İsimler değişir, emperyalizm değişmez..


Toplum Mühendisliği ve Açılımlar




'Barış DOSTER '

SivriSinekCazABD Başkanı Obama, Beyaz Saray’a yerleştikten sonra ilk yurt dışı gezilerinden birini Türkiye’ye yapmıştı. Ve bu ziyaret, ülkemizde bazı kesimleri çok mutlu etmişti. Gerçekte ise bu gezi, bütünüyle, sadece Türkiye’ye yönelik bir gezi kapsamında gerçekleşmemişti. Bu Türkiye ziyareti, bir dizi uluslararası toplantı nedeniyle programa eklenmişti. Ankara’dan, “ülkesindeki Ermeni lobisinin taleplerine direnmek, yani “soykırım” lafını kullanmamak için Türkiye’den kimi adımlar atmasını, açılımlarda bulunmasını” istemişti. Türkiye’den sonra da Irak’a gitmişti. Ve sonuçta o gezi, Türkiye’nin dış dinamiklere, özellikle de ABD’ye olan bağımlılığını bir kez daha ve tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştu.

ABD Başkanı, sözde soykırım iddialarından “tarihi gerçekler” olarak bahsetmişti. Tarihimizle yüzleşmemizi, geçmişimizle barışmamızı istemişti. Pek de diplomatik olmayan bir dille Türkiye’ye baskı yapmıştı. Dahası, Kürt kökenli yurttaşlarımızdan da “azınlık” olarak söz etmiş, Türkiye’nin Kürtlerin eşitlik, özgürlük taleplerine yanıt vermesi gerektiğini belirtmişti. O gezide ABD Başkanının “ılımlı İslam” ve “Büyük Ortadoğu Projesi”nden hiç bahsetmemesi de çok yazılıp, çizilmişti. “Atatürk’ü övmesi”, “Türkiye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu açıklaması” bazılarınca Washington’daki politika değişikliğine yorulmuştu. Gerçekte ise ABD’de politika değişikliği yoktu. Çünkü Obama Bağdat’taki merkezi hükümetin yanı sıra Irak’ın kuzeyindeki bölgesel Kürt yönetimini de doğrudan muhatap almıştı. Bu sayede Türkiye ve bölge ülkelerine mesaj vermişti. Bir örnek vermek gerekirse, Almanya ziyaretinde Almanya cumhurbaşkanı ve başbakanı dışında Bavyera Eyaleti Başbakanı ile görüşmeyen ABD Başkanı’nın, Barzani’yi doğrudan muhatap alması, gerçek niyetini gösteriyordu. Nitekim terör örgütünün TBMM’deki uzantısı olarak bilinen parti de Obama’ya “özerklik taleplerini içeren dosyayı” sunmuş, bu konuda Türkiye’ye baskı yapmasını rica etmişti. Zaten kısa süre sonra da Kürt açılımı başlamıştı. Obama, Türkiye gezisinde dini cemaat liderleriyle de bir araya gelmişti. Ama Fener Rum Patriği ile ayrıca görüşmüştü. Ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istemişti.

ABD Başkanının gezisi sonrasında Türkiye Ermeni açılımını hızlandırdı. “Komşularla sıfır sorun” söylemi temel dış politika ilkesi oldu. Ama bu açılım Azerbaycan’la ilişkileri germekten başka bir işe yaramadı. İsviçre’de Ermenistan’la yapılan gizli temaslar ve politik açılımlar yüzünden Bakü’yle ilişkiler yara aldı. Azerbaycan’la olan ilişkilerin sadece tarihsel, kültürel, duygusal, coğrafi olmadığı, aynı zamanda iki ülke arasında enerji başta olmak üzere yoğun ekonomik ilişkiler bulunduğu düşünülürse, Türkiye’nin ne büyük yanlış yaptığı kısa zamanda anlaşıldı. Türkiye’nin bölgesinde yalnızlaşmasının başlangıcı olan bu açılımı, Suriye ve İran’la yaşanılan gerilimler takip etti. Yine bu gezi sonrasında vakıflar yasasında da önemli değişiklikler yapıldı ve azınlık vakıflarıyla ilgili olarak pek çok talep kabul edildi.

Ermenistan karşısında hiçbir ödün koparmadan, kazanım elde etmeden, tek yanlı olarak ödün vermeye zorlanan Türkiye; Ermenistan, Kıbrıs, PKK konularında benzer düşünen ABD ve AB’nin baskılarına da direnemedi. Sözde soykırım iddiaları konusunda, ruhban okulu ve patrikhane meselesinde, Yunanistan’la olan sorunlarda, KKTC’deki gelişmelerde Washington ile Brüksel arasındaki yakınlığın nedenlerini kavrayamamak, Türkiye’yi zor duruma düşürdü. Türkiye’nin bölünmesi için yapılan planları, “demokrasi açılımı” olarak algıladı. Türkiye ile ABD’nin, Musul- Kerkük’ten Karadeniz’e, Rusya ve Azerbaycan’la ilişkilerden KKTC’ye dek tüm temel meselelerde farklı çıkarlara sahip oldukları ortadayken, ABD ile Türkiye’nin “stratejik ortak” olduğu yalanına bir de “model ortaklık” yalanı eklendi.

