Rüşvetin hükümeti; AKP
RÜŞVET HÜKÜMETİ
Zahide UÇAR
AK ihanet meşru olmayan yollardan iktidar oldu. Karanlık ilişkilerini kapatabilmek için dört ahlaksız ayak üzerinde varlığını devam ettirdi;
1-ŞANTAJ: Kanun dışı yöntemlerle elde edilen kişisel bilgiler şantaj amaçlı kullanıldı. Meclis tiyatronun oyuncularına ait 300 kaset olduğu söyleniyor. Seçim yaklaştıkça, istihbarat savaşları kızıştıkça, kaseti piyasaya düşenler çok olacaktır. Ya da ”kaset kardeşliği” deyip, ilkesiz birlikteliklere soyunacaklar(!)..
AK Siyaset ilk önce TÜSİAD ile anlaştı. TÜSİAD sırtlarını dayadıkları egemen güçlerin Türkiye bayisiydi. Yani; efendileri aynı, ipi çeken el birdi. TÜSİAD’a ilave olarak “vergi sıralamasında adı olmayan” kendi zenginlerini yaratmayı da ihmal etmediler. Kimine emanetçi dendi, kimine gizli kasa. Ülke varlıkları yağma Hasan’ın böreği misali yağmalandı, yağmalattırıldı. Şimdi tuhaf haberler alıyoruz. Ankara’nın orta ölçekli köklü zenginlerinden bazılarına AK asalaklar musallat olmuş.
Diyorlarmış ki;
“Ya bizi işine ortak et, ya da maliye ve yargıyı devreye sokarak iflas etmeni sağlarız(!)..”
Maliye ve AK Yargı sopası… Yani ŞANTAJ…
Bu arada Şerdoğan’ın; “Ordu’nun darbe yapmak için bahane ettiği Anayasa maddesini kaldırıyoruz” cümlesinden sonra ettiği bir cümle var ki; milleti resmen aptal yerine koyuyor. 12 Eylül, 28 Şubat Darbesi diye sayarken, Audili Paşa’nın e muhtırasını da saymayı ihmal etmedi. İyi de; e muhtıra sahibini şantaj mutabakatıyla korumaya alan “zat-ı Şantajcı” acaba kimdi?
İşten atma, attırma şantajı… “Taraf olmayan bertaraf olur” şantajı… %50 şantajı… “Bu gazetecileri çalıştırandan hesap sorarız” şantajı. Verg, cezası şantajı… Gazete ve televizyonlara el koyma şantajı…
Zannedersiniz ki;
Kumar mafyası, tefecilerin efendisi, uyuşturucu baronları, mahalle yerine tüm ülkeyi haraca kesen mafya meclisi ele geçirmiş, faaliyetlerini oradan sürdürüyor(!)..
Hoş geldin Don Vito Corleone(!)…
2-KARA PARA: Ülkenin bütün değerlerini “işgalci yaklaşımıyla” satan, PKK’nın ahlaksız kara parası için bile pazarlık yapan Ak ihanet yönetimi, kaynağı belirsiz paraları aklayarak ülkeye soktu. Ülke “kara para cenneti” oldu. Namuslu insanlar kara para ile rekabete sokuldu. Bir milyonun üzerinde esnaf dükkan kapadı.
Haramzadelerin tefeci-kumar-fuhuş ekonomisi(!)..
4-YALAN: Satın alınmış, korkutulmuş, iğdiş edilmiş basını da kullanarak halkı sürekli kandırmak, inkar etmek, yalan söylemek AK İhanetin siyasi prensibi oldu. İnandırıcı olabilmek için de dini bozuk para gibi kullandılar. Bahşiş olarak bile din(Muaviye dini) verdiler.
DİN SATARKEN, Anadolu topraklarında 50 bin Evangelist Protostan kilisesinin açılmasını sağladılar.
