ABD, AKP, PKK şeytan üçlüsü..
İLLA DA BİR PROVOKATÖR, KIŞKIRTICI ARIYORSANIZ, DÖNÜP AYNAYA BAKIN…
Ali ERALP
“Tez, Bölünme Anayasası işini bitir, PKK ile anlaş, Kürdistan’ı
kur… Yoksa senden desteğimizi çeker, seni deliğe süpürürüz. Sonraaa, unutma,
seni biz iktidar yaptık, bize diyet borcun var… Hadi aslanım, APO ile
uzlaşırsan, Federe İslam Devletinin de Başkanı olursun. Bunu da aklından hiç
çıkarma…”
Ne var ki, Recep Tayyip’e Clinton’ın gönderdiği mektuptan anlaşıldığına göre
ABD, Başbakanın icraatından pek de pek memnun görünmüyor. Bu yüzden Erdoğan’ın
Beyaz Saraydan istediği randevu Kasım ayından beri erteleniyor.
Bu arada Avrupa da bastırıyor. Recep Tayyip’i sıkıştırıyor:
“Sana her türlü desteği veriyoruz, şimdiye dek hep arkanda olduk.
Ortam elverişliyken elini çabuk tut. Çalışmalarını hızlandır. Bak, ‘Kürt
Açılımı’nı İlerleme Raporuna alıyoruz, çabalarını memnuniyetle
karşılıyoruz…”
AB Komisyonunun genişlemesinden sorumlu üyesi Olli Rhen sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Türkiye’den önümüzdeki dönemde özellikle temel özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü geliştirecek kilit reformlar bekliyoruz… Daha sırada Kıbrıs var…“
Temel özgürlüklerden, hukuktan, insan haklarından söz eden AB, Silivri’de oynanan “hukuk oyunu” ve “hukuk rezaleti” ile ilgilenmiyor bile. Dönüp bakmıyor o yana. Düzmece kanıtları, 50 kuruşluk CD’leri, katillerden, sapıklardan oluşan tanıklarla yapılan yargılamayı, en önemlisi ölümcül tutukluların tedavi haklarının ortadan kaldırılıp, ölüme mahkûm edilmelerini ve daha önce, bu yolda, bu faşist uygulamalar sonucunda gerçekleştirilen cinayetleri görmüyor.
AB Komisyonunun genişlemesinden sorumlu üyesi Olli Rhen sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Türkiye’den önümüzdeki dönemde özellikle temel özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü geliştirecek kilit reformlar bekliyoruz… Daha sırada Kıbrıs var…“
Temel özgürlüklerden, hukuktan, insan haklarından söz eden AB, Silivri’de oynanan “hukuk oyunu” ve “hukuk rezaleti” ile ilgilenmiyor bile. Dönüp bakmıyor o yana. Düzmece kanıtları, 50 kuruşluk CD’leri, katillerden, sapıklardan oluşan tanıklarla yapılan yargılamayı, en önemlisi ölümcül tutukluların tedavi haklarının ortadan kaldırılıp, ölüme mahkûm edilmelerini ve daha önce, bu yolda, bu faşist uygulamalar sonucunda gerçekleştirilen cinayetleri görmüyor.
O, hak, hukuk, özgürlük çığırtkanlığını bir tek etnik ve dinsel kimlikler
için, bir ülkenin parçalanması, bölünmesi yolunda yapıyor.
ABD ve AB’nin “İnsan Hakları”ndan, demokrasi anlayışından neyi
anladığını Libya’da, Yuguslav’yada, Irak’ta, Afganistan’da gördük.
