AKP-Cemaat savaşından kim galip çıkar?
Gülen cemaati ve AKP arasındaki gerilimine ilişkin bir kitap hazırlığında olan Ahmet Şık, gerilime ilişkin Birgün'den Barış İnce'nin sorularını yanıtladı...Ahmet Şık: İki tarafın da elinde
birbirini yok edecek etkide belge var
.
Emniyet içindeki cemaatçi örgütlenmeye ilişkin yazdığı kitap nedeniyle aylarca cezaevinde kalan gazeteci Ahmet Şık, dershane gündemiyle yeniden gün yüzüne çıkan cemaat-AKP gerilimine ilişkin açıklamalarda bulundu. Şık, "iki tarafın da elinde birbirini yok edecek etkide belge ve bilgi" olduğunu söyledi.
Gülen cemaati ve AKP arasındaki gerilimine ilişkin bir kitap hazırlığında olan Ahmet Şık, gerilime ilişkin Birgün'den Barış İnce'nin sorularını yanıtladı.
.
Röportajın bir bölümü şöyle:
Bugünkü savaşın başlangıcı MİT krizi mi?
Aslında öncesinde nüveleri zaman zaman ortaya çıkan bir savaş olmakla beraber MİT krizi meseleyi kamusal alana taşıdı. Öncesinde de dış politika anlayışındaki farklılık nedeniyle öne çıkan Mavi Marmara katliamı ile ilgili Gülen’in İsrail’in cinayetlerini arkaya alan tutumu vardı. Ancak 7 Şubat 2012’de ve sonrasında yaşananların ardında Cemaat’in olduğu, Başbakan Erdoğan ve Beşir Atalay’ın öncelikli hedef olduğu bir sivil darbe girişimiydi.
Görünen hedefi MİT yöneticileri olmakla birlikte nihai hedef Erdoğan’dı. O MİT’çiler ifadeye gitse kesinlikle tutuklanacaklardı. Ardından da bu dokunulmazlık zırhının kapsamında olmayan bu “suçun” azmettiricileri olan Başbakan ve müzakere sürecinin koordinatörü sıfatıyla Beşir Atalay da tutuklanacaktı.
Hükümet bu tehlikeyi görüp tartışmalı birtakım yasal değişikliklerle, polis teşkilatı ve yargı başta olmak üzere devlet bürokrasisi içindeki kritik noktalarda görevli Cemaatçi personel temizliğiyle bu saldırıyı savuşturdu. Ama AKP ve Cemaat arasındaki ilişkiyi bir daha tamir edilemeyecek derecede zedeledi bu girişim. Bugün dershaneler üzerinden tartışma konusu edilen savaşın en önemli cephesi MİT’tir. Buradan yola çıkılarak hem MİT’in hem de belirlenen isimlerin hedef alınması tesadüf değil.
Neden?
En başta yaşananların devlete kimin sahip olacağı savaşı olduğunu söylemiştim. Bunun Cemaat açısından en önemli ayaklarından birisi MİT. Güvenlik bürokrasisini adeta örümcek ağı gibi kuşatmış bir Cemaat örgütlenmesi var. Başta İstihbarat Daire Başkanlığı olmak üzere Emniyet’in en önemli birimleri bir çete gibi çalışan Cemaat’in elinde. Siyasal davaların tek yürütücüsü olan polise göbeğinden bağlı olan yargının vurucu gücü olan faaliyet gösteren Özel Yetkili Mahkemeler de öyle.
Ergenekon süreci de kanıtladı ki ordu içinde de ciddi örgütlenmesi olan bir Cemaat’le karşı karşıyayız. Güvenlik bürokrasisinin son ayağı olan MİT üzerinden bu kadar kavga kopması ise kanımca Cemaat’in orada istediği düzeyde örgütlenemediğinin bir işareti. Eğer o kale de düşerse, bu alanlara egemen olan bir güç zaten Türkiye’nin mutlak iktidarı olur. 7 Şubat darbe girişimiyle bu da ortaya çıktı zaten. MİT’in ve Hakan Fidan’ın hedef olmasının bir başka nedeninin daha olduğunu düşünüyorum.