Şerdoğan ve ekibinin hemen hepsinin ilkesizlik ilkesi; “YALAN, YALAN, SONUNA KADAR YALAN… İnkar, İnkar, SONUNA KADAR İnkar… İftira, iftira, SONUNA KADAR iftira…” Oldu.
Pinokyo iktidarının YALANCI palyaçoları olarak tarihin çöplüğünde yerini alacaklardır.
5-RÜŞVET: Halkı fakir bırakıp, seçim rüşveti dağıttılar. Çiftçiye kazık atıp, ekilmeyen tarlalar için Avrupa Birliğinden alınan fonları rüşvet olarak dağıttılar. Öyle ki; Van’da dağıtılan paranın Van’ın yüzölçümünden daha fazla olduğu söylendi. Oysa üçlü koalisyon döneminde bu para tarlasını ekene veriliyordu. Yani çiftçi üretime, helal kazanca özendiriliyordu. Ak ihanet ekilmeyen tarlalara para vererek tarım üretimini bitirdi. Çiftçi tembelliğe alıştırıldı. Amaç tarımı köylüden alıp küresel şirketlere devretmekti.
Yargıdan şikayet ettiler. Referandumdan sonra yargıyı AK Yargı haline getirdiler. AK Yargının görevlilerinin altına lüks arabalar çektiler. Özel imkanlar getirdiler. Hukuk ihlallerinde savcı ve hakimlere dava açılması engellendi. Hakim ve savcıların kasten veya yetersizlikten yaptığı hukuk ihlallerinden doğacak tazminat hakkını devlete, yani bizlere ödetecek yasal düzenleme yaptılar.
Kısacası hakim ve savcılara RÜŞVET verdiler.
Polisi askere karşı AK Ordu olarak kullanmak isteyen Şerdoğan, polisi askerlikten muaf kıldı. “Hadi bakalım, askerlikten yırttınız” diyebilecek kadar ufaldı. Polise “askerlikten yırtma rüşveti” verdi.
Nasıl bir politika ise; TÜSİAD, MÜSİAD üyeleri paralarına para katarken, halk giderek fakirleşti.
Kumarbaz ekonomisi ile tefeciler (bankalar, devlete para satanlar) zengin edildi. Ülkenin bütün değerleri peşkeş çekildi. Devlet çıkarı, stratejik kurum gibi kavramlar unutuldu. “Benim çıkarım ve egemen güçlerin çıkarı her şeyden önemli” uygulaması egemen oldu. Zenginleşirken pay verilerek zengin edilen çakallar, RÜŞVETİNİ aldığı için sustu. Şerdoğan aslında “faiz lobisinin bir numaralı koruyucusu” idi.
Yandaşa, yandaşın çocuğuna özel statülü kadrolar ihdas edildi. Özel ücretler icat edildi. Kadro ve maaş RÜŞVETİ ile AK İhanete monte edildi. Mecbur edildi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti “çözümsüzlük çözüm değildir” sloganı ile Rumlaştırma sürecine sokuldu. Para, yani RÜŞVET dağıtılarak “yes be annemci” diken çocuklar meydanlara çıkarıldı.
Geldiğimiz nokta;
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Ak ihanet ağzına bile almıyor. Sanki öyle bir yer, öyle bir ülke yok(!).. Akdeniz olimpiyatlarında Rum kesimi “Kıbrıs” olarak yer aldı. Ak ihanet Ege’de 18 adamızı Yunanistan’a verdiği gibi, K.K.T.Cumhuriyeti’ni de gözden çıkarmış görünüyor.
AK rüşvetle “patlayana kadar doyanlar” üç maymunu oynuyor.
AK basının soytarıları, boğazda alınan yalıların diyetini ödüyor. Yani aldıkları RÜŞVET karşılığında onurunu, şerefini, mesleğini AK ihanete, egemen güçlere kiraya veriyor.
Bazı şehit ailelerini bulup para veriyorlar. Yani bir canı, bir şehidin kanını ailesini kullanarak satın almaya kalkıyorlar.
