“Mustafa Kemal’in Askerleri” bu oyunu bozar
Mustafa Kemal’in Askerleriyiz
Feza TİRYAKİ
Gençlerle bağırmak varmış ölmeden, Mustafa Kemal’in askerleriyiz
diye. Düşümüzde görsek hayra yormayacağımız
şeyleri yaşıyoruz son yıllarda. Vatanı Atatürk düşmanlarına elimizle teslim
ettikten sonra uzun bir uykuya yatmıştık.
Nasıl oldu bir mucize mi gerçekleşti, yoksa çok uzun bir düşte miyiz,
uyanınca bitiverecek mi tüm bunlar, neler olacak bilmiyorum ama tek bildiğim bu
yaşadıklarımızın bir ilk oluşu.
Hafta sonunda, geçtiğimiz Cumartesi günü gençlerin çoğunlukta olduğu
bir Türk topluluğuyla, yaban elde, elin memleketinde elimizde bayraklar,
dilimizde Türkçe söylemler yürüdük.
Gurbette yaşayanlar bilir, el memleketinde yaşamak çok zordur,
oralarda hep konuk olduğunun bilincinde yaşarsın. Gölgesinde oturduğun
ağaç, dokunduğun çiçek, nefes aldığın hava, baktığın gökyüzü bile sana farklı
görünür. Otu kuşu bile yabancı gelir. Hiç biri senin değildir, hepsi yabancıdır,
ellerindir, çünkü orası vatanın değildir…
Orada yaşayan işçi çocuklarını eğitmek, dillerini öğretmek için oradasın, sen
konuksun düşüncesini bir an bile aklından çıkaramazsın… Oralarda ders
yaptığımız, kapısını verilen anahtarla açıp kapattığımız, bize verilen
sınıflarda vatanı yaşadık, yaşattık yalnızca.
Atatürk’ün resmi kürsünün üstünde duvarda dururdu. Bayrağımız
yanında. Türkiye haritası yan duvarda, Türkiye resimleri bir uçtan bir uca
asılı… Kapının yanında girişte Atatürk’ün Gençliğe Hitabı olmazsa olmazıydı
sınıflarımızın.
Türkçe sözlükler, atlaslar, ders kitapları, duvar resimleri hepsini hepsini
yurt dışı temsilciliklerimiz verirdi isteyen öğretmene.
Sınıfa girerdik: Türkiye. Çıkarsın: El memleketi.
Bu çelişkiyle yetişti genç kuşaklar. El memleketinde çocuğum yitip gitmesin
diyenlerin çocukları, bu nedenle evde kendileriyle Türkçe konuşulan, töresi
geleneği öğretilen, dinine bağlı yetiştirilen, Türkçe dersine katılan kuşaklar…
İki dünya arasında gidip geldiler. Bir oraya, bir oraya… Bir yanda
yaşadığı yer, diğer yanda ait olduğu, köklerinin bulunduğu yer…
Onların duyduğu duyguyu biz anlarız da, onlarla yaşamayanlar, gurbeti
bilmeyenler eminim anlayamaz…
Yurtdışındaki bu gençliği bir de bu gözle görünüz. Bataklıkta açan nilüfer çiçekleri sayınız onları. Başka kültürde erimeyenler, direnenler…
Yurtdışındaki bu gençliği bir de bu gözle görünüz. Bataklıkta açan nilüfer çiçekleri sayınız onları. Başka kültürde erimeyenler, direnenler…
Önceleri, Akape adlı bu parti başa gelmeden önce demek istiyorum, yurt
dışında terör örgütü yandaşları gösteri, yürüyüş yapardı. Akape’yle bunlar çok
iyi anlaştıklarından beri yurtdışı gösterileri kesilmişti, uyuşturucuyla,
haraçla, öldürdüğü insanların kanıyla beslenen bu örgütün Avrupa sorumlularının
işleri işti, istekleri tıkır tıkır yapılıyordu.
