Biz Kemalistiz, devrimciyiz, cumhuriyetçiyiz...
Bir Pazar sabahıydı
Ankara kar altında
Zemheri ayazıydı
Yaz güneşi koynunda..
…..
Uğur’lar olsun, Uğur’lar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın oldun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun…
Gerçekten Ankara çok soğuktu o sabah. Başkent kışlarının gri ve bulutlu havasıyla çelişkili bir güneş, bu griliği yarmaktan çok sanki bir yiğit yolcuyu kucaklamak istercesine parlıyordu gök yüzünde.
Camlar, sular, yollar buz tutmuştu zemherinin ayazında.. Sonra bir haberle yürekler de buz tuttu bir daha çözülmemecesine… Uğur Mumcu öldürülmüştü. Gazi Osman Paşa-Karlı Sokak’a doğru bir koşu başladı Ankara’da… İnanmak istemeyenler bu kara habere, Karlı Sokak’taki o vahşetin tablosu ile gerçeği kabul etmek zorluğunu paylaştılar yüreklerinde…
Acı, nefret, isyan.. Devlet ricali, siyasiler hepsi oradaydılar. Karlı Sokak’ta karların üzerinde parçalanmış bir Renault 12, kırık bir gözlük, kan lekeleri…
Sonra hep bir ağızdan söz verdiler Karlı Sokak’taki tüm Uğur’lara… “Failleri yakalanacaktır.”
Kimdi bu cinayetin failleri? İslami Hareket Örgütü, İBDA-C, İslami Cihat, MOSSAD ve/veya Selâm Örgütü mü? İran mı, İsrail mi?
Yoksa üçlü şer örgütü Ferhan Özmen, Oğuz Demir, Necdet Yüksel mi bu cinayetin suçlusu?
Öyle ya bu üçlü hazırlamış Uğur’un arabasına konacak C-4′ü… Üstelik Oğuz Demir bombayı arabaya koyarken, Necdet Yüksel gözcülük yapmış, Ferhan Özmen sokağın köşesinde araba içinde beklemiş onları..
Tamam işte katiller… Gerici ve dinci örgüt üyeleri… Kahrolsun Şeriat… Bitti değil mi? Seneler sonra Uğur Mumcu’nun katileri yakalandı öyle mi?
Hayır, yakalanmadı. Eğer doğruysa cinayetin sadece tetikçisi ve/veya tetikçileri yakalandı.
Gerçek katil serbest ve cinayetlerine devam ediyor. Hiç durmamacasına…
Kendi deyişiyle “Sakıncalı Piyade“ Mumcu, “polis-mafya-siyaset- Barzani-Öcalan-CIA-MOSSAD” ilişkilerinde keskin kalemini dolaştırıyor ve aralarındaki bağlantıyı korkusuzca açıklıyordu.
Bu bağlantıların toplandığı tek merkez, emperyal patronun ülkesiydi.
O zaman Uğur Mumcu suçluydu.(!)
Tıpkı Prof. Dr. Muammer Aksoy, Doç. Dr. Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve tüm devrimciler gibi Uğur’da susturulmalıydı.
Suçları küresel çetelerin kabul edemeyeceği kadar büyüktü.
Onlar Kemalist, anti-emperyalist ve ulus devletin savunucuydular. Dini siyasete, ticarete ve yabancılarla işbirliği kurmaya alet eden mürtecilerin yüzlerindeki maskeyi düşürüyorlardı.
İkinci cumhuriyetçilere karşı Mustafa Kemal’in Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla kurduğu Cumhuriyet’i korumak ve halkı aydınlatmak adına kalemlerini kullanıyorlar, haklarında çıkarılan ölüm fermanına rağmen, cepheyi terk etmiyorlardı.
Emperyalizmin fabrikasında üretilen kara kağıtlara kanla ölüm fermanları yazıldı. Bir ucu dışarıda, bir ucu içerde Kürt Nemrut Mustafa Divanı örneği, divanlar kuruldu.
Divan başkanı “Büyük Abi“ kalemini kırdı. İdam fermanı onaylanmıştı.
Aynı hüküm, ulusal Bağımsızlık Savaşı’nda Mustafa Kemal ve Kuvva-i Milliyeciler için de verilmişti.
Amaç aynıydı. BÖL ve YUT… Bu yiğitler küresel çete baronlarının çıkarlarına ters düşen gerçek aydınlanma savaşçıydılar.
Eğer hayatta olsalardı, en başta Mustafa Kemal ve bu yiğit aydınlarımız, işbirlikçi dinciler, Hristiyan misyonerleri, Haçlı ordularının para baronları, Türkiye’yi Pensilvanya’dan yönetmeye kalkan ABD vatandaşı yalancı şeyhler, sivil anayasacılar, liberal demokratlar, dönme solcular ve ileri demokrasiciler için gene “suçlu” kabul edilecek ve onlar için “Katli Vaciptir” denilecekti.