Ar perdesi bir kere yırtılmaya görsün. Düşüşün dibi yoktur.
Ar perdeleri yırtıldı, harama alıştılar ya bir defa. Ne ayar tutar artık, ne iflah olurlar.
Şimdi Alevi Dedelerine maaş adı altında Rüşvet vermek için kolları sıvadılar. Bunların yaptığı her işe, “şeytan gene neyin peşinde?” diye bakmak lazım.
“Biber gazı kullanmak helaldir” fetvası veren Ebu Suud Efendi versiyonu malum. Bu Ebu Suud versiyonuna bağlı olan imamlar camilerde ÖSO’na (paralı katiller, radikal sapıklar, kalp-ciğer yiyen Hind mirasçısı sapıklar) yardım için para para toplamıştı.
Oldular Yezit’in, Muaviye’nin imamları.
Alevi Dedeleri Cumhuriyetin yanındadır. Hz. Ali’nin resmi yanına Atatürk’ün resmini asarlar. Çünkü Osmanlı döneminde uğradıkları zulüm ve katliamlardan sonra Atatürk Türkiye’si ile ”can-mal ve namusları” korunma altına alınmıştır.
Türkiye’nin okuyan, kadın-erkek ayrımı yapmayan aydınlık yüzleridir. Türklük şuuruna en çok sahip olan kesimdir.
O nedenle Don Vito Corleone için tehlike arz etmektedirler.
Kafalarını vurmak için şartlar uygun değil. Öyleyse en iyi bildikleri yolu izleyeceklerdir: RÜŞVET VERECEKLER…
Paradan başka değeri kalmayanlar bu tehlikeyi parayla, yani RÜŞVETLE bertaraf etmek için kolları sıvadı.
Prof. Lucifer(şeytan) iş başında(!)..
Oysa gerçek Aleviler devletten maaş alan kişiyi din adamı olarak kabul etmezler.
Dinayet İşleri Başkanlığı yapan zatın Ebu Suud Efendi fetvalarını gördükten sonra, pek de haksız sayılmazlar. Para alan emir de alır.
Alevi kardeşlerimiz bu Rüşveti elinin tersi ile reddetmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda emekleri, canları, kanları olan kardeşlerimiz, Cem evi ve Alevi Dedelerini bahane ederek Cumhuriyeti yıkmak, günümüzde %90’ının şer yuvası haline geldiği tarikatların meşrulaştırılmasına malzeme olmamalıdır.
Çünkü;
Osmanlı böyle yıkıldı. Hatta Beni Ahmer Devleti yüzlerce tarikatın devleti ahlaken dibe çökertmesi sonucunda yıkıldı. El Meymun adında Yahudi bir şeyh;
“Bizim artık kadınlara ihtiyacımız yok. Biz birbirimize yeteriz” diyordu.
İngilizler 500’den fazla ajanı Osmanlı topraklarına “şeyh-şıh-dede” olarak soktu.
Başımızın belası olan Hint(Budist) kaderciliğini dine bu İngiliz ajanlar soktu.
Din tüccarı ahlaksız takımı anlatmaz ama biz söyleyelim. İlk defa ajan tarikat şeyhlerinin temizliğini Abdülhamit yapmıştır. Birçok sahte tarikat şeyhini temizletmiştir. Said-i Kürdi’yi “bu adam meczup bir deli” diyerek tımarhaneye tedavi için yatıran gene Abdülhamit’tir.
Bu din tüccarı ikiyüzlü güruh; Cumhuriyeti yıkabilmek için Osmanlıcılık tezgahına yattığından bu gerçekleri saklarlar.
Peki ne derler?
“Atatürk tekke ve zaviyeleri dinsiz olduğu için kapattı” derler.
Günümüzde de Anadolu toprakları şeyh ve şıhtan geçilmiyor. Bunların da %90’ının “Rum-Yahudi- Ermeni kökenli” olduğu söyleniyor.