Yürüyüş demek, bu eli kanlı örgüt üyelerinin ve onların kandırdığı,
zorla iteklediği vatandaşların, örgütün kirli bezleriyle, cani başının
resimleriyle bağrışması, çığrışması, insanları ürkütüp korkutması
demekti… Türkiye Cumhuriyetine küfür edilmesi, Türk bankalarının
camlarının kırılması, Türk konsolosluklarının taşlanması, Türk işyerlerinin
tehdit edilmesi, haraç vermeyene saldırı, bayrağımızın yakılması, karanlık yüzlü
bir takım insanların ortalığa dökülüp saçılmasıydı, o zamanlar yürüyüş, gösteri
denilince akla gelenler… Saldırganlık, küfür, yüzlerde bile açıkça görülen,
memleketimize karşı öğretilmiş, güdümlü, birikmiş nefret…
Böyle gösterileri görenler yollarını değiştirir, kaçışırlardı, aman bana bir
şey olmasın, kim vurduya gitmeyeyim, bunları Almanya şımartıyor, sırtlarını
sıvazlıyor derlerdi sıradan vatandaşlarımız bile…
Devletimizin bu durumlara ses çıkarmamasına, bir yaptırım uygulamamasına
üzülürdük. Utanırdık çıkan görüntülerden. Türkler denirdi gazetelerde bunları
yapanlara, devletlerine saldıran, sözde, vatanlarında işkence gören Türkler.
Adımız karalanırdı…
Her yapılan kötü işin, adam yaralamanın, cinayetin, şunun bunun suçlusu Türk
vatandaşıysa eğer, Türkler yaptı denirdi yapılanlara.
Ayrımcı gösterilerde Kürt olurlar, adi suçlarda adları Türk oluverirdi
yeniden, dış basında ayrılıkçıların…
*
Gün gelecek devran dönecek, Atatürk’ün gençliği de kendine sahip
çıkacak, yollara dökülecek… Kim bunu bilebilirdi?..
Daha düne kadar hayaldi böyle bir şey…
Almanya’ya gelen birinci ikinci kuşağın çocuklarının öğretmenliğini yaptı
bizim kuşak. Tek sözcük Türkçe bilmeyen çocukları için Güneydoğulu
vatandaşlarımız topluca yerleştikleri bir küçük kentte kendilerine Türk öğretmen
istemişler. İlk görev yerim orasıydı. Orası sonraki yıllarda terör örgütünün
cirit attığı, boy gösterdiği bir yer oldu. Yetmişli yılların ortalarında tam
tersi, ülkesine, milletine bağlı insanlardı Türkiye’den göçen vatandaşlarımız,
terörle, teröristle bir ilişkileri yoktu…
Hem yurt içinde, hem yurt dışında bölücülük başlatıldığında, terör örgütü kan
döküp canlar yakmaya başladığında, bunlar, kanla, uyuşturucuyla, haraçla
beslenenler iyice palazlandılar…
Sonra palazlandıkça şiddeti artırdılar, dediğim gibi her hafta sonu kent
meydanlarında Türkiye’ye karşı yaptıkları gösterilerle göz korkuttular, duyanı
duymayanı, bileni bilmeyeni Türkiye’ye karşı doldurdular…
Öyle bir hava yayarlardı ki sanki Türkiye’de hepsi takipte,
Türkiye’de vatandaş ayrımı var, Türkiye yaşanmaz bir yer, Türkiye diktatörlük,
Türkiye’de insan hakları yok, teröristler masum hak arayan
çocuklar…
Çıkardıkları Türkçe gazeteleriyle devletimize kin kusarlardı oralarda.
İşledikleri cinayetlerden övgüyle söz edebilirlerdi, yasal olarak korunurlardı,
görürdük…
İşte, sonra da, bekledikleri işbirlikçi, devletinin kurucusunu, temel
ilkelerini sevmeyen, Cumhuriyet öncesine geri dönüşü, Osmanlıyı
düşleyen, yayılmacıların sözünden çıkmayan, onların, milletçe yırtılan, yüz yıl
öncenin Anadolu’yu bölme- paylaşma (SEVR) planını yeniden hortlatmalarına ses
çıkarmayan bir iktidar geldi başımıza…
Bir geldi, pir geldi…
Bitmiş terör yeniden canlandırıldı. Teröristle mücadele değil müzakere
başlatıldı, ülkemizde. Atatürk devrimleri tek tek yürürlükten kaldırıldı… Öyle
ileri gidildi ki, teröristin diline doladığı devletimizin simgesi, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kısaltılmış yazımı “TC” simgesi devlet kurumlarından indirilmeye
bile başlandı.
