'Başbakan kedi ve ciğer meselesi yapıyor!'
“Sapla samanı karıştırıyor”
Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olmak demek Türkiye’nin yörüngesinin değiştirilmesi demektir. Üstelik ŞİÖ’de Başbakan’ın kurtulmak istediği AB standartları yok. Başbakan’ı en çok rahatsız eden AB’nin değerler sistemine ulaşamaması, AB’nin en sonunda gelmesi ve bu konudaki eleştirilerin altında kalmasıdır. O nedenle de kedi ve ciğer meselesine başvuruyor.
Eski CHP milletvekili, emekli Büyükelçi Onur Öymen Ankara’nın dış politikasının çelişkiler yumağına döndüğüne dikkat çekiyor. AKP’nin bir zamanlar büyük bir şevkle bel bağladığı AB üyeliği düşlerinin suya düştüğüne işaret eden Öymen, Türkiye’nin başına çökertilen terör belasının da Ankara’ya istenilen politikaların dayatılması amacından başka bir şey olmadığını söylüyor.
- Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir süre önce Rusya Cumhurbaşkanı
Putin’e “Bizi AB’ye almıyorlar. Bari Şanghay Beşlisi’ne (Şimdiki adı Şanghay
İşbirliği Örgütü – ŞİÖ) alın” mealindeki sözlerini nasıl karşıladınız? NATO
üyesi bir devlet olan Türkiye, ana kuruluş amacı NATO’yu denetlemek olan ŞİÖ’ye
nasıl üye olabilir?
O.Ö.- Bir kere örgütün adı Şanghay
Beşlisi değil. Örgütün 2001′den beri adı Şanghay İşbirliği
Örgütü. Üstelik üye sayısı artık beş değil,altı. Bir de Başbakan
“AB bizi almıyorsa biz de Şanghay İşbirliği Örgütü’ne gireriz”
derken iki farklı yapıdaki örgütten söz ediyor. ŞİÖ daha çok güvenlik ağırlıklı.
AB ise belli değerler sistemini savunan ülkelerin bir araya geldiği ve yeni yeni
de güvenlik boyutu kazanmaya çalışan bir örgüt. NATO’dan farklı amaçlarla
kurulmuş bir güvenlik örgütüne (ŞİÖ) Türkiye’nin girmesinin çok ciddi sıkıntılar
yaratabileceğini ve Türkiye’nin NATO üyeliğini de tartışmaya açabileceğini
düşünmek lazım.
- Peki, sizce AB’yle yaşanan sıkıntılar esas olarak nereden
kaynaklanıyor?
O.Ö.- Bir kere müzakerelerin geciktirilmesi boyutu var.
Bu doğru. Biz vaktiyle AB’nin Türkiye’ye uyguladığı çifte standartlarını
eleştirdiğimiz zaman bunlar, “AB’ye karşı mısınız” deyip Brüksel’de CHP’yi
şikâyet ediyorlardı.
- Hatta CHP’yi Sosyalist Enternasyonal üyeliğinden bile attırmaya
kalkışmadılar mı?
O.Ö.- Onu da yaptılar. AB’nin esas boyutu değerler
sistemidir. Değerler sistemi açısından baktığımız zaman Türkiye bütün AB üyesi
ülkelerin sonunda geliyor. Bu anlamda AB de Türkiye’yi eleştiriyor.Türkiye bu
eleştirilere cevap veremiyor. Her geçen gün de Türkiye demokrasi ve insan
hakları standardını yıpratıyor.AB’den gelen eleştirilere Başbakan Erdoğan’ın
tahammülü yok. O nedenle de ŞİÖ ismini bir kaçış olarak telaffuz ediyor. Yoksa
AB’nin Türkiye’ye yaptığı yanlışlar, haksızlıklar, uyguladığı çifte standartlar,
gereksiz geciktirmeler on yıldan beri sürüyor. Bunların hiçbirine tepki
göstermedi. Bu yapılan haksızlıklara zamanında itiraz etmeleri gerekirdi. Bunu
yapmadılar. Tam tersine içeride iyimserlik havası yarattılar. Gündüz vakti havai
fişekler attırdılar. Ondan sonra da yapılanın yanlış olduğunu gördüler. Çünkü
AB, Türkiye’ye gelene kadar ucu açık müzakereler sözünü hiçbir aday ülke için
telaffuz etmedi.
