Öğrenmiyoruz, düşünmüyoruz, dinlemiyoruz…
'Altan ARISOY '
Sözcük Arapça.
Bilerek seçtim.
Anlamı; riyakârlık, iki yüzlülük, art niyetlilik, sahtekârlık demektir.
İnsanlık açısından aşağılanan davranışlardandır..
Mürailik (riyakarlık) dini açıdan da mahkûm edilmiştir. Küçük şirk sayılmıştır.
Mürailer; din ve dince kutsal sayılan duyguları sömürerek hile, desise, yalan, dolan yoluyla maddi ve manevi çıkar sağlarlar. Şan ve şöhret kazanmak isterler. Onlar için önemli olan amaca ulaşmaktır.
Yani; mürailerin (riyakârların) her iki dünyada da yeri yoktur.
Hele bizim gibi ahlaki ve dini değerleri güçlü olan toplumlarda riyakarlığın hiç olmaması gerekir(!..)
Gel gör ki; Türkiye, şirk koşanların, sahtekârların, müfterilerin, inanç pazarlamacılarının baş tacı edildiği bir ülkedir.
***
En yakınımızdan başlayalım.
İşte, alışverişte, arkadaşlıklarda, toplantılarda, sporda vb…
Eğlence ortamlarında bile –azıcık dikkat ederseniz- ikiyüzlü, art niyetli sahtekârları hemen görebilirsiniz.
Oradadırlar…
Riyakârlık ve sahtekârlık her alanda yaygın.
Bir yandan yaşam kavgası içinde bunalıp ezilirken; öte yandan da hayallerimizi sömüren, duygularımızı gıdıklayan mürailerin tuzağına düşüyoruz. Mürailer kandırdıkça uyuyoruz. Uyudukça kandırılıyoruz, aldatılıyoruz.
Aldatıldıkça sömürülüyoruz İnanç ve insanlık değerlerimiz aşınıyor. Kör inançlar güçleniyor. Geleceğimiz çalınıyor.
Çoğunluğumuzun kafası poşetlenmiş. Yığınlar hipnotize edilip koşullandırılmış.
Fanatizm illeti sarmış havayı. Öğrenmiyoruz, düşünmüyoruz, dinlemiyoruz…
Bildiklerimiz kafamıza şırınga edilenlerden ibaret.
Ha bire onları yineleyip bağırıp çağırıyoruz…
***
Neden böyle olduk?..
En başta mürailer yüzünden.
Bir adam 12 Eylül’ü yere göğe koyamıyor, 28 Şubat kararlarına övgüler düzüyor.
Temsil ettiği cemaat bu dönemlerde korunuyor, destekleniyor, güçlendiriliyor.
Bugün ise o dönemlerin baş düşmanı rolünde. Müttefikleri ile birlikte Türk ordusuna tezgâhlar kuruyor. Yandaşları da beslenip büyüdükleri o dönemlere olmadık hakaretlerle, iftiralarla saldırıyorlar!..
Hak, hukuk, adalet, ahlâk, insaf, vicdan, din, iman…
Din adına dinin en kutsal kavramlarını iğfal ediyorlar.
Demokrasi adını ağızlarından düşürmüyorlar
Tarihteki yüzlerce tarikat gibi, aslında demokrasi kavramına taban tabana zıt ve düşman olan bir akılsız akımın, demokrasi ile toplumu kandırması riyakârlık değil midir?
Toplum; bu çelişkiyi, ülkemize, insanlığa ve dine karşı bu büyük ihaneti görmüyor!..
Rıfat Ilgaz’ın dediği gibi;
“körüz biz/ mil çekilmiş gözlerimize mil.. “
***
Erbakan politikaya atıldığında propaganda konuşmalarında söylediklerine “milli görüş(!)” adını vermişti…
Erbakan’ın “milli görüş” ü aslında dini görüştür. Ama yozlaştırılmış, hurafeyi, batılı savunan, dinin özünü bozan bir görüş…
Uçuk vaatlerle ve tarihi çarpıtarak yaptığı karalamalarla, tarikatları kendine çekti. Yurt dışında yaşayan ve dinine sığınan yurttaşlarımızdan da aldığı maddi destekle güçlendi.
Erbakan daha cahil ve yoksul olan, inancına sığınmaktan başka tutunacak yer bulamayan kırsal kesimi laik çevrelere düşman etti. Muhalefetini bu düşmanlık üzerine kurdu.
Başbakan olunca da uygulamalarındaki tutarsızlıkların yanında, kandırdığı tarikat-cemaat çevrelerinin ayağa kalkması 28 Şubat 1997 MGK kararlarına yol açtı.
1970 lerdeki “yüz bin tank, yüz bin uçak.. “ propagandaları halâ kulaklarımızdadır.
Kasten yalan söylemek, iftira atmak, camilerden çeşitli vakıf ve dernekler için toplanan yardımları, Bosna yardımlarını, devletin parasını iç etmek hiç bir kitaba sığmaz…
Erbakan din silahıyla ortaya çıktı. Halkın saf inançlarını suiistimal etti. Muhalefetini yalan ve karalama üzerine inşa etti. Toplumun bir kesimini diğerlerine düşman haline getirdi.
En çok oyu Konya’dan alıyordu.
Ama, Mevlana’nın “Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün” sözünü hiç tutmadı.
