ABD’nin istediği bir anayasa (!)
Küçük Amerika ve Küçük Adamlar
'Barış DOSTER '
Irak Başbakanı El Maliki, Türkiye’yi ülkesine karşı düşmanca tavır almakla suçladı. Türkiye ise Irak’ta hakkında yakalama kararı çıkarılan cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık El Haşimi’ye sahip çıkmakla kalmayıp, Irak’tan kopup bağımsız devlet olma yönünde büyük mesafe kat eden kuzeydeki Kürt bölgesinin lideri Barzani’yi, devlet başkanı gibi karşıladı.
İran, kendisine yönelik olduğu aşikâr olan füze kalkanı radarına Malatya’nın Kürecik ilçesini tahsis eden Türkiye’ye zaten kızgındı. Suriye konusunda kraldan çok kralcı, Batıdan çok Batıcı tavır da buna eklenince, net bir tepki koydu. Dünyada devlet geleneği ve diplomatik belleğinin gücüyle öne çıkmasına karşın, lafı hiç eveleyip, gevelemedi. “Türkiye emperyalizmin taşeronluğunu yapıyor” dedi.
Ermenistan’la ilişkiler malum. Açılım işe yaramadı. İsviçre’de imzalanan protokoller TBMM onayından geçmediği için yürürlüğe girmedi. Bu da Ermenistan’ın eline koz verdi. Türkiye’nin sözünü tutmadığını söylemeye başladı. Kısacası Ermeni açılımından geriye Bursa’daki Türkiye – Ermenistan milli maçında stadyuma alınmayan Azeri bayrakları kaldı. Yani Ermeni açılımı, Azerbaycan’la ilişkileri germekten başka işe yaramadı.
Diğer komşularımız Rusya, Yunanistan ve Bulgaristan’la ilişkilerde de gözle görülür bir iyileşmeye yol açmadı sıfır sorun politikası. Rusya ile gelişen ekonomik ilişkilere, bu ülkenin dış ticarette bir numaralı ortağımız olmasına karşın, füze kalkanına kucak açmak ve Suriye’de Beşar Esad’ı devirmek için seferber olmak, Moskova ile ilişkileri de gerdi.
Suriye politikası ise tamamen iflas etti. Birlikte bakanlar kurulu düzenlediğimiz, karşılıklı olarak vizeleri kaldırdığımız, sınır ticaretini hızla geliştirdiğimiz, “kardeşim” diye seslenip, aile boyu görüştüğümüz Esad’ı devirmek için çalışmak, muhaliflerini her yolla desteklemek, “Suriye bizim iç işimizdir” demek Türkiye’ye itibar getirmedi. Suriye muhalefetine para, “Özgür Suriye Ordusu”na silah vermek, Suriye’nin düşmanlarını “Suriye’nin dostları” diye toplantı düzenleyerek İstanbul’da ağırlamak, Türkiye’nin gücünü artırmadı. Tersine, kendileri savaşa girmeden Türkiye’yi komşusuyla savaştırmak isteyen ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri için kuryelik yaptığımızı kanıtladı bir kez daha. Türkiye’nin, ne küresel ne de bölgesel dengeleri tahlil edemediğini gösterdi.
Nasıl mı? Kısaca özetleyelim.
Suriye’nin, olası bir NATO saldırısına karşı, Rusya ile hava savunma sistemini geliştirmeye çalıştığı biliniyor. Zaten SSCB döneminden bu yana iki ülke arasında savunma alanında yakın işbirliği var. Rusya’nın en fazla silah sattığı ülkelerin başında Suriye geliyor. Moskova, silah ihracatının yaklaşık yüzde 10’unu Şam’a yapıyor. Suriye ordusunda Rus yapımı 5 bin tank, 500’den fazla uçak, 41 gemi var. Yani, Şam ve Moskova, güçlü askeri ilişkileriyle de öne çıkıyorlar. Tüm bunların yanında, Kürecik ilçesine yerleştirilen füze savunma sistemi radarına Rusya’nın sert tepki verdiğini de unutmamak gerekiyor. Ruslar, Kaliningrad kentindeki radar sistemini aktif hale getirdiler. 6 bin kilometre kapsama alanı olan bu radarlar, İngiltere dahil tüm Batı Avrupa’yı gözlemleyecek çaptalar. Ayrıca, Krasnodar bölgesinde ve Sibirya’da yeni nesil radar sistemlerini aktif hale getirmeyi planladıklarını açıkladılar. Suriye’nin Tartus limanında yıllardır üs sahibi olan Rusya, Suriye’ye tek uçak gemisi olan Amiral Kuznetsov dahil savaş gemileri yolladı. Esad’ın yanında olduğunu her fırsatta vurguladı. “Diyalogdan yanayız, müdahaleye karşıyız” dedi. Batıyı siyasi kışkırtma yapmakla suçladı. Suriye’deki muhaliflerin silahları bırakması gerektiğini açıkladı.
Türkiye, Suriye’deki gelişmeleri hesaplayamadığı gibi Irak’taki gelişmeleri de öngöremedi. Yerli yersiz kullanılan deyimle, okuyamadı. ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle en kazançlı çıkan bölge ülkesinin, ABD tarafından çevrelenmesine rağmen, İran olduğunu tahlil edemedi. Hem İsrail hem de Türkiye ile komşu olan Suriye ile çok yakın ilişkisi olan İran’ın, Irak’ta da siyasi, iktisadi ve diplomatik düzlemde etkisinin arttığını öngöremedi. Suriye’nin Libya gibi olmadığını, olmayacağını, Esad’ın Kaddafi gibi kısa sürede tasfiye edilemeyeceğini kavrayamadı. Tek boyutlu bir mesele olmayan Suriye’ye yönelik bir uluslararası müdahale ihtimalinin, Libya’dakine oranla çok daha düşük olduğunu anlayamadı.
Çünkü Türkiye, Suriye’nin arkasında biriken kuvveti göremedi. Küresel ölçekte Rusya ve Çin’in, bölgesel bazda İran’ın Suriye’ye verdiği desteğin yanında, Hindistan, Brezilya gibi dünyanın yükselen güçlerinin, Almanya gibi Avrupa Birliği’nin lokomotifi olan bir ülkenin, Suriye konusunda ABD’den farklı düşündüklerini hesaplayamadı. Sorunu iç siyaset kulvarına taşıyarak da büyük hata yaptı Türkiye. Meseleye Alevi – Sünni boyutuyla da yaklaştı, etnik, mezhepsel açıdan baktı. Meselenin komşu ülkelerle olan boyutunu, bölgesel ve küresel yanlarını tahlil edemedi. 2011 sonunda askerlerinin çok büyük bir bölümünü Irak’tan çeken, 2014’de de NATO’nun Afganistan’dan çekileceğini açıklayan ABD’nin Türkiye’ye bölgede jandarmalık rolü biçmesini eş başkan, “büyük devlet” olmanın göstergesi olarak tanımladı. Ama gerçekler öyle değil.
ABD’nin istediği bir anayasayı yapmak, bu yolla da devleti ve milleti bölmek, büyük devletin değil, butik devletin işidir. ABD istiyor diye Suriye’ye yüklenmek, İran’a karşı kurulan füze rampasına evsahipliği yapmak ve Kürdistan’ı tanımak da, butik devlete yakışır. Oslo görüşmelerinde de dillendirildiği üzere, iktidar ile terör örgütü yeni anayasada yüzde 95 oranında uzlaşmışlardır. Bu nedenle terör örgütünün meclisteki uzantısı olan parti, ABD’ye heyet göndereceğini açıklamıştır. Yani emirleri bizzat elden alacaktır. Türkiye tüm bunların karşılığında da, Barzani’nin yönettiği ve büyütmek istediği Kürt devletinin petrollerinin dünyaya pazarlanmasında, en iyi ihtimalle küçük bir rol üstlenecektir.
Sözün özü, Bayar – Menderes ikilisinin “Memleketi Küçük Amerika yapma” hevesi,
Türkiye’yi büyütmemiştir, küçük düşürmüştür. Küçük Amerika söyleminden büyük Türkiye çıkmamıştır. Atatürk’ün büyük Türkiye’si, Amerika’nın küçük adamlarının elinde bölünmenin, parçalanmanın, küçülmenin eşiğine gelmiştir.
Barış Doster