Direnmek yaşamak; boyun eğmek, ölüm demektir
BOYUN EĞMEK,
Karmaşa, kargaşa, kaos…
Gücü yeten gücü yetene. Orman kanunları geçerli şimdi…
Zanlıların ve avukatların savunma hakkı ayaklar altına alındı.
Sanık ve avukat savunmalarına davalar açılıyor, onlarca yıl hapis isteniyor.
Hazırlanan “Darbe-çete dosyaları”ndan ceza verilemeyince bu kez savunmalardan ceza kesilmeye başlandı. Hem de 16 yıl…
Ama katiller el üstünde. Atatürk’e “İngiliz Piçi” diyen Danıştay Sanığı Osman Yıldırım, savcıların dilinde “Osmanım’a” yargıçların dilinde “Osman Bey”e dönüştü.
“Osman’ım otur, Osman’ım kalk…” “Osman BEY gel, Osman BEY git…” “Osman BEY anlat…”
Osman BEY, hırsızlık, yaralama, gasp, adam öldürme suçlarından sabıkalı…
Gerçek çete suçu ile yargılananların çete kurmaları göz ardı edilirken; birbirini tanımayan, hayatta bir kez dahi bir araya gelmemiş insanlar “terör örgütü kurmak, çetecilik suçlaması” ile yıllardan beri dört duvar arasında tutuluyor. İzmir Belediye Başkanı hakkında 397 yıl hapis cezası isteniyor…
Cumhurbaşkanı ve başbakanla birçok kez bir araya gelen, devletin en gizli sırlarını paylaşan ve emri altında700 bin asker varken darbe yapmayan Genel Kurmay Başkanı “darbecilikle, çetecilikle” suçlanıyor. Ama Hizbullah örgütü, Deniz Feneri sanıkları tutuksuz yargılanıp, ellerini kollarını sallayarak özgürce dolaşıyorlar.
Yargı siyasetin emrinde “kurşun asker”e dönüştürüldü. Hazır olda bekliyor.
Dünyanın en büyük barosu İstanbul, Ankara, İzmir baroları yapılan adaletsizlikleri, haksızlıkları, yasa dışı uygulamaları kanıtlarıyla, örnekleriyle her gün gözler önüne seriyor… Dinleyen kim, aldıran kim?
Onlar kendilerine çizilen, hedef gösterilen yargılamaların asla dışına çıkmıyorlar. Çıkamıyorlar. Sanki onlar ayrı bir dünyanın, ayrı bir düzenin savcıları, yargıçları… Görmüyorlar, duymuyorlar, yapılan uyarıları, eleştirileri dikkate almıyorlar.
Dünyada tek örneğine rastlayamazsınız bunun…
“Masumiyet karinesi” ortadan kaldırılmış. Önce suçlu bulunuyor, sonra ona uygun kanıtlar, belgeler oluşturuluyor…
Bedene göre elbise…
Cumhuriyet devrimlerinin, cumhuriyet kurumlarının altından girildi, üstünden çıkıldı.
Dünyanın sevip, saydığı, hayranlık duyduğu ulu önderimize artık hakaret etmek, sövmek saymak da serbest. Mandacı itler meydanı boş buldular. Atamıza, bu yurdun kurtarıcısına olmaz hakaretleri yapıyorlar…
Adım adım ilerliyor şeriatçılar. Adım adım İslamcı düzene geçiyorlar.
Demokratik düzeni yıkmak için demokrasiyi kullanıyorlar.
Sıra ulusal bayramların kaldırılmasına geldi.
Önce Cumhuriyet Bayramını yasakladılar. Şimdi de 19 Mayıs’ı. Gerekçe, “Çocuklar üşüyormuş…” Sanki yıllardan bu yana Erzurum’da, Erzincan’da, Kars’ta bu bayram kutlanmıyor, hem de bazen sıfır derecenin altında..
Yurtseverlerin, birkaç ulusalcı kuruluşun dışında çıt yok. Herkes uykuda… Herkes hayatından memnun…
Hani nerede işçi sendikaları, dernekler? Hani nerede muhalefet?
Hırant Dink için yürüme kararı alıp, tüm gücünü ortaya koyan muhalefet Cumhuriyetin, Atatürk’ün ortadan kaldırılması, ordunun ve Genel Kurmay başkanının dört duvar arasına atılması karşısında suskun.
Peki, Türk-İş ne yapar? Türk-İş yöneticileri bu ülkenin vatandaşı değil mi? Karşı devrim göstere göstere geliyor… Niçin susuyorlar? Ünlü Zonguldak Madenci yürüyüşünü onlar yapmadı mı? Özal’a deprem yaşatmışlardı bir zamanlar. Yoksa onlar da mı 29 Ekim’lerden, 19 Mayıs’lardan rahatsız?