31 Mart gerici ayaklanmasının başlatıldığı kışla olan Topçu
kışlasının, Taksim’de beş yüz yıllık doğal park alanı kaldırılarak yerine
yeniden inşa edilmek istenmesiyle başladı gösteriler. Tarihteki bu
gerici isyanı bastıran Mustafa Kemal’in ordusu Hareket Ordusu’ndan, Türk
ordusundan intikam almak için yapılacak bu işe, bu gizli Cumhuriyet
düşmanlığına, işin aslını bilmeden yalnızca çevre için önce çevreciler direndi,
aralarında bölücüler bile vardı, bakın biz artık terör örgütü değiliz, biz
bildiğiniz meleğiz demek için, milleti kandırmak için birileri de sızdılar ilk
gruba. Sonra gençlik durumu anlayınca iktidara geçit vermedi. Korku duvarını
aşan, on yıldan uzun süre sindirilen, bastırılan, çağdaş Cumhuriyetini geri
isteyen gençlik ayaklandı… Halk her kentimizde gösteriler başlattı, gençliği
destekledi.
Gerici isyanı bastıran Mustafa Kemal’in ordusuna o devirde çapulcu demiş
gericiler olayı aktarırken. Günümüzde bu gericilerin torunlarının, iktidarı ele
geçirenlerin kendilerine karşı duranlara ısrarla “çapulcular” demesi bu
yüzdendir dedi tarihçimiz Sinan Meydan.
*
Aynı anda bütün dünyada da başlatılan gösterilerden birini yaşadım işte geçen
gün…
Üç bine yakın Türk toplandı kent meydanında. Atatürkçü Düşünce Derneği ile
bir gençlik kuruluşu (TGB) ortaklaşa düzenlemişler etkinliği.
Annelerinin karnında atkıyla bağlı iki aylık bebeklerden, bebek arabalarıyla,
yürüteçlerle getirilen küçük çocuklardan, sakat arabalarıyla gelen yaşlılardan
tutunuz, her yaştan insan toplanmıştı.
Gençlik, en çok da gençlik… Hiç aksansız, su gibi akıcı Türkçe konuşan
gençlik… Sorduklarımın neredeyse hepsi ya üniversite öğrencisiydi, ya
üniversiteyi yeni bitirmişti…
Çalışan genç anne babalar, orta yaşlılar, emekliler… hepsi oradaydı…
Oğullarıyla, kızlarıyla gelen babalar…
Yürüyüşün düzenini sağlayan, çarpıcı söz, savsöz ( slogan) söylemeyi
başlatan, bitiren, marşlar okutan, gruba sızmaları önleyen, canla başla uğraşan
kızlı erkekli gençler…
Sinem, Gizem, Ebru, Süheyla, Aylin, Hayat, Zerrin, Sevim, Neriman, Hatice,
Engin, Önder…
Kadınlar ele almıştı işi. Atatürkçü Düşünce Derneğinin genç başkanı
Aysun, yanında gençler…
Yürüyüşü öyle bir düzenlediler ki, bir şölen
havası yaşandı. Büyük boy Atatürk portresi, altında Atatürk’ün imzasıyla olan o
ünlü çizim, ortada ellerde taşındı. Dev Türk bayrağı da öyle. Gelenlere
bayrağını al da gel duyurusu yapılmış. Herkesin bayrağı elinde, bazı gençlerin
sırtlarında, göğüslerinde… Küçük çocukların yanaklarında bayrağımızın hilali
boyalı.
Ellerde yazılı yaftalar (pankart). Birinde şöyle yazıyordu:
“Olmasaydın olmazdık Mustafa Kemal Atatürk!”
Diğeri şöyle: “ Her yer Taksim, her yer direniş.”
Davul zurna tutulmuş, önde memleket havaları çalıyordu. Meydanda bir güzel
halay çektiler, oynadılar. İktidarı istifaya çağırdılar toplananlar. Tencere
tavasını alıp gelenler de vardı. Kaşık çalarak tangır tungur ortalığı
çınlattılar…
İlk kez el meydanları Türk bayrağı gördü. Çoşkulu, bayrağına tutkuyla
bağlı, temiz yüzlü gençler gördü… Gelincik tarlası gibiydi uzaktan kalabalığın
görünüşü…
Tam yürüyüşe geçilecekken meşaleler patlatılarak, tüten dumanlar arasında
“Çarşı” yazılı kocaman bir yafta eller üzerinde dolaştırıldı.
Alkış kıyamet koptu…
Ötede bir yerlerde de terör örgütü yandaşlarının gösterisi, acele kurulmuş
bir çadırları vardı. Bağırta bağırta müzik çalıyorlardı.
Ne zaman kurulmuş bilmiyorum bir dernek de araya karıştı, ellerindeki basılı
kağıtları dağıttılar. DIDF imiş kısaltmaları. Demokratik İşçi Dernekleri
Federasyonu da açılımları.