Bu arada Bebek Katili APO, PKK ve siyasal uzantısı BDP de bastırıyor, Recep
Tayyip’i sıkıştırıyor:
“Ey Erdoğan, bizimle uzlaş, bizimle anlaş, daha önümüzde Bölünme
Anayasası var, Referandum var, Başkanlık sistemi var… Türk’ü, Türklüğü, laikliği
kaldır, Kürt milletinin adını Anayasaya yazdır, APO’yu ve tüm PKK’lıları serbest
bırak… Bak, bunları yapmazsan, senden desteğimizi çekeriz haaa, ortada
kalırsın…”
Recep Tayyip bu baskılar karşısında telaşlanıyor, heyecanlanıyor. Çünkü işin içinde başkanlık var. Sultanlık var… Elden kaçabilir bunlar, kuş olup uçabilir… Hemen yurt gezilerine başlıyor. Özellikle Güneydoğu’ya gidiyor. “Biji Erdoğan, Biji APO, Biji Kürdistan…” nidaları arasında haykırıyor:
Recep Tayyip bu baskılar karşısında telaşlanıyor, heyecanlanıyor. Çünkü işin içinde başkanlık var. Sultanlık var… Elden kaçabilir bunlar, kuş olup uçabilir… Hemen yurt gezilerine başlıyor. Özellikle Güneydoğu’ya gidiyor. “Biji Erdoğan, Biji APO, Biji Kürdistan…” nidaları arasında haykırıyor:
“Kimse karşımıza Kürtlükle, Türklükle çıkmasın. Biz her türlü
milliyetçiliği ayaklarımızın altına almışız…”
Bir yandan da PKK’nın siyasi kanadı BDP, Amerika ve AKP yönlendirmesi ile
Karadeniz turuna başlıyor.
Neymiş efendim, İmralı sürecine destek vermek, Başbakanın deyişi ile “Barış
ve kardeşlik sürecini” anlatmak amacıyla Sinop’a gitmişler.
Sevsinler sizin “Barış ve kardeşlik” sürecinizi…
Bir yandan cinayetlerinizi sürdürün, bir yandan ülkeyi bölmeye, parçalamaya,
Türk adını, Türklüğü tarihten silmeye kalkın, esir aldığınız tutsakları;
kaymakam, öğretmen, asker rehineleri bırakmamakta ısrar edin, sonra da kalkıp
“Barış ve kardeşlik sürecini” anlatmaya Sinop’a gidin.
Karadeniz’e, Sinop’a en son gidecek, hatta hiç gidemeyecek bir örgüt,
bir kuruluş varsa o da PKK ve onun siyası uzantısı BDP’dir.
Siz önce Kandil’e gidin. Kandil’deki yandaşlarınızın silah
bırakmasını sağlayın. Rehinelerin salıverilmelerini sağlayın.
Diyarbakır’a gidin. Daha geçenlerde suikast silahları ile yakalanan
militanlarınızı engelleyin.
Sizin alçakça kurduğunuz pusularda, mayınlarda, kanlı
saldırılarınızda, daha gençliğinin baharında kaç fidan toprakla buluştu, kaç
ocak söndü, kaç çocuk babasız kaldı biliyor musunuz?
Hemen sıralayalım:
Sayın Ahmet Takan’ın verdiği rakamlara göre,
Sinop’ta 110, Samsun’da 190, Ordu’da 128, Giresun’da 184, Trabzon’da
172…
Ellerinde herhangi bir partinin, kuruluşun, örgütün bayrağını
taşımayan ve yüreği oğul, kardeş, eş, yavuklu, baba ateşi ile yanan insanlar
size tepki verince, onları faşistlikle, provokatörlükle, saldırganlıkla
suçluyorsunuz.
Peki, içi insan dolu belediye otobüslerine, marketlere, suçsuz vatandaşlara
Molotof kokteylleri ile saldıran militanlarınıza ne ad
veriyorsunuz?
Diyarbakır’da, Mersin’de PKK’lı yandaşlarınız evleri, dükkanları, karakolları
taşlarken, yakıp yıkarken bunun adı “İLERİ DEMOKRASİ” oluyor,
ama Sinop’ta halk tepkisini ortaya koyunca faşist, ırkçı, provokatör, milliyetçi
diye suçlanıyor.