- Bir de AB’nin hazırladığı bir raporda, Türkiye üye olursa Fırat ve
Dicle sularının yönetimi uluslararası bir kuruluşa verilir, sözleri vardı. Sonra
bu ne oldu?
O.Ö.- Bir kere bu hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bir
durumdu. Biz bunu o zaman söyledik. Buna da tepki gösterdiler. Şimdi bu
haksızlıkların üst üste gelmesi ve Türkiye’nin üyelik sürecinin fiilen askıya
alınması belli ki Başbakan’ı fena halde rahatsız etmiş. Bir kere üç yıldan beri
tek bir müzakere başlığı açılamıyor.Türkiye Hırvatistan’la aynı gün tam üyelik
müzakerelerine başladı. O tarihten bugüne kadar Hırvatistan bütün müzakere
başlıklarını kapattı. Bugün tam üye olma hazırlıkları içinde. Türkiye ise 35
müzakere başlığının daha 13′ünü açabildi. Bir de Kıbrıs yüzünden ambargolar var.
AB Kıbrıs sorunu nedeniyle sekiz başlığa ambargo koymuş durumda. Fransa beş
başlığa, Kıbrıslı Rumlar altı başlığa ambargo koydu. Bu ambargoların hiçbirini
kaldıramıyoruz. AB’yle mücadele edemiyoruz. Çünkü hükümet bütün dikkatini
Ortadoğu’ya, İslam ülkelerine vermiş. Çünkü Avrupa, Türkiye’nin gündeminde
değil. Başbakan da zaten son birkaç gündür AB’den söz etmeye başladı.
“Tepkiyi talimatı verenlere gösterin”
Aslında ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin o sözlerinin Washington’da
söylenmiş olması gerekirdi. Washington’da söylenmediğine göre demek ki
ilişkilerin daha fazla bozulması şu aşamada istenmiyor.
- Bir de Başbakan’ın “Kıbrıs diye bir ülke
yoktur” sözlerini nasıl karşıladınız?
O.Ö.- Kıbrıs konusu başlı başına yanlışlarla dolu. Bir
kere Kıbrıs Rum tarafı Annan Planı’nda referanduma ret oyu verdi. Buna rağmen
tek başına AB’ye tam üye oldu. Annan Planı referandumuna olumlu oy veren
Kıbrıslı Türkler ise cezalandırıldı. Ambargolar sürdürülüyor.Yanlışlar burada.
Bunları çok iyi anlatabilmemiz lazım. Ama gördüğüm kadarıyla Başbakan’ı en çok
rahatsız eden AB’nin değerler sistemine ulaşamaması, AB’nin en sonunda gelmesi
ve bu konudaki eleştirilerin altında kalmasıdır. Bu eleştirilere,
“Haksızsınız” diyecek hali de yoktur. O nedenle de kedi ve ciğer
meselesine başvuruyor.
- Yani kedinin ulaşamadığı ciğere pis demesi gibi mi?
O.Ö.- (Çok gülüyor) Evet, biraz öyle.
ŞİÖ’yü iyi düşünmek lazım. ABD de vaktiyle ŞİÖ’ye diyalog ortağı statüsünde
katılmak için başvurmuştu ama reddedilmişti. Diyalog ortağı olmak başka şey.
Bizim Başbakan tam üye olmaktan söz ediyor. ŞİÖ’ye tam üye olmak demek
Türkiye’nin bütün yörüngesinin değiştirilmesi demektir. Üstelik ŞİÖ’de, ayrıca
İslam Konferansı Örgütü’nde (İKÖ), Başbakan’ın kurtulmak istediği AB’deki
standartlar yok. Zaten o nedenle Başbakan İKÖ gibi örgütlerde rahat. Oralarda
hiç kimse neden gazeteciler, akademisyenler, milletvekilleri hapiste diye
sormuyor. Ama AB’de, “Bu kulübe girmek istiyorsan bu standartlara
uyacaksın”deniyor. Yani Türkiye otoriter bir din devleti olma yolunda
ilerlerken AB’nin standartlarını yakalayamaz.
- ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis
Ricciardone bizim yargı sistemini, gazetecilerin, komutanların,
akademisyenlerin uzun tutukluluk süreleriyle hapiste kalmasını eleştirince
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik de haddini bilmesini
söylemiş. Siz Bu tavrı nasıl yorumluyorsunuz?
