İdeolojik gözyaşyaşları
Ağlamanın ideolojisi
.
"AKP Mısır’daki şiddet üzerinden toplumun en saf vicdanı duyarlılıklarına, duygularına yüklenecek bu kez, oradan yeni bir birikimin arayışına girecek. İyi de başbakanın Mısır’da Esma için ağladığı gün Ali İsmail’in üzerinde tepinenlerin görüntüleri ortaya çıkmışken nasıl olacak ki bu?"
Cenk SARAÇAĞLU
.
İdeoloji ve Siyaset “Mülkü” Tükenirken: Ağlamanın İdeolojisi
Gezi Direnişi’nden önce tedavülden şimdilik kalkmış gibi gözüken son derece yaygın ve naif hayıflanmalardan biri de onca aleni soruna ve çarpıklığa rağmen bu ülke halkının neden dişe dokunur bir tepki vermediğiydi. Öyle ya iktidar gün aşırı insanların damarına basıyor, sol/muhalif siyaset bunları her gün üstüne basa basa teşhir ediyor, ama yine de o 80 sonrasının boyun bükücü tabiriyle “yaprak kımıldamıyordu”.
Bu edilgenleştirici ve bir öz-yıkıma kapı aralayabilecek düşünüş tarzı aslında toplumların yaşadıkları siyasal bunalım ve iktisadi sömürü oranları ile ortaya çıkacak muhalefetin yoğunluğu arasında bir belirlenim ilişkisi kuran yanlış bir “ekonomist” beklentinin ürünü.
Bir belirlenim ilişkisi kurulacaksa bu “siyasi bunalım/iktisadi saldırı” ile egemenlerin ideolojik seferberliği arasında kurulmalı. Zira modern kapitalist toplumların tarihinde düzenin içerisine girdiği her siyasi/ekonomik krize sadece baskı/zor değil aynı zamanda devletin ideolojik aygıtlarının fazla mesaisi eşlik etmiştir. Klasik faşizmin de dünya siyasetinde ve ideolojiler alanında kendisine böylesine bir siyasi/ideolojik bunalım sürecinde alan açtığını hatırlayalım. Kısacası “ezilenlerin” kendileri üzerinde kurulan baskı ve artan sömürü karşısında neden boyun bükebildiklerinin yanıtı iktisadi hesaplamalarda değil ideolojik mücadele ve dengelerde aranmalı.
Bu aynı zamanda, pek çok başlık dışında, Türkiye’de AKP iktidarı süresince yoğunlaşan kentli emekçilerin/yoksulların yaşam alanlarına yönelik tasfiye taarruzu karşısında Haziran direnişine kadar neden sarsıcı bir sınıfsal tepkinin ortaya çıkamadığını da açıklar. AKP’nin son 10 yılda özellikle büyük kentlerde kentli emekçileri yerinden ederek buraları sermayenin olası veya güncel krizine deva olabilecek alanlar haline getirmesi milyonlarca insanın gündelik hayatlarına, bugüne kadar ördükleri hayatta kalma stratejilerine yönelik bir saldırıyı içeriyordu.
Buna karşı ortaya çıkan sessizliğin arkasında, elbette, ortaya çıkan rantın aşağıya doğru yayılacağı beklentisinin yaratılması ve hatta bunun bazen fiilen gerçekleşmesi de vardı. Fakat bundan da önemlisi bu “moral bozucu” sessizlik aynı zamanda sermayenin (Harvey’in kavramıyla) mülksüzleştirme yoluyla birikimine eşlik eden görece yeni sayılabilecek bir ideolojik mekanizmayla da ilgiliydi.
Bu ideolojik mekanizma sermayenin bu yeni birikim stratejisinin işleyişine usül açısından şaşırtıcı şekilde benziyor: Nasıl sermaye ve devlet bugüne kadar kentli emekçilere ve kamuya tahsis edilmiş alanları buraları kullananların elinden alarak, onları mülksüzleştirerek kendi yapısal krizine çare arıyorsa genel ideolojik krizine çıkış ararken de bugüne kadar emekçilere ve sola mal olmuş ideolojik argüman/sembol ve değerleri ve hatta siyasal kurumları onların elinden almaya, kendisine yontmaya ve böylelikle de olası krizler karşısında bir ideolojik yığınak/birikim yapmaya yöneliyor. Kısacası “mülksüzleştirme yoluyla biriken” sermayeye ideolojiler alanında bir yerinden etme, siyasal ve ideolojk/siyasal bir el koyma, “mülksüzleştirme” eşlik ediyor. AKP iktidarının 10 yıllık yükselişinin arkasında da büyük oranda bu “mülksüzleştirme yoluyla birikime” eşlik eden ideolojik ve siyasal el koyma mekanizmalarının başarıyla işlemesi yatıyor.
