AKP’nin cenaze namazına…
BOZUK SAAT BİLE GÜNDE
İKİ KEZ DOĞRUYU GÖSTERİR…
Ali ERALP
Siz hiç yalansız dolansız konuşmaz mısınız? Konuşamaz mısınız?
.
Sizin ağzınızdan gerçeği anlatan tek sözcük çıkmaz mı?
.
Bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösteriyor…
.
Gerçi sizin ağababalarınız da aynı yolun yolcusuydu… Onların da ağzından bir tek doğru sözcük çıkmazdı. Savundukları düşüncenin gerçek hedefini saklamadan, gizlemeden yani kısaca “takiyye” yapmadan görüşlerini açıklayamazlardı…
Korkarlardı. Çekinirlerdi. Karınlarından konuşurlardı.
Onlara göre, (yalan söylemek de geçerli olmak üzere) “Nihai hedefe varana kadar, yani sonuca ulaşana kadar, her yöntem, her yol mubahtı…”
(Hocanın Okulları, İÜ Basımevi, İstanbul 1988, s. 28)
Bu konudaki görüşlerini Şevki Yılmaz şöyle açıklıyordu:
“Türkiye’de Müslümanları selamete çıkarmanın, hürriyete kavuşturmanın yolu, mevcut düzeni kullanmaktan geçer. Müslüman, bulunduğu mekânda, mevkide ve zamanda davası için düzeni kullanabilmelidir…” (Şevki Yılmaz, Taraf Dergisi, 1993)
Recep Tayyip Erdoğan da düzenin kullanılmasından yanaydı. Şunları söylüyordu:
“Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız.
Demokrasi bizim için bir tramvaydır. İstediğimiz durağa gelince ineriz…”
Onlar hiçbir zaman devrimciler gibi yiğitçe, cesurca davalarına sahip çıkmadılar. Çıkamadılar. Hep saman altından su yürüttüler. Ortamı tehlikeli buldukları anda kaçtılar, saklandılar. Uygun bulunca, başlarını kaldırdılar, saldırıya geçtiler…
Deniz’ler, Mahir’ler, Sinan’lar her yerde ve her zaman, dimdik, açık yürekle, kararlı bir şekilde inandıkları değerleri savundular ve asla onların parayla, pulla, malla mülkle ilişkileri olmadı… Ölüme giderken bile düşüncelerinden ödün vermediler…
Korkmadılar. Ürkmediler. Sinmediler…
Enver Aysever canlı yayında AKP’li Burhan Kuzu’ya soruyor:
“Neden solcular siyasi suçtan içeri giriyor da sağcılar hep hırsızlıktan, yolsuzluktan giriyorlar?
TBMM Anayasa komisyonu Başkanı bu soruya önce karşı çıkıyor: “Deme, öyle deme, çok ağır oldu… Yok öyle bişey…” Sonra farkında olmadan gerçeği itiraf ediyor: “Sol, iktidara az geldiği için, az hırsızlık yapıyor, iktidar olduklarında onları da görürsünüz, hükümet olunca bunlar ortaya çıkıyor. Çünkü bir adamın elinde para yoksa, makam yoksa neyi çalacak?”
Gerçek bu kadar açık seçik ve güzel ifade edilebilir ancak… Demek ki adamın elinde “para varsa, makam varsa, hiç affetmemeli…
Çalmalı, çırpmalı…
Su akarken testisini doldurmalı… Zengin olmalı…”
Ama fakirin, fukaranın, altta kalanın canı çıksın…
Bu Anayasa Komisyonu başkanına sormak gerekmez mi şimdi:
“PEKİ, SERVET ÜSTÜNE SERVET KOYMAK İÇİN ATATÜRK’ÜN, İNÖNÜ’NÜN, ECEVİT’İN MAKAMI ve İMKÂNLARI YOK MUYDU?”
Şimdiki iktidar partisi yöneticilerinin yaptığı gibi rüşvet alarak, rüşvet vererek, korku ve baskı yöntemleriyle sit bölgelerinde villalar alamazlar mıydı? İsviçre bankalarında hesaplar açtıramazlar mıydı?
Günümüzdeki yolsuzluklar, hırsızlıklar bakanları da aştı artık, çocuklarına değin uzandı…
İktidar, soruşturmaların, kovuşturmaların üstünü örtebilmek için durmadan savcıların, emniyet müdürlerinin yerlerini değiştiriyor, onları görevden alıyor…
Bu türden girişimler, kuvvetler ayrılığının inkârı ve yürütmenin yargıya açıktan müdahalesinden başka bir şey değildir ve dünyanın en geri kalmış, en ilkel ülkesinde bile böyle bir uygulamaya rastlayamazsınız… Savcı savcılığını, yargıç yargıçlığını yapar…
Şimdi de ahlak dışı yöntemlerle seçim çalışması yürütüyorlar. Hasımlarını, rakiplerini halkın gözünde küçük düşürmek, değersizleştirebilmek için etik olmayan yollara başvuruyorlar. “Çamur at izi kalsın” yöntemiyle çalışıyorlar.
Onlar, suçluların telaşı içerisindedirler…
Ekonomik bozgun yaşamaktadırlar. Türkiye