O.Ö.- Aslında Ricciardone‘nin bu
sözlerinin Washington’da söylenmiş olması gerekirdi. Washington’da
söylenmediğine göre demek ki ilişkilerin daha fazla bozulması şu aşamada
istenmiyor.Bu eleştirileri iki boyutuyla değerlendirmek lazım. Bunun bir boyutu
yargı, insan hakları, demokrasi. Artık insan hakları devletlerin iç meselesi
olmaktan çıktı. Yani, “Sen ne karışıyorsun? Ben insan haklarını
istediğim gibi ihlal ederim” diyemiyorsunuz. Bu konuda Türkiye
uluslararası antlaşmalara imza atmıştır. Bir yandan Suriye’deki insan hakları
ihlallerine karışıyorsunuz. Doğrudur. Çünkü bunlar Suriye’nin iç meselesi
değildir. O nedenle başka ülkelerin de Türkiye’deki insan hakları ihlallerini
eleştirmelerinden gocunmamak gerekir Ricciardone‘nin
eleştirilerine geri dönersek… Tepkinizi büyükelçiye o talimatı verenlere
göstermeniz gerekir. Burada başka bir noktaya daha dikkat çekmek
istiyorum.Türkiye’nin bugün en büyük meselesi terör.ABD Büyükelçisi,
büyükelçiliğe saldıran terör örgütüne karşı birlikte mücadele edilmesi
gerektiğini söylüyor. Ama on beş gün önce de Türkiye’nin başka bir terör
örgütüyle müzakere masasına oturmasını desteklediğini söylüyor. Burada bir
çelişki yok mu?
- Üstelik o iki terör örgütü arasında çok yakın ilişki olduğu ortaya
çıkmadı mı?
O.Ö.- O ilişki biliniyor. Birinin militanlarını öbür
terör örgütü Kuzey Irak’ta eğitiyor. Yunanistan’da yayımlanan To Vima
gazetesi Yunan 17 Kasım terör örgütüyle PKK ve DHKP-C arasında çok
yakın işbirliği olduğunu yazdı. Şimdi büyükelçi iki terör örgütünden biriyle
mücadele edelim ama öbürüyle müzakere masasına oturalım istiyor. Burada bir
çelişki yok mu? Kuzey Irak’tan PKK’yi tasfiye etmek için
Barzani‘yi bir kere eleştirmiş mi ABD? Topraklarınızda niçin bu terör
örgütünü barındırıyorsunuz sorusunu sormuş mu? Hatırlayın, Kuzey Irak’a kara
harekâtı yapıp PKK’nin tasfiye edilmesine karşı çıkmışlardı. Bizim
Genelkurmay Başkanı, “Kuzey Irak’tan PKK’yi tasfiye
edecek gücümüz var. Ama ABD’nin izin vermesi lazım” diyor. O zaman da
adama, “Irak Amerikan mandası mı” diye sorarlar. Belli ki terör
örgütünün tamamıyla tasfiye edilmesi istenmiyor.
“PKK, ABD’nin siyasi amaçlarına yarıyor”
- Peki, bu ne anlama geliyor? PKK’nin Türkiye’de bunca insanın
ölümüne sebep olması ABD’yi çok mu memnun ediyor sizce?
O.Ö.- O terör örgütünün mevcudiyetinden belli siyasi
amaçlar güdülüyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan beri bu bölgede bir Kürt projesi
vardır. Bu zaman zaman rafa kaldırılır; zaman zaman da indirilir.İngiliz
belgelerinden de biliyoruz ki amaç Irak petrolleriyle Türkiye arasında tampon
bir Kürt devleti kurmaktır. Bunu hiçbir Türk hükümeti kabul etmez. O zaman da
Türkiye’ye terör saldırılarının yarattığı baskıdan yararlanacaksınız.Yani
doğrudan doğruya terörü yönlendirmek değil ama terörün Türkiye’ye bir baskı
unsuru olmasından rahatsız olmuyorlar. Hatta terörle müzakere edilmesi
isteniyor. Bu ne demektir? Terörün siyasi taleplerini büyük ölçüde kabul etmek
demektir. Terör Türkiye’den devletin yapısını değiştirecek anayasal
değişiklikler yapılmasını talep ediyor. Burada amaç bir taraftan terörist
saldırılarla Türkiye’ye baskı yapmak, bir taraftan da müzakere yoluyla terörün
taleplerini büyük ölçüde kabul etmeye zorlamak. Hangi ülke terörle müzakere
ederek anayasasını müzakere masasına yatırmış şimdiye kadar? Türkiye’den başka
hangi ülke bunu yapıyor? ABD’ye söyleyecek sözünüz varsa esas bunu
söyleyeceksiniz. Neden, “El Kaide’yle müzakere etmiyorsunuz da bize
gidin PKK’yle müzakere edin diyorsunuz” demiyorsunuz?