Yandaşlarını hayal dünyasında hurafelerle uyuttu. Batıla yönlendirdi. Çağdaşlaşmanın, ilerlemenin önünü tıkadı.
Erbakan ve ekibi devleti ele geçirmek ve ganimetlerine konmak için dünyayı, tarihi ve gerçekleri ters yüz ettiler.
Bu işe dini açıdan mürailik, yani ikiyüzlülük, yani riyakarlık, yani sahtekarlık denir.
***
Türkiye Cumhuriyeti düşmanları kendilerini hep “mazlum” ilan ettiler.
Laikliğin kâfirlik olduğunu, Atatürk döneminde camilerin yıkıldığını, hayvan ahırı yapıldığını, dinin unutturulduğunu, yüz binlerce insanın sorgusuz ve yargısız idam edildiğini, Kuran okumanın suç olduğunu, İstiklal mahkemelerini, şapka giymediği için asılan adamları… Bunlar gibi binlerce yalanı söyleyip durdular…
Kendilerini “Türkiye’nin zencileri” olarak tanımladılar.
Bir “zulüm” edebiyatı tutturdular ki; baştan aşağı yalan ve iftiradır.
Bugün seksen bin cami varsa, bu cumhuriyet sayesindedir.
Tarihin hiçbir döneminde din işlerine cumhuriyet dönemindeki kadar büyük bir önem verilmemiştir.
“Zulüm gördüm” diyenlerin hiç biri doğru söylemiyor.
Başta, bugünkü iktidar sahipleri bizzat cumhuriyetin nimetleri ile oralara gelmişlerdir.
12 Eylül de, 28 Şubat da onların önünü açan, engelleri kaldıran hareketlerdir.
Sözleri yalan, eylemleri yanlıştır.
Bütün bunları da kutsal dinimizi kullanarak elde etmişlerdir.
Haksızlığa, hukuksuzluğa, harama, yağmaya, talana, hırsızlığa batmışlardır.
Saf iman sahiplerine soralım:
Mürailik başka nedir ki?.. ***
Sovyet sistemi yıkılınca bizim solcularımıza bir hal oldu!..
Birdenbire varsıllaşmaya başladılar. Bazıları ayda yüz bin dolara varan paralarla maaşa bağlandılar. Kimi profesörler, tv enkırları, köşe yazarları, göbekten dışarıya bağlı holding sahipleri emperyalizmin “küreselleşme” (yeni dünya düzeni) diye yutturduğu tek kutuplu sömürü düzenini canla-başla savunmayı görev edindiler…
Emperyalist odakların, dinci gericiliğin, etnik milliyetçiliğin işbirlikçisi ve sözcüsü oldular.
Aradan zaman geçti. Küreselleşmenin korkunç bir sömürü ve asimilasyon düzeni olduğunu anlamayan kalmadı.
En büyük ulus devletler daha da güçlenmek için birleşmeye çalışırken, işbirliği yaparken, ulusal çıkarlarından bir milim geri adım atmazken, dünyanın geri kalanının daha da parçalanmasını istemenin insanlıkla, solculukla ilgisi olabilir mi ?..
Ama onlar ülkelerin parçalanmasını, dünya halklarının – ülkelerin- atomize edilerek küçük lokmalar halinde yutulmasını güzellemeye devam ediyorlar.
Hizmette sınır yoktur!..
Bu düpedüz yalancılık, riyakarlık, sahtekarlık, ikiyüzlülük, alçaklık ve ihanet değil midir ?..
Vay onları dinleyenlerin haline !..
***
Uzatmayalım.
Gözümüzü hırs bürümüş.
Toplum karpuz gibi ortadan ikiye ayrılmış.
Hükümeti övmek ve muhalefeti kötülemek üzere kurgulanmış medya, bu parçalanmayı ha bire körüklüyor…
Tek yönlü bir saldırı, en bayağı, en ilkel, en basiretsiz şekilde sürüyor.
Hükümet işleri çarşafa dolaştırmış, ABD nin verdiği son görevi,-Suriye’ye müdahale görevini- nasıl başaracağını bilememekte, şaşkın ördek misali dolanmaktadır.
Son on yıldan sorumlu olan hükümetin başı, mecliste muhalefetin bir tek önerisini bile işleme koydurmadığı gibi, bir de soruyor:
“Son on yıldır, mecliste ne yaptınız? Hangi kanunu çıkardınız?..” (!..)
Ortalıkta kin ve kan sözleri dolaşıyor.
Başbakan eleştirildiğini bile bile, ısrarla kinden bahsetmeye devam ediyor !..
On yıldır TBMM de, meydanlarda kin ve öfke kusmadığı, bağırıp- çağırmadığı bir konuşması yok…
Kendisini övmeyen kim varsa hakaretlerden nasibini alıyor!..
İnsan bu değil. Din bu değil.
Bir sorun var!.. ***
Haşin, gaddar, kızgın, kükreyen, hakaret eden, saldıran bir başbakan istemiyorum…
Politikanın yalansız, riyasız, dürüst bir yurt hizmeti olmasını diliyorum.
Halkımızın mürailer tarafından uyutulmasını, kandırılmasını, satılmasını gördükçe içim sızlıyor…
Türk halkı doğruyu, iyiyi ve daha güzeli hak ettiğini kanıtlamak zorunda.
.