Nedir o?
Aslında daha önce de BirGün’de haberleştirmiştik bunu. Taraflarından da hiçbir yalanlama gelmedi ve hafıza tazelemek adına tekrar etmekte sakınca yok. Wikileaks belgelerinin içinde bir kripto var. Kriptoda, isimleri geçen beş kişinin İslami Cihad Birliği adlı bir örgütün üyesi olduğu ve ABD Sivil Hava Sahası için tehlike arz ettiği yazıyor. İsimlerin dördü El Kaide vb radikal dinci örgütlerle bağlantılı olarak isimleri medyaya yansımış zaten. Ama bizi ilgilendiren isim 5’inci. O isim, Hanefi Avcı’nın asılsız suçlamalarla tutuklanmasına neden olan kitabında Cemaat’in Emniyet’ten sorumlu imamı diye adı geçen kişi olan O.H.Ö. Kriptoda bu bilginin kaynağı olarak da “yıllardır doğru bilgiler aldığımız Emniyet’teki üst düzey bir bürokrat” diyor.
İddia edilen o ki Ö.H.O. Cemaat’in arşivlerini taşıdığı ABD’de havalimanında FBI tarafından gözaltına alınıyor. Ele geçirilen arşivler de ilgili birimler üzerinden Başbakanlığa ulaştırılıyor. Erdoğan’ın talimatıyla Hakan Fidan da bu arşivlerden yola çıkarak Cemaat’le ilgili bir rapor hazırlıyor. Ardından da devlet bürokrasisi içinde ciddi bir Cemaatçi kadro temizliği başlatılıyor. Fidan’ın konuşmalarının bulunduğu ses kayıtlarının sızdırılmasının bu iddiayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu iddialar doğruysa sanırım hükümetin elinde Türkiye tarihinin en büyük örgüt davasını açacak bir arşiv bulunuyor.
Madem bu kadar büyük ve birçok cephesi olan bir savaş var, Cemaat neden dershaneler üzerinden hükümetle çatışmaya girdi?
Bu meselenin tartışılıyor olmasının tek iyi yanı ülkenin eğitimdeki kalitesizliğinin, rezilliğinin, sistemin pespayeliğinin ortaya çıkmış olması. Dershaneler bir neden değil sonuç. Ve öğrenciler dolayısıyla aileler eğitim sisteminin kanserli uru diyebileceğimiz dershanelere mahkûm. Cemaat de bunu bildiği için sınava bağımlı bir eğitim öğrenim sisteminin içinde dershaneler gibi herkesin hassasiyet gösterebileceği bir konuda kendini kolaylıkla mazlum gösterebileceği alanı tartışmaya açtı. Ancak konunun çatışan taraflarından ikisinin argümanları da yalan. Mesele ne eğitimde yaratılan fırsat eşitliği ne de dershanelerin bir kene gibi halkın kanını emmesi. Sorun 3-5 dershane meselesi değil. Siyasi. Devlet erkinin paylaşılması meselesi.
Öte yandan dershaneler Cemaat için ciddi bir finans ve insan kaynağı. Yıllık 4 milyar liranın üzerinde bir ciroyu barındıran sektörün yüzde 25’inin Cemaat’in elinde olduğu yazıldı. Ki bu paraya sınava hazırlık kitapları ve dershaneler içinde oluşturulan daha pahalı özel sınıflar üzerinden dönen parayı da eklediğinizde devasa bir bütçe çıkıyor karşımıza. 1 milyondan fazla öğrencinin de bu sistemin içinde olduğunu düşününce işin insan kaynağı da ortaya dökülmüş oluyor.