Gelinen noktada Türkiye Ermenistan’ın işgal ettiği Dağlık Karabağ’dan çekilmesi, soykırım iddialarından vazgeçmesi, temel metinlerinden Türk topraklarına yönelik taleplerini çıkarması için ne Erivan’ı ne ABD’yi ne de AB’yi ikna edememiştir. Ermenistan, Ağrı Dağı’nı milli simge olarak kullanmayı sürdürmektedir. Doğu Anadolu’nun bir bölümüne Batı Ermenistan demeye devam etmektedir. Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin Lozan Antlaşması’nı değiştirmesini, dini azınlığın yanına bir de etnik azınlık eklemesini isterken, Yunanistan, Batı Trakya’daki Türklere uyguladığı politikayı değiştirmesi yönünde ne ABD ne de AB’den pek baskı görmemektedir.

ABD’li yöneticilerin ara sıra “laiklik” vurgusu yapmasının ülkemizdeki bazı kesimleri sevindirip bazılarını üzmesi vahim bir durumdur. ABD’nin Türkiye için “ılımlı İslam” demekten vazgeçmesini, Türkiye’nin laikliğine saygı duymasının kanıtı olarak saymak da, Obama’nın Türkiye ziyaretinde öğrencilerle sohbet ederken, saatine bakıp ezan vaktine dikkat çekmesini İslam dinine duyduğu saygıyla açıklamak da cehalet örnekleridir. Çünkü ABD’nin çıkarları esastır. Türkiye’deki rejimin niteliğini hiç umursamaz. Türkiye’de denetleyeceği iktidar arar. Afganistan ve Irak’taki işgalleri, katliamları da, İslam dinine ve Müslümanlara ne kadar saygı gösterdiğinin kanıtıdır.

Türkiye’de müthiş bir toplum mühendisliği uygulanmaktadır. Asimetrik psikolojik savaşın, algı yönetiminin muhatabıdır Türkiye. Batılı devlet adamları, hem kamu diplomasisinin, hem de siyasi anlamda reklam ve pazarlama stratejilerinin en başarılı örnekleriyle Türk kamuoyunu etkilemektedirler. Öyle bir algı yaratılmıştır ki, önümüzdeki günlerde, Türkiye’nin bağımsızlığını, bütünlüğünü, egemenliğini, Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet Devrimi’ne değil de, NATO’ya, ABD’ye, AB’ye borçlu olduğunu söyleyenlerin çıkması, kimseyi şaşırtmayacaktır. Hele bir de kendisini “sosyalist” sayan bazılarının, Obama’nın başkan seçilmesiyle ABD politikalarının değişeceğini sanması, cehaletin ulaştığı boyutu göstermektedir.

ABD’de politikaların bir iktidardan ötekine, bir partiden diğerine, bir başkandan diğer başkana değişmediğini göremeyen bu kadar çok “aydına” ve “uzmana” sahibi olmak, Türkiye için büyük talihsizliktir. ABD’nin izlediği NATO siyaseti de, Suudi Arabistan siyaseti de, İsrail siyaseti de, Türkiye siyaseti de Beyaz Saray’da oturan kişinin derisinin rengiyle, babaannesinin ismiyle, halasının kızlık soyadıyla ilgisizdir. Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki fark, Coca Cola ile Pepsi Cola arasındaki fark kadardır. Büyük devletlerin politikaları, iktidardaki partilerin, başkanların, cumhurbaşkanlarının, başbakanların kişisel tercihleriyle değişmez. İsimler değişir, içerik aynı kalır. Çok küçük, ayrıntı düzeyinde üslup farkları olur, o kadar. Çünkü politikalarını yönlendiren köklü, güçlü kurumlar, gelenekler, lobiler, siyasi güçler, sermaye çevreleri vardır. Onlar da egemen sınıfların çıkarını, “ulusal çıkar” olarak sunarlar. Bu siyasi, iktisadi, askeri güç odakları öncelikle çıkarlarını düşünürler. Muhataplarının adını, niteliğini, ülkesini nasıl yönettiğini, muhalefete ve basına yönelik tutumunu değil, kendilerine olan sadakatini, kendileriyle uyum içinde çalışıp çalışmadığını önemserler.



İlk Kurşun


.
➽ Paylaş:
“AKP karanlığının erişim yasağı ile engellediği SivriSinekCaz'a ücretsiz Opera VPN ile kolay ve sorunsuz erişebileceğinizi biliyormuydunuz?..”
Okurlara..