Gezi Parkı direnişinden “plebisit”e?!…
Gezi Parkı direnişinden “plebisit”e?!…
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN
Muhafazakarlığı “özgürlük” kavramı üzerinden yeniden üretirken,
modernleşme sayesinde elde ettiğimiz kazanımları gerileterek ilerleyen AKP, Gezi
Parkı engelini aşmak için özgürlükler alanını açmak yerine, bu direnişi bahane
ederek yeni kısıtlar ortaya koyabileceği bir zemin arayışını sürdürürken, zaman
kazanmaya çalışıyor.
Park’ta başlayan özgürlük direnişinin yurtta yarattığı artçı sarsıntıları
doğru okumak ve buradan toplumla diyalog yolunu açmak yerine, direniş
başladığından bu yana parka gitmemiş/gidemeyecek olanların muhatap alınıyor
olması trajikomikti. Madalyonun görünen bu yüzünü tersine çevirdiğinizde, krize
hazırlıklı olmayan iktidarın süreci kendi lehine çevirmek için, topluma karşı
sınav vermek yerine, zamanla sınavı seçtiğini okuyabilirsiniz.
Buraya kadar
ironik, ancak daha ironik olan, yargıya intikal eden bir konu olduğu
için “referandum” yapılamayacağından, yine bir halk oylaması
olan “plebisiter oylama”nın önerilişidir.
Otoriter sistemlerin
başvurduğu ve otoritenin tercihinin onaylattırıldığı mekanizmaya verilen isimdir
“plebisit”.
Türkiye’yi dalga dalga saran özgürlük taleplerinin karşılığını,
“neden otoritenin kendi dediğini dayatacağı bir halk oy(a)lamasında
buldu?” sorusunun yanıtını TESEV Başkanı’nın da katıldığı bir TV
oturumundaki konuşmacıların dillendirdikleri ile daha açık kavrayabiliriz: Satır
aralarında yeni rejimi inşa etmeyi serpiştirdikleri söyleşide biri;
“Türkiye henüz tamamlanmamış bir dönüşüm içinde” derken,
diğeri, “kararlılıkla, yeni hamlelerle, cephe siyasetinin dışına
çıkarak, talepleri karşılanmamış kesimler (örneğin Aleviler) konusunda hassas
olunması”(!) gerektiğine işaret ediyor…. Bir diğeri; AKP’nin son
seçimlerde gerçek anlamda iktidar olduğundan söz ediyor; AKP politikaları
karşısında “kendini yenilemeyen gitsin” gibi hükümler
veriliyor.
Muhafazakar diyerek yumuşatılan dinci vesayetin tanımı yapılarak yeni rejim
resmediliyor. Fırsattan istifade, Türkiye’de kitlelerin taleplerini okuyor gibi
yaparak, yandaş medyadan AKP propagandası yapılıyor…
Kitlelerin ne istediğini umursamaz yaklaşımla, hala yaratılan çatlağı
derinleştirecek şekilde süreci ilerletmek isteyen anlayışın akıl hocalığı
yaptığı bir Türkiye fotoğrafı var ve tahlillerden de anlaşılıyor ki,
şaşkınlık tam da burada toplaşıyor:
AKP tüm toplumsal ve siyasal muhalefeti
baskılayıp tam anlamı ile iktidara oturdu derken, beklenmedik bir şekilde
toplumsal kalkış, hem de genç, diri bir kalkışma, dipten gelecek bir halk
hareketi hesaplanmamış…. Lider olabilecek kişilerin hepsi bir şekilde
engellenerek lidersiz bırakıldığı düşünülen toplumun lidersiz bir kalkışma
ile muhalefet edebileceğini belli ki hiç düşünmemişler.
İçeride kriz için plan ve senaryoları olmayanların dış politikada
karşılaşılabilecek krizler konusunda hazırlıklı olduklarını düşünmek aşırı
bir iyimserlik olur. Nitekim; ülkeyi Avrupa Birliği üyesi yapacağız diyerek
işbaşına gelen ve gücünü içten çok, dıştan alan bir profil çizerek prestij
sağlamaya çalışan AKP’nin, Avrupa Parlamentosu’ndan gelen uyarıya tahammül
edemez noktaya gelmiş olması ironiktir. Üstelik de tam yetkili ağızdan “Biri
bizi uyarsın” denildiği süreçte… Avrupa’nın “Türk toplumunun çeşitlilik
ve çoğulculuğuna saygı duyulması ve laik yaşam biçimlerinin muhafaza
edilmesi” çağrısında kızacak ne var? Bunu Avrupa’dan duymak
istemiyorsanız, tüm ülkeye yayılan tepkilere kulak vermek yeter. Laik yaşam
biçimi yoksa, demokrasi de yoktur.
Bu çelişkilerin tek bir açıklaması vardır: AKP rejimi dönüştürmek için
işbaşına gelmiştir. İlk kez ülke yönetiminin sorumluluğunu alan bir kişi,
“kefen giyerek geldim” demektedir. Bu sözler demokraside
kararlılığın ifadesi olamaz. Nitekim on yılda yoğunlaşan baskı havasının
kapağının attığı yer olan Gezi Parkı için çözümü plebisite indirgeyen AKP
baskıcı politikalarından vazgeçmeyeceği mesajını vermiş oluyor.
Dayatmacı politikalarına “uzlaşma” adını verdikleri için,
Gezi Parkı’nda da aynı yöntemi uygulama hevesindeler. Türkiye’yi dayattığı
sonuçlarla yönetmeye alışmış bir iktidarın bir anda değişmesi mümkün değil.
Sandığı da bir sonuç olarak dayatıp yerini koruyan bir parti var iktidarda. Asıl
konuşulması gerekeni atlıyoruz; demokrasi sandıktan çıkan sonuçla değil, öncesi
ve sonrası ile sandık çevresi ile test edilir. Sandık öncesi ve sonrası ile
ilgili şaibeler hakkında sorulan sorular yanıtlanmıyor…
Türkiye ilkleri yaşadığı bir sürece girdi, lidersiz hareket çığ gibi büyüyor.
Tarafgir olan medyalar biliniyordu, şimdi deşifre ediliyorlar. İktidara dolaylı
destek verdikleri bilinen kişiler “acaba rüzgar tersine döner mi?” endişesi ile
rüzgar güllerine dönüşüyorlar.
Lidersiz harekette birleri fırsatçılık yaparak
öne çıkmak istedikçe ayrıca çizmeye gerek bırakmayacak şekilde
karikatürleşiyorlar. Bakıp gülüyor, gülüp geçemiyoruz…
Türkiye bölgedeki diğer ülkelere benzemiyor. Bizler özgürlüklerle öyle ya da
böyle tanıştık. “Bizim ileri demokrasimiz bu” diyerek baskı sopasına
indirgedikleri “demokrasi” anlayışları ile ileri özgürlük taleplerimizi on yıl
öncesinde düğümlendiklerini sanıyordu birileri ki; dip dalga gençlerle harekete
geçti.
Depremin şiddeti henüz bilinmiyor; ancak yüzeysel olmadığı, dipten geldiği
bir gerçek. Uyarıların nereden geldiğine takılmaksızın, kitlelerin
taleplerini özgürlüklerden yana okumak gerek. Bu aşamadan sonra otoriterleşme
gayretlerinin bedeli hepimiz için ağır olur.
İlk Kurşun