Sözün bittiği günleri yaşıyoruz artık. Sözün bittiği yerdeyiz Bundan böyle, “Ben ABD’ye, AKP’ye, AB’ye karşıyım” demek de yetmez. Memurlar da görevliler de gerekirse bedel ödemeyi göze alarak, taşın altına ellerini koymalıdırlar. Hem de “Evde evlad ü ayal (çoluk çocuk) bekliyor” demeden.
Şimdi direnme zamanıdır. Eylem zamanıdır. Tüm devrimcilerin, demokratların, yurdunu seven herkesin tribünleri terk edip sahaya inme zamanıdır.
Direnmek yaşamak demektir, boyun eğmek ölüm…
“Bir ülkede namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadırlar.” (İsmet İnönü) Tıpkı Uğur Mumcu’lar, Muammer Aksoy’lar, Ahmet Taner Kışlalı’lar, Deniz Gezmiş’ler gibi.
Onlar tüm yaşamları boyunca ve idam sehpasında bile “Yaşasın işçiler, köylüler” diye bağırdılar. Asla “Bu cahil halkla bir yere gidilmez” diye halkın bilinçlenmesini beklemediler. Yaşamlarını ortaya koydular.
Mustafa Kemal Atatürk de “bu yoksul, bilinçsiz halkla bir şey yapılmaz” diye Anadolu İhtilalı”nı ertelemedi. Hem de karşısında yedi düvelle birleşip ülkesine ihanet eden hainler sürüsü varken… Samsun’a çıktı. Ulusal Kurtuluş Savaşını başlattı.
Haksızlığa, zulme, vatanın yabancılar tarafından işgaline direnme her zaman, her çağda geçerli bir hak olmuştur. Baskıya, işkenceye, sömürüye boyun eğmek, yaşarken ölümü kabullenmek demektir. Toplumların ilerlemesi, yücelmesi kötü koşulların değişimi ile olur. Değişim ise her çağda direnme ve devrimlerle gerçekleşir. Direnmek yaşamak demektir.
1789 Fransız Devrimi olmasaydı, bugün ne kardeşlikten ne özgürlükten ne de eşitlikten söz edebilirdik. Feodal zulüm sürüp giderdi. 1923 Devrimi ve Mustafa Kemal olmasaydı, Arabistan’dan hiçbir farkımız kalmazdı. Aydınlanmayı yaşayamazdık.
Atatürk, yaşamı boyunca direnmeyi ve mücadeleyi seçti. Baskılar, tehditler karşısında asla yılmadı. Subay olduktan sonra Şam’a sürüldü. Daha sonraları Sultan Vahdettin onu ölüme mahkûm etti. Yine vazgeçmedi.
Direnişin vakti saati yoktur. Yeri yoktur. Haksızlık ve zulme karşı mücadele vermek her ülke vatandaşının, her yurtseverin hakkı ve görevidir. Bu görevi yerine getirmeyenler, uzaktan seyredenler, ya da yalnızca gevezeliğini yapanlar da zulmedenler kadar suçludurlar. Suç ortağıdırlar.
Yurtseverlerin direnişi karşısında zalimler mutlaka kaybedecektir. Zulüm mutlaka yok olacaktır. Ortaçağ karanlığı, yerini tan vaktine bırakacak, tüm ulus özgürlüğüne ve bağımsızlığına kavuşacaktır.
Bu arada Emperyalizmin ve ortaklarının önünde secdeye yatan çıkarcılar için de bir çift sözümüz var:
Tarih boyunca haklı, doğru olan kazanmıştır hep. Karanlığın temsilcileri, tüm çabalarına karşın tarih çarkına geriye çevirememişlerdir. Ülkemizde de bu gelenek bozulmayacaktır. Sömürüye, haksızlığa, baskıya direnen emekçiler mutlaka kazanacaktır. VE BİR GÜN MUTLAKA ihanetlerin hesabı sorulacaktır.
Direnmek yaşamak; boyun eğmek, ölüm demektir.
Sol olsun, sağ olsun, ABD’yi, AB’yi emperyalist kabul eden, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizmle hiçbir alanda uzlaşmayan partiler, gruplar, bireyler güç birliği temelinde bir araya gelip; antifaşist, antiemperyalist cephede, ulusal çizgide birleşmeli, vatanın kurtuluşu yolunda gerektiğinde bir sıra neferi gibi mücadele etmesini de bilmelidirler…
.