Karadeniz insanının Kürtlerle bir alıp veremediği yoktur. Onlara bir
düşmanlığı yoktur. Onun sorunu yıllardan bu yana kendilerine acı çektiren bir
avuç, terörist PKK iledir.
Siz Amerika’yı da arkanıza alıp boşuna çabalıyorsunuz. Halkımız sizin ayak
oyunlarınıza, tertiplerinize direnecektir, açılımlarınıza karşı çıkacaktır ama
ABD, AKP, PKK şeytan üçlüsünün ellerini ovuşturarak beklediği kışkırtma, çatışma
ortamını size vermeyecek, size zevkli dakikalar yaşatmayacaktır.
Nitekim Sinoplular böyle bir fırsatı ihanet erbabına sunmamıştır.
İlla da bir provokatör, kışkırtıcı arıyorsanız, Aziz Nesin’in deyişi ile siz
önce dönüp “Aynaya bakın, aynanız da yoksa suya bakın…” CHP’yi,
yerel yöneticileri suçlayacağınıza, bir de dönüp arkanıza, sizi oraya gönderen
ABD ve AKP ittifakına bakın.
Şimdi biz de size soruyoruz:
“Sizin Karadeniz gezinizin hemen öncesinde, ABD Ankara
Büyükelçiliğinin, istihbaratçıların Samsun’da, Trabzon’da, Karadeniz’de ne işi
vardı? Orada hangi tertipleri planlıyorlardı? Hangi oluşumların
içerisindeydiler?”
Söyleyebilir misiniz?
Bu arada yayınlarının çoğunu ilgiyle izlediğimiz Yurt
gazetesine de aşağıdaki sözleri yakıştıramadığımızı burada belirtelim.
Şunları yazmıştı:
“Karadeniz’in insanı merttir, namusludur, doğayla barışık yaşar. Kadınıyla erkeğiyle delikanlıdır ama onun kültüründe kalleşlik, tuzak, linç yoktur. Misafirlerini böyle karşılamaz…”
Doğrudur. Karadeniz insanı merttir, namusludur, doğayla barışık yaşar. Kadınıyla erkeği ile delikanlıdır. Buna bir cümle de biz ekleyelim: Ve dostunu düşmanını da bilir…
“Karadeniz’in insanı merttir, namusludur, doğayla barışık yaşar. Kadınıyla erkeğiyle delikanlıdır ama onun kültüründe kalleşlik, tuzak, linç yoktur. Misafirlerini böyle karşılamaz…”
Doğrudur. Karadeniz insanı merttir, namusludur, doğayla barışık yaşar. Kadınıyla erkeği ile delikanlıdır. Buna bir cümle de biz ekleyelim: Ve dostunu düşmanını da bilir…
Şimdi soralım size:
Ne zamandan beri bölücüler, bebek katilleri, Türk, Türklük ve Atatürk
düşmanları “MİSAFİR” oldu?
Bunu gözü yaşlı şehit babalarına, şehit analarına, şehit yavrularına,
şehit eşlerine açıklayabilir misiniz?
Bir zamanlar İstanbul Hükümetinin Harbiye Nazırı Cemal Paşa da İstanbul’u
işgal eden emperyalistlere sizin gibi MİSAFİR demişti de Mustafa Kemal
Atatürk onlara şu yanıtı vermişti:
“Baylar, Rıza Paşa Hükümeti ve o hükümete Harbiye Nazırı olan kişi, sevgili yurdumuza giren, süngülerini ulusun can evine saplayan yabancıları misafir sayıyor ve ılımlıca davranmakta zorunluluk görüyor. Bu ne düşüncedir, bu ne kafadır?”
“Baylar, Rıza Paşa Hükümeti ve o hükümete Harbiye Nazırı olan kişi, sevgili yurdumuza giren, süngülerini ulusun can evine saplayan yabancıları misafir sayıyor ve ılımlıca davranmakta zorunluluk görüyor. Bu ne düşüncedir, bu ne kafadır?”
İlk Kurşun