“Terör örgütlerine çifte standart”
- İyi de ABD bir zamanlar hiçbir müttefikine terör örgütleriyle
müzakere etmeyi tavsiye etmeyeceğini söylememiş miydi?
O.Ö.- Evet. Ama şimdi ne diyor? Terör örgütüyle müzakere edilmesini teşvik ediyor. Bir taraftan da Kuzey Irak’tan terör örgütünü tasfiye etmenize karşı çıkıyor. Bizim Başbakan da, “Silahlarını alsınlar. Türkiye’den gitsinler” diyor. Yani bu terör örgütünün Kuzey Irak’taki varlığıyla yan yana yaşamaya hazırsınız demektir.Onlar da şartlar gerektirdiği zaman yine sınırı geçip size karşı eylem yapacaktır. Hangi kanundan aldığınız yetkiyle bu teröristleri sınır dışına çıkmaya teşvik ediyorsunuz? Siz devlet olarak eli silahlı, suç işleyen teröristleri yargılamak değil mi göreviniz? Bunu yapacağınıza siz bunların sınırdan çıkmalarını istiyorsunuz. Bir kere böyle bir yetkiniz yok. Af mı çıkarttınız? Bütün bunlar çelişkiler yumağıdır.
O.Ö.- Evet. Ama şimdi ne diyor? Terör örgütüyle müzakere edilmesini teşvik ediyor. Bir taraftan da Kuzey Irak’tan terör örgütünü tasfiye etmenize karşı çıkıyor. Bizim Başbakan da, “Silahlarını alsınlar. Türkiye’den gitsinler” diyor. Yani bu terör örgütünün Kuzey Irak’taki varlığıyla yan yana yaşamaya hazırsınız demektir.Onlar da şartlar gerektirdiği zaman yine sınırı geçip size karşı eylem yapacaktır. Hangi kanundan aldığınız yetkiyle bu teröristleri sınır dışına çıkmaya teşvik ediyorsunuz? Siz devlet olarak eli silahlı, suç işleyen teröristleri yargılamak değil mi göreviniz? Bunu yapacağınıza siz bunların sınırdan çıkmalarını istiyorsunuz. Bir kere böyle bir yetkiniz yok. Af mı çıkarttınız? Bütün bunlar çelişkiler yumağıdır.
- Peki, sizce muhalefet ne yapıyor?
O.Ö.- Esas olarak buna karşı çıkması gereken muhalefet
hatta ana muhalefet partisidir. Ne yazık ki ana muhalefet partisinden de bu
konularda tepki göremedik. Tam tersine İmralı görüşmelerine, anayasadan Türk
kelimesinin çıkarılıp anayasal vatandaşlık gibi kavramların yer almasına sıcak
baktığını görüyoruz.
TBMM’de iktidar ve ana muhalefet rejimin esaslarının değiştirilmesi
konusunda en azından ilkesel olarak farklı bir çizgide değilse bu, rejimin
geleceği açısından çok ciddi sıkıntılar yaratır.
PORTRE
ONUR ÖYMEN
İstanbul, 1940 doğumlu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde,
yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Aynı fakültede savunma
politikaları konusunda doktora yaptı. 1964′te Dışişleri Bakanlığı’na girdi.
Bakanlığın yurtiçi çeşitli kademelerinde ve yurtdışı misyonlarında görev yaptı.
1988-1990 arası Kopenhag büyükelçiliği yaptıktan sonra 1995-1997 döneminde
Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı oldu. 1997-2001 arası Türkiye’nin NATO Daimi
Temsilciliği görevinde bulundu. 2002 ve 2007 genel seçimlerinde CHP’den Bursa
milletvekili seçildi. Bir süre CHP Genel Başkan Yardımcılığını yürüttü. Haziran
2011 seçimlerinde milletvekili adayı olmadı.
Cumhuriyet