CHP’nin içine sürüklendiği derin çelişkiler üzerine..
'Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI '

CHP’nin çok ciddi bir düzey kaybına uğramış olduğu gizlenmesi mümkün olmayan bir durum olarak karşımıza çıkmıştır. Mazlum milletlerin emperyalizme karşı başkaldırısına öncülük etmiş olan Atatürk’ün partisi, bugün tüzüğüne emperyalizme karşı olma ifadesini koyduğu için ileri bir adım atmış gibi değerlendirilebiliyor. Çıtanın bu denli aşağıya çekilmiş olması inanılabilecek gibi değildir. Yine MYK’yı genel başkan atayacaktır; Belediye ve il genel meclisi seçimlerinde adaylar yine genel başkan tarafından belirlenecektir.
Geride kala kala seçimlerde kadın ve gençlik kotalarının oransal olarak büyütülmüş olması kalmakta. Kuşkusuz, insanların kadın oldukları için politika dışına itilmeleri en korkunç ilkelliklerden birisidir. Buna karşılık yalnızca kadın olmanın bir öncelik sayılmasının öneminin de abartılmaması gerekir. Elbette ki bu konularda kotanın artırılmış olması kadınların ve gençlerin siyasal katılım olanaklarını genişletecektir. Ne var ki önemli olanın bu olanağın nasıl değerlendirilebileceğidir. Unutmayalım ki Halide Edip de kadındır, ama Tansu Çiller de…
Bu durumda kişilerin dışında esas olarak kazanılan ve kaybedilen ne olmuştur? Bu soruya tatmin edici bir yanıt bulabilmek için mevcut tabloyu bütünleyen geniş çerçevedeki değişkenleri yeterince algılamış olmak gerekir. Aksi takdirde Deniz Baykal’ın gidişini ve Kılıçdaroğlu’nun gelişini ve aralarındaki çelişkinin ortaya çıkışının başlangıcını basit bir kaset hikâyesine bağlamak gibi bir yanlışlığa düşmek kaçınılmaz olabilir.
Kuşkusuz Deniz Baykal’ın siyasal yaşamındaki önemli bir dönüm noktası bir kaset olayıyla örtüşmüştür. Baykal bu olayın Pensilvanya’dan kaynaklandığını düşünmediğini ifade etmiştir. Pensilvanya’dan veya doğrudan doğruya Washington’dan… Bunu bilemeyiz. Bilebildiğimiz bir şey varsa, Baykal’ın genel başkanlığının son günlerinde, alışılagelen tutumuyla çelişen bazı çıkışlarıyla Türk siyasetinde önem taşıyan bazı güç merkezlerini rahatsız edecek bir çizgiye kaymış olmasıdır. Baykal, Irak’a askeri müdahaleye destek olunmasına karşı çıkmıştır. Böylece 1 Mart tezkeresinin reddinin sağlanmasına önemli bir katkı sağlamıştır. Dahası var: Baykal, Ergenekon tertibinin içyüzünü teşhir yönünde çok anlamlı ve aydınlatıcı açıklamalarda bulunmuştur.
Baykal, bütün bunların kendi siyasal geleceği açısından ne getireceğini görememiş midir? Anlaşılan o ki Baykal, kendisinin vazgeçilmez olduğu, yerini alabilecek bir kimsenin yetiştirilmemiş olduğu konusunda kendi kendisini ikna etmiş bulunuyordu. Oysa şimdi görülmektedir ki böyle birisi olarak Kılıçdaroğlu, yanı başında hazırlanmaktaydı.
Buna karşılık, Kılıçdaroğlu’nun kısa genel başkanlığı döneminde izlediği çizgi, yıldızının yükselişiyle bütünlenen bir nitelik sergilemiştir. Kılıçdaroğlu, NATO’nun Libya’ya müdahalesini olumlu karşılamış; Türkiye’nin Libya müdahalesine askeri gemilerle katkıda bulunmasına onay vermiştir. Bu tutum, son kurultay aşamasında da devam etmiş; tüzüğe konulan emperyalizm karşıtı ifadeye rağmen, Kılıçdaroğlu, ABD ve ortaklarının Suriye’ye askeri müdahale konusundaki açık tavırlarına değinmekten ısrarla kaçınmıştır.
Kılıçdaroğlu, ilk günkü kurultayda yaptığı konuşmada, daha önceki konuşmalarında Nazım’ın, Sabahattin Ali’nin başına gelenlerin sorumlusu olarak ilan ettiği Atatürk (kendisi Mustafa Kemal demeyi tercih etmiştir) döneminin ekonomik kazanımlarını CHP adına bir övünç kaynağı olarak sıralamıştır. Ama bugün imha edilen bu kazanımların ihyası için ne gibi farklı bir yol izleneceğini “yeni CHP”nin söylemlerinden yola çıkarak çıkarsamak olanağı yoktur.Bu noktaya nasıl gelinmiştir?
Kuşkusuz bu önemli sorunun yanıtı, seçmen kitlesinin özlemleriyle CHP’nin bir bütün olarak içine sürüklendiği durum arasındaki derin çelişkinin nedenlerinde düğümlenmektedir. Wall Street savaşçılarının ifadesiyle niçin yüzde bir, yüzde doksan dokuza hükmedebilmektedir? Bunları da bir başka yazımızda irdelemek fırsatımız olabilir.
.