Bana kalırsa AKP hükümeti dershanelerdeki Cemaat ağırlığını ki bunun içine okullar, yurtlar ve Işık Evleri denilen öğrenci evlerini de kattığımızda ortaya çıkan tabloyu bir milli güvenlik meselesi olarak ele aldı. O milli güvenlik meselesinin içinde AKP ve Erdoğan’ın siyasi geleceği de önemli bir yer tuttuğu için dershaneleri kapatmakta bu kadar kararlı görünüyor. İlginçtir, bu konuda Erdoğan hükümetine danışmanlık yapan isim de eski bir Cemaatçi.
Kim o?
Cemaatçi oldukları dile getirilen isimlere ait internet sitelerinde bu isim telaffuz edildi ama biz rumuzla verelim: K.Ö. Emniyetin eski imamı olarak bilinen ve hatta Fethullah Gülen hakkında açılan davaların birinde de sanık olarak yer alan bu kişinin adını ilk yazan kişi de Önder Aytaç oldu. Nurettin Veren’den sonra ikinci itirafçı olarak anılıyor. Aytaç ve cemaatin diğer tetikçi kalemlerinin iddiasına göre Hakan Fidan koordinasyonunda yürütülen savaşta danışmanlık hizmeti verdiği söyleniyor.
Dershanelerin kapatılmasını öneren K.Ö’nün okullar üzerinden ortaya çıkan Cemaat tehlikesinin ne olduğuna dair kapsamlı bir rapor yazdığı da iddialar arasında. Merak ediyorum acaba o raporlarda neler yazıldı, neler söylendi ki dershaneler ya da Cemaat bir milli güvenlik meselesi haline geldi? Bana kalırsa ve ortaya çıktığı üzere Cemaat eğitim yoluyla devlet bürokrasisini ele geçirerek devleti dönüştürmek peşinde. Yani konu üç beş dershane meselesi değil yüzeydeki ve derindeki devlet aygıtına kimin sahip olacağı meselesi.
AKP-Cemaat savaşından kim galip çıkar?
Bu savaş gerçekten karşısındakini yok etmeye dönük olursa kazananı olmayacak bir savaş. Deyim yerindeyse “nükleer savaş” olur. Çünkü iki tarafın da elinde kanımca birbirini yok edecek etkide belge ve bilgi var. Öte yandan iki güç odağı da Ergenekon süreci dediğimiz darbe döneminin suç ortakları. Bu süreç soruşturma konusu olursa bu dönemin aktörlerinin cezaevindekilerle yer değiştirmesi kuvvetle muhtemel. Birbirlerinin gücünü olabildiğince tırpanlamaya çalışıp belli bir noktada mutabakat sağlayacaklardır. Cemaat açısından istenilen plan Erdoğan’sız bir AKP hükümeti.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı imzasıyla açıklanan 13 Ağustos bildirisine baktığımızda açık bir savaş ilanı görüyoruz. Cemaat gibi bugüne kadar hiçbir güç odağını karşısına almamış pragmatik bir oluşum, yakın dönem Türkiye siyasetinin en güçlü hareketine ve liderine savaş ilan edebilecek cesaretini gösterdi. ABD ve AB ülkeleri nezdinde de Erdoğan’ın yalnız kalmasıyla sonuçlanan Gezi direnişleri sonrasına denk gelmesi açısından zamanlaması doğru seçilmiş elbette. Ama burada önemli soru Cemaat’in kime ve neye güvenerek savaş ilan edebildiği.
Bu savaş mevcut yetkileri üzerinden Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına ikna edilip, yerine de “ılımlı bir zalimin” oturtulması şeklinde bir anlaşmayla da sonuçlanabilir. Ancak Erdoğan gibi hikmetinden sual edilmesini istemeyen ve içindeki diktatör özlemi bunca açığa çıkmış bir lider savaşa devam etmeyi de göze alabilir. Benim dileğim ikinci seçeneği tercih etmesi. Ama bu savaşta taraf tutmamanın en erdemli tutum olduğunu düşünüyorum. Çünkü taraflar ne demokrasi ne de barış niyetiyle cephedeler. İkisi de mutlak iktidarın peşinde.