakika bile ayıramaz hale gelmiş hekimler bir yanda dururken, özel hastanelere getirilen 10 dakika sınırına yapılan itirazlar, özel hastanelerin, AKP hükümetinin özel hastanelerin imajının kamu hastaneleri aleyhine parlatılması ihtiyacını dikkate almayacak denli "sürümden kazanma" hırsına işaret ediyor.
AKP bunları halk için mi yapıyor?
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, özel sağlık kuruluşlarının yöneticilerini toplayarak Sosyal Güvenlik Kurumu'nda yaptığı ve sözleşme imzalama süresinin 6 Şubat'a uzatılması kararı çıkan toplantının basına açık bölümünde, yeni dönem sözleşmelerdeki yaptırım kararların "hasta memnuniyetinin sürdürülmesi için" alındığını söyledi. Özel sağlık kuruluşlarının soygunculuğunun yurttaşların şikayetlerine ve çeşitli davalar açmalarına konu olduğu bilinirken, "hasta memnuniyeti"in Faruk Çelik tarafından, alınan sağlık hizmeti ile değil, soygunun miktarı ile tanımlanması ayrı bir garabet. Dolayısıyla özel sağlık kuruluşlarına yaptırım olarak sunulan yeni kararların amacının da soygunu biraz olsun "kabul edilebilir" sınırlara çekmek olduğu anlaşılıyor.
Özel hastanelerin, SGK tarafından çıkarılan Sağlık Uygulama Tebliği’nde belirlenen teşhis ve tedavi ile ilgili ücretlendirmeleri düşük bulup kabul etmeyerek, tebliğlerde öngörülenden fazla fark ücreti almasına getirilen cezalar nedeniyle SGK'yla sözleşmelerini yenilemek istememeleri, kamu kaynaklarından bugüne kadar aldıklarından daha fazlasını almak istediklerini gösteriyor. Sağlık hizmetini herkese cebinden para çıkmadan sunacağını propaganda eden AKP hükümetinin kamu kaynaklarını özel hastanelere aktarmasının adını "halktan çalmak" olarak koyamayan medyada ise konu hakkında sade suya tirit haberlerden geçilmiyor,
Özele devasa kaynak akışı
Bilindiği üzere, özel sağlık kuruluşları hastalardan yüzde 30 ila yüzde 70 arasında fark ücreti alabiliyor. 2012 yılı sözleşmesinin şartlarının ise, hastalardan bu fark ücretleri dışında para alınmasını önlemek için getirildiği söyleniyor. Hırsızlığın boyutuna ilişkin ne Sağlık Bakanlığı'ndan ne de SGK'nın bağlı olduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan ifşa edici açıklamalar yapılıyor. Fakat resmi açıklamalar, soygunun boyutlarını da ortaya koyuyor.
Kamunun tedavi giderleri 2002 yılında 10 milyar lira iken, 2011 yılında 45 milyar liraya çıkarak 4.5 kat, kamunun özel hastanelere ödediği fatura ise 564 milyondan 6.4 milyar TL’ye çıkarak, 11 kat artış gösterdi. Kamudan özele aktarılan kaynağın büyüklüğü bu derece açık.
Model şampiyonu Sağlık Bakanlığı...
Geçtiğimiz günlerde Akşam Gazetesi'nden Özlem Akarsu Çelik'e verdiği röportajda, "biz özel sektörün potansiyelini, hizmet kabiliyetini vatandaşa hizmete dönüştürdük" diyen Sağlık Bakanı Recep Akdağ, uzun zamandır sağlık alanındaki yapısal dönüşümlerin AKP iktidarının yarattığı bir model olduğu iddiasını dillendiriyor.
Sağlıkta dönüşüm programı halka anlatılırken ise bunun bir Dünya Bankası projesi olduğu gerçeğinden hiç bahsedilmiyor. Sağlık Bakanı, ardında Dünya Bankasının ve sağlık hizmetlerinin bütünün piyasalaştırmasının durduğu bu projenin "Türkiye'ye özgü ve yerli bir proje" olduğunu anlatıp duruyor.
Oysa, ülkedeki kamu sağlık sisteminin çökertildiği, kamudan ayrılan kaynaklarla özel sağlık sermayesinin birikim ihtiyacının karşılandığı bu modelin kredilendirilme projesinin Dünya Bankası tarafından yürütüldüğü, Dünya Bankası'nın serbest bırakacağı kredi dilimlerini de aşamalı denetimlerle kontrol ettiği biliniyor. Projenin ilk ayağı, 2004-2008 yıllarını kapsayan P074053 nolu 60 milyon 610 bin dolarlık kredi dilimi paketiyle gerçekleştirilmişken, 2009-2014 yılları arasını kapsayan P102172 nolu 73 milyon 130 bin dolarlık kredi dilimi paketi de uygulamada.
Medya ise tüm bu dönüşüm sürecinin Dünya Bankası'nın yanı sıra, IMF'nin, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlarını dayatması olduğundan habersizmiş gibi davranıp, sağlık alanının toplum aleyhine toptan çöküşü karşısında, AKP hükümetinin söyleminden bağımsız davranamıyor.
.