Biraz daha somutlayalım:
AKP bu son 10 yıldaki iktidar döneminde emekçileri kendi yaşam alanlarından ve herkesin kullanabildiği kamusal alanlardan uzaklaştırarak mülksüzleştirmekle yetinmedi onların bu sürece yönelik tepkilerinin dili ve örgütleyicisi olabilecek “ideolojik” ve “siyasal” silahları da elinden aldı, kendi stratejisine, ideolojik alanına dahil etti. Örneğin özellikle AKP’li ilk yıllarda bir kısım liberalin ve sol adına konuşan kimi entelektüellerin de desteğiyle aslında solun ve sınıf siyasetinin başlıca taleplerinden ve motiflerinden olan “özgürlük”; “vesayet rejimiyle mücadele” başlığının altına yazılarak AKP’nin “malı” haline getirildi; AKP’nin iktidara yerleşme döneminin en önemli stratejik araçlarından birisi oldu. Keza bir dönem solun en önemli başlıklarından biri olan “çetelerle mücadele”, “sonuna kadar gidilsin” şevklendirmesinin de verdiği gazla AKP’nin devlet alanını tek başına kaplamasının ideolojisi olma vazifesi gördü. “Adalet”, “hak” gibi kavramlar, “ezme/ezilme” ilişkilerinin öznesi ve nesnesi tarihsel olarak hakiki bağlamından koparılarak AKP’nin üzerinden yükselebileceği bir dinselleşme hamlesinin retoriğine dönüşüverdi.
Ne neoliberalizm herhangi bir ideolojik yenilenme ve yığınak olmadan bu aleni emek-karşıtı karakteriyle bu toplumda kök salabilirdi, ne de AKP sadece saf İslamcı veya muhafazakar ideolojik kalıplarla iktidarını istikrara kavuşturabilirdi Her ikisi de bahsettiğimiz stratejiyle, “mülksüzleştirme yoluyla birikimin” hem ekonomik hem de bahsettiğimiz ideolojik alandaki işleyişi ile ihya oldular. Buna bir de aynı derecede önemli olan devletin baskı aygıtlarının muazzam bir pervasızlıkla hayata geçirmeye çalıştığı sindirme çabalarını eklemeyi de unutmayalım. Ama denilebilir ki baskı aygıtlarının bu kadar büyük bir rahatlık içerisinde sahneye koyulabilmesi ancak ve ancak bahsettiğimiz “ideolojik mülksüzleştirmenin” varlığında mümkün olabilirdi.
Gelgelelim Gezi Parkı’nda başlayarak Türkiye’ye yayılan direniş bu döngüye çomak soktu; AKP iktidarının sorunsuzca işlemesini mümkün kılan bu iktisadi ve ideolojik “mülksüzleştirme” stratejisinin önünü hiç beklenmedik ama aynı zamanda da çok kritik bir zamanda çökertiverdi. Direniş AKP’nin içeride aleni bir şekilde otoriterleşerek yükselişinin temelini oluşturan “özgürlük” ve “adalet” gibi ideolojik silahlarını kullanamadığı, dış politikada da büyük bir çıkmaz içerisine girerek panik içerisinde baskı aygıtlarına aşırı yüklenmeye başladığı bir döneme denk geldi; ve aslında direniş de biraz bu durumun mümkün kıldığı bir şeydi. Haziran direnişi AKP için bu durumun, yani kendisinin daha önce ele geçirdiği ideolojik araçların artık eskisi gibi işleyememesi durumunu ağırlaştırmanın ötesinde bir durumu ifade ediyor. Haziran direnişi ile “özgürlük”, “adalet” ve “eşitlik” artık sadece AKP’nin önce çalıp, sonra içini boşaltıp, sonra “milli irade” sosuyla kendine mal etmek suretiyle tepe tepe kullanıp sonra da artık işlemeyince bir kenara bıraktığı sahipsiz nosyonlar/söylemler olarak kalmadı sadece. Bunlar başka bir Türkiye arzusunun ideolojik kaynakları haline gelmeye başladı. Yani tarihteki bütün egemenlerin korkulu rüyası bir hayalet AKP’nin etrafında yeniden dolaşmaya başladı: mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi. Artık Haziran direnişi ile geri alınmış özgürlük ve adalet silahlarını yeniden mülksüzleştirmek zor ve hatta imkansız.
Bu çaresizlik ve “azap” ortamında direniş boyunca baskı ve zor araçlarını, maniplasyonu ve en sonunda da evlerindeki yüzde elliyi, olmayınca da “öfkeli esnafı” göreve çağıran ama bir türlü bu hayaleti kovalayamayan iktidar bugün içeride ideolojik anlamda dayandığı sınırları dışarıdan takviyeyle aşmaya çalışıyor. İşte tam da bu sıkışmışlık ortamında Mısır’daki darbe zaten çökmekte olan AKP dış politikasının tabutuna bir çivi daha çakmış oldu, doğru; ama aynı zamanda bu darbe onun bahsettiğimiz bu ideolojik bunalımına yeni çareler devşireceği muazzam bir “ideolojik” yatırım sahası bulmasını sağladı. AKP elbette Mısır’da, yeniden işleyip kendisine yontacağı bir “özgürlük” bulamayacak. Ama ideolojik olarak kendisinin de artık çırılçıplak kaldığı bir ortamda, siyasetin tutmadığı bir durumda Mısır’daki şiddet üzerinden toplumun en saf vicdanı duyarlılıklarına, duygularına yüklenecek bu kez, oradan yeni bir birikimin arayışına girecek. İyi de başbakanın Mısır’da Esma için ağladığı gün Ali İsmail’in üzerinde tepinenlerin görüntüleri ortaya çıkmışken nasıl olacak ki bu?