Bir yerde hareket olur da çeri çöpü boş durur mu? Haini, satılmışı uyur
mu?
Bunlar da dağıttıkları yazıdan anlaşılıyor, bölücüleri destekleyen, dıştan
beslemeli bir dernek:
“Yaşasın uluslararası dayanışma!” yazmışlar.
Uluslararası bir oluşum ne zaman destekler bir ülkeyi? Avrupa
devletleri çıkarlarına bakar. Sömürgecidir hepsi. Bosna’daki toplu katliamları
bile seyrettilerdi unuttunuz mu?
Türk Kurtuluş Savaşı öncesini hatırlayın, vatanımızı nasıl paylaşmışlardı…
Öncesinde milyonlarca Türk’ü Balkanlarda öldürdüler. Çanakkale’de Türk’e
acımasızca saldırdılar. Onlara kalsak şimdi hepimiz köleydik, devletimiz falan
da yoktu, yurdumuzu bu uluslar işgal etmişti, öyle değil mi? Bunlar, Avrupa’nın
değişik ülkelerinde bu adla örgütlenmişler. İngiltere’de ise Türk- Kürt Toplumu
Dayanışma Merkeziymiş adları:
“Irkçılığa ve milliyetçiliğe dur diyelim!” diye de bir
başlık atmışlar. Ulusal simgeleri taşıyanlara -kendi sözleriyle- ulusalcı
pozlara bürünenlere, ulusalcı, milliyetçi çevrelere karşılar.
Son sözleri en tehlikeli en bölücü söylem:
“Yaşasın Türkiye halklarının mücadelesi.” Bu söz, bölücü
terör örgütünün, sözde sol örgütlerin yıllar önceki söylemi. Dağıttıkları kâğıda
resim olarak şu yaftayı koymuşlar:
“ Deniz olduk astınız, okyanus olduk, geliyoruz.”
İşin tuhafı yürüyüşte yürüyenlerin arasına karışmayı da bilmişler ki bu
yaftayı çıkan resimlerde gördüm. Bir takım kişiler taşıyorlardı.
Başka bir bildirilerinde şöyle seslenmişler:
“Türk ve Kürt ulusu ve her milliyetten Türkiye halkı.” Bak
sen kafadan bir ulus yaratmışlar. Ne diyelim: Olur olur, sen, de bunu, oldu!
Bölücülüğün daniskasını yapan ama sanki aynı amaçlar için mücadele edermiş
gibi görünmek isteyenlerin bu sözleri kendilerini ele vermiştir sanıyorum.
Tıpkı bugün Taksim’de oynanan oyundakiler gibi, hazırlanan bir takım
kişilerin, terör örgütü elemanlarının bir anda ortaya çıkarılmaları gibi…
Baştan beri direnenler, gösteri yapanlar onlarmış, bu eli patlayıcılı
saldırgan teröristlermiş gibi olayın çarpıtılarak halka anlatılması, algıların
karıştırılması…
Gençler kör değil, oyunu görmüşler. İşte aynı anlamda yazılmış yüzlerce
yorumdan gelişigüzel seçtiğim bir iki yorum.
Emre: “ Molotofçular hazır mı? Hazır!.. Kameralar hazır mı? Hazır!..
Vali tweet attı mı? Attı!.. Tamam oyun başlayabilir.”
Ertan Yanardağ: “14 gündür Taksim’deyim, şimdiye kadar hiç Molotof
atan görmedim. Kameralar meydana gelince onlar da ortaya çıktı. Maalesef her şey
kurgulanmış.”
Canan Demirbaş: “Taksim’de kötü hazırlanan, sırıtan bir senaryo ile
günlerdir orada olmayan bütün televizyon kanalları bir anda hepsi yayında.
Molotof atan artistler de hazır. Halka, “Bakınız biz haklıyız” filmi
sunuluyor.”
Bu gösterilerde en çok söylenen söz, bir ağızdan bağırılan söz:
“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!” sözü.
“Mustafa Kemal’in Askerleri” bu oyunu bozar, bu filmi çöpe
atar mı?
Yeter ki hareket bir önderliğe kavuşsun, sulandırılmasın, araya bölücüler
sızdırılmasın diyor çoğu kişi bu duruma…
Kimi çok endişeli yurtseverlerin, kimi umutlu…
Siz nasılsınız?
İlk Kurşun