Tıpkı Kubilay, tıpkı Eşref Bitlis, tıpkı Gaffar Okan, tıpkı Danıştay2.Daire Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin gibi…
Devrim tarihine kanlarıyla imza atan bu yiğit aydınlarımızın gerçek katilleri bulundu mu?
Katil kim? Katil… Katiller…
Onlar tıpkı cehennem zebanileri gibi, ülkemizi gayya kuyusuna çevirmek için üç çatallı mızraklarını gizleyerek ülkemizi işgal etmek adına “ileri demokrasici” kesilmişlerdir.
Gerçek katil yanı başımızda…
O, gazetelerde köşe yazarı, televizyonlarda yorumcudur.
O, vatan topraklarını, bankalarımızı, madenlerimizi satın almıştır.
O, CFR’nin, NED’in onayıyla iktidarlara şekil vermiş, içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu yirmi iki İslam ülkesinin sınırını değiştirecek BOP için eşbaşkanlar atamıştır.
O, Oval Ofis’te eline aldığı kalemle Ergenekon senaryosunun altına imzasını atmış, Hasdal ve Silivri’nin anahtarını yetkililere teslim etmiştir.
O “Arap Baharı”nı, küresel aktörlerin aktörlerinin dublörleri ile devreye sokmuş, Kuzey Afrika’dan Suriye’ye kadar ortalığı kan gölüne çevirmiştir.
O, Türk ordusundaki Generalleri “Atlantikçiler- Milliyetçiler ve Avrasyacılar” diye fişlemiş, tutuklanacak generalleri listelemiştir.
O, ülkemizdeki siyasi partileri, demokratik kitle örgütlerini ele geçirmiş ve gibileştirmiştir.
O, yazılı ve görsel basını kullanarak insanlarımızın beyinlerini kefenlemiş, onları ayrıştırarak kardeşi, kardeşe vurdurmuştur.
Katilin adı emperyalizmdir.
“Ilımlı İslam“ın ve “Yeni Osmanlı Projesi“nin ağa babası, etnik milliyetçiliği körükleyen, “ana dil”de eğitimin ve “Yerel Yönetimlerin Güçlendirilme“sini savunan emperyalizm ve onun tüm işbirlikçileri Kemalist aydınlarımızın katilleridir.
Katil yanımızda, yanı başımızda, hatta içimizdedir.
Gene bu 24 Ocak’ta meydanlarda toplanacak “Şehitlerimizi Unutmadık- Unutturmayacağız” diye haykıracağız. Bununla da yetinmeyip, fesybuk sayfamıza Uğur’un fotoğrafını koyacağız. Belki salonlarda toplanıp, bu konuda yapılan aydınlanma söyleşilerine katılacak, konuşmacıların söylediklerini avuçlarımız patlayana kadar alkışlayacağız.
Sonra… Sonra evlerimize gidip, bilgisayarın başına oturacağız.
Yetti mi? Yeterli mi?
Susarsak, ülkemizdeki oynanan kirli oyunlara seyirci kalırsak, Ali Kemallerden, Molla Mustafalardan, Şeyh Sukutilerden, Derviş Mehmetlerden, Altan kardeşlerden, Ilıcaklardan, Çandarlardan ve benzerleri tüm işbirlikçilerden ne farkımız kalır bizim?
Sistem tarafından fişlenmişiz bir kere… Kemalistiz- Devrimci’yiz diye…
“Bir mezar taşı” gibi suskun olmaktansa, emperyalizmin bu rezil işgaline karşı çıkmalıyız ki zamanı geldiğinde, “Yiğidim, aslanım burda yatıyor.” türküsünü söylesinler arkamızdan…
Ayrışmanın değil, birleşmenin zamanı…
Kemalist (MİLLİ) Devrim’i yeniden inşa edip, tam bağımsız Türkiye’nin bayrağını Ankara Kalesi’nde dalgalandırmanın zamanı…
Tüm milli bayramlarda direniş bayrağını bütün ülkede göndere çekmenin zamanı…
Kazanmanın, ” Tam İstiklâl”i ilan etmenin zamanı…
Devletin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne ant içmenin zamanı…
Zaman bu rezil işgale son vermenin, küresel çetelerin efendilerini ve onların işbirlikçilerini yenmenin zamanıdır.
Biz kazanacağız. Çünkü direnişimizde haklıyız. Çünkü “HATTI” değil, “SATHI”, yani tüm vatanı savunuyoruz.
Bizler bu vatanın gerçek sahipleriyiz. Atatürk’ün mirasçılarıyız.
Onlar “Geldikleri gibi gideceklerdir.”
Yeter ki “Dinlenmemek üzere yola” çıkalım, uyumayalım, uyuşturulmayalım.
Dirilelim yurttaşlar, dirilelim, bir olalım, birlik olalım.
Biz tükenmeyiz, biz bitmeyiz.
.