Kötü ve faşist bir ortamdan geçiyoruz...
ŞU ORTAMDA BİLE HÂLÂ
.
“KÜÇÜK OLSUN, BENİM OLSUN”
.
DİYENLERE, ‘YUH’ OLSUN…
'Ali ERALP '
Orduya balyoz indi.
Ulusa, ulus devlete balyoz indi…
Ordu kafese kondu…
PKK – AKP – ABD el ele…
Ülke eyaletlere bölünüyor.
Ülke parçalanıyor… Bombalar patlıyor.
İktidar ABD’nin BOP planını gerçekleştirebilmek amacıyla Suriye’ye müdahale için bahaneler arıyor…
Kötü ve faşist bir ortamdan geçiyoruz.
Sekiz yıl önce, 12.04.2004 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Kuzuların Sessizliği” başlığı altında şunları yazmış, uyarı görevimi yerine getirmek istemiştim. Bir bölümünü aşağıya yeniden alıyorum:
“Türkiye bugün büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Ulusal kesim ve geniş yığınlar henüz bu gerçeğin bilincinde değiller. Siyasal İslamcıların elinde sevgili yurdumuz bir ”kurtlar sofrasına” dönüştürüldü. Ama toplum sessiz, ulusal güçler sessiz, ne yazık ki kuzuların sessizliği devam ediyor…”
O yıllardan sonra başımıza bir de Kürt açılımı ve BOP belası çıktı… Anası, danası, yavrusu, yandaşı ülkeyi parçalamak için anlaştılar. Kolları sıvadılar…
Biz hâlâ “Küçük olsun, benim olsun” diyoruz. Hâlâ Atatürk’ün 1919’larda, 20’lerde gerçekleştirdiği birliği, bütünlüğü sağlayamıyoruz…
2003-2004’lerde siyasal İslam faşizmi, henüz emekleme dönemindeydi. Bugün olduğu gibi Cumhuriyete, 1923 Devrimine cepheden saldıramıyordu. PKK ve APO’yla bu denli içli dışlı, can ciğer, kuzu sarması değildi.
Recep Tayyip henüz ulu orta, “Ben BOP eşbaşkanlarından bir tanesiyim, bu görevi yapıyorum” diye tüm Türkiye’ye karşı haykırmıyordu. Haykıramıyordu.
PKK’lı teröristlerle milletvekilleri sınır boylarında öpüşüp, koklaşarak, kucaklaşmıyorlardı. Kucaklaşamıyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti Devletine gözdağı vermiyorlardı. Veremiyorlardı.
Her gün beş on yiğidimizi terörist çetelere kurban etmiyorduk. Kimse bebek katilleri ile pazarlık yapmıyordu. Kimsenin yatak odası dinlenmiyordu. Gözetlenmiyordu.
Şimdi dur durak bilmiyor ılımlı İslam. Boş buldu ya meydanı, saldırıyor da saldırıyor… Herkese, her şeye saldırıyor…
Oysa 2003’lerde çekingen adımlarla yol alıyordu. Mezarlıktan geçerken kendisine cesaret vermek isteyen korkaklar gibi, ıslık çalıyordu. Arada bir de ”Beni izleyen var mı, engellenebilir miyim?” diye dönüp arkasına bakıyordu.
Daha çok takıyye yöntemi ile götürüyordu İşi. Cumhuriyet kurumlarına açıktan saldıramıyordu. Yani ne orduya ne yargıya kafa tutabiliyordu.
O zamanlar kamu malları, fabrikalar yeni yeni satılmaya başlanmıştı. Medya bu denli yalakalaşmamıştı henüz. Mütareke basını gibi hareket etmiyordu.
Yani uzun sözün kısası: VAKİT ERKENKEN İSLAMCI FAŞİZMİN ÖNÜNÜ KESEMEDİK. Olmadı. Ordu da, sendikalar da, partiler de olaylara seyirci kaldılar. “Adalet gereğini yapar” dediler. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dediler ve bu günlere geldik.
Eğer karşı koymazsak, direnmezsek, birlik, bütünlüğü sağlayamazsak, gruplaşmayı sürdürürsek, bu gidişle eski günleri mumla aramaya, geçmişe özlem duymaya devam edeceğiz.
Şöyle bir bakalım çevremize. Yüzlerce TV ve gazetenin içerisinde halka, ulusa hizmet eden kaç gazete, kaç TV kaldı? Kaç gazete gerçekleri yazıyor? Halkı uyutma yoluna gitmeden kaç TV doğruları söylüyor?