Verdikleri fetvalara bakarsanız, kimin nereye hizmet ettiğini de açıkça görürsünüz.
Don Vito Corleone mafya yönetimi; dört ahlaksız ayak üzerinde terör estirerek iktidarını devam ettirmekte iken;
“Gezi Parkı Direnişi” olarak başlayıp bütün ülkeye yayılan başkaldırı, mafya babasının karizmasını fena halde çizdirmiştir.
Ne silahları, ne tomaları, ne biber gazları, ne de askerlikten yırtan F-CİA tipi polislerin estirdiği TERÖR bir işe yaramıştır.
Bu alemde bir defa façan bozuldu mu, topladığın tahsilat tehlikeye girdi mi seni kimse tınlamaz. Artık bir mafya eskisi olarak ortalarda dolaşırsın.
Devri zulümlerinde milletin bayrağı yırtıldı, yakıldı. Bayrak taşıyanlar polis kılıklı “MAFYA TETİKÇİLERİNCE” şiddete uğradı.
Sonra ne oldu?
Baş kaldıran ülke vatandaşlarına “çapulcu” diyen KABA-dayı; yandaşlarına “Türk bayrağı asın(!)” demek zorunda kaldı. Buyururken bayrak konusunda da bölücülük mesleğini icra etmekten geri kalmadı.
“At ile arpayı birbirine takma” ustası, fitne üstadı zat, adını anmadığı milletin adını da söylemek zorunda kaldı.
İşte böyledir hayat. Seni “Türk Bayrağı asın” demek mecburiyetinde bırakan çapulculara selam olsun.
PKK KABA-dayının “direnişçi maskesi ile” yardımına koştu. Direnişçiler PKK ile birlikte görüntüsünü yayarak halkın beynini yıkamak istediler.
Öcalan sever AKPKK PKK’nın en büyük destekçisi olduğunu milletin görmediğini sanıyor herhalde.
Soros sosuyla soslamak istediler. Düne kadar savunucuları olan “yetmez ama evet” diyenleri, olmayan Ermeni soykırımı için özür dileyenleri eyleme eklediler ama nafile. Su akıp yolunu buldu. O pankartlar her şeyi anlatıyordu.
Pankartlarda;
“Mafya siyasetin 11 yıldır işlediği sosyal ve fiziki cinayetlere, peşkeş çekilen değerlere, mafya baskısına, soyguna, talana DUR!!!”
Diyordu.
Don Vito Corleone %50’nin karşısına %50’yi koyarak varlığını devam ettirme siyaseti izledi lakin YEMEDİ!!.
GULYABANİ ile korkutulan millet, Gulyabaninin aslında bir kukladan ibaret olduğunu GÖRDÜ.
Bu millete, yani hepimize düşen görev; Don Vito Corleone artıklarından MECLİSİ , BÜROKRASİYİ VE ÜLKEYİ temizlemektir. Yeni kuklaların bu milleti haraca kesmesini önlemektir.
Yani;
Gitti Don Vito Corleone.
Geldi;
Corleone Vito Don olmamalı!!.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu yıllardaki eksenine yeniden oturtulmalı, egemen güçlerin oyuncağı olmaktan kurtarılmalıdır.
Bütün dibe vuruşlar en hızlı çıkışların yaşandığı kritik noktalardır.
Bu karanlık günleri fırsata çevirip arınma ve yeniden var olma sürecini başlatabiliriz.
Onlar iç savaş çıkararak Osmanlıcılık yalanıyla şehir devletçikler kurmayı planlıyor.
Biz o iç savaşı çıkarmayı planlayanlara karşı plan geliştirip ihanetten arınma sürecini başlatabiliriz.
Bu konuda kafa yormalı, çözümler üretmeliyiz.
Haydi beyin fırtınası yapmaya…
İhanet ve cehalete teslim olacağımızı sananlar, kendini tarihin karanlık çöplüğünde bulmaya mahkum olacaktır.
İlk Kurşun