Ne yazık ki sayıları parmakla sayılacak kadar az.
Sahipleri de yıllardan beri sorgusuz sualsiz, kanıtsız belgesiz içeride yatıyor. Peki, yandaş TV’lerin sahiplerinden tutuklu bir tek kişi var mı? Hayır. Onlar korunuyor, kollanıyor.
Örneğin, unutturulmaya çalışılan Deniz Feneri davasına yıllar sonra nihayet bir mahkeme bulundu. Onun da duruşması 2013’te. Dava “zaman aşımı”na göre ayarlanmış anlaşılan…
Bu görüntü, Recep Tayyip iktidarının sözünü çok ettiği “özgürlük, insan hakları, demokrasi” anlayışı konusunda sanırım bize bir ipucu veriyor.
Özellikle, AKP’yi tutmayan, desteklemeyen medya kuruluşlarına yaşam hakkı yok. Bir yayın organı, iktidara ufak tefek çıkışlar, göstermelik eleştiriler yapabilir ama asla sıkı muhalefet yapamaz, asla gerçekleri ortaya koyamaz… Koyamaz, çünkü başına bin bir çeşit bela gelir.
Yalakalar, liboşlar Mahmutpaşa satıcıları gibi, Yeni Anayasa ile “Demokrasi gelecek!..” diye bas bas bağırsalar da varılan nokta, yaşanan olaylar her hangi bir açıklama gerektirmeyecek kadar açık seçik ortada…
Yani “perşembenin gelişi çarşambadan belli oluyor.”
Şimdi sıra Yeni Anayasa ile “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek” Anayasa maddelerinin değiştirilmesine geldi. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının başlangıç kısmında yer alan “Atatürk Milliyetçiliği, Atatürk ilke ve inkılâpları”, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, laik ve sosyal, demokratik hukuk devleti kavramlarının kaldırılmasında geldi…
Anayasa değişikliği gerçekleştirilip, son şeklini aldıktan sonra artık BOP Eşbaşkanını tut tutabilirsen… İşte o zaman ,“Federatif İslam cumhuriyetini” ilan edip, Kürtlere özerklik vermesine her hangi bir engel kalmayacaktır.
Bu koşullarda, önümüzde büyük bir sınav beklemektedir bizi… Büyük bir mücadele beklemektedir.
Biz diyoruz ki; vatanını seven, ülkesinin bölünmesine karşı çıkan, tam bağımsız bir Türkiye’den yana olan herkes parti, grup farkı gözetmeksizin artık “ULUSAL CEPHEDE” bir araya gelmelidir.
GÜN, MİLLİ BİRLİK GÜNÜDÜR…
Bundan sonra eylem yerimiz, direniş mekânımız meydanlardır, alanlardır, sokaklardır.
Köylerdir.
Fabrikalardır.
Bundan sonra yurtseverler “bir elin nesi ver, iki elin sesi var” atasözünü ilke edinerek, omuz omuza, sırt sırta verip mücadele etmelidirler.
HALK BİLİNÇSİZSE, HALK UYKUDAYSA, HALKIN KENDİLERİNE GELMESİNİ BEKLEMEDEN KENDİLERİ ONA GİTMELİDİRLER.
Hırsızlarla, talancılarla, hainlerle 500 kişi ile değil, 1000 kişi ile değil, 10 binlerle, 100 binlerle, milyonlarla savaşmalıdırlar.
Silivri’nin, Hasdal’ın kapısına 50 -100 kişi yerine 10 binler, 100 binler dayansaydı, Amerika ve yerli ortakları orduya, aydınlara bu denli pervasız tertipler, saldırılar düzenleyip, böyle ağır cezalar yağdırabilir miydi?
Grupçuluk yok bundan böyle. Particilik yok. Laf ebeliği yok… Vatan var. Emperyalizme ve ortaklarına karşı sadece ve sadece yurtseverlerin birliği var… MİLLİ BİRLİK var…
Türkiye kan ağlarken, bu ortamda bile hâlâ “Küçük olsun, benim olsun” diyenlere “YUH” olsun…
“Parçalanma noktasına gelmiş bir ülkede hâlâ grupçuluk, particilik yapanlara, dernekçilik oynayanlara “yuh” olsun…
.
YAZIKLAR OLSUN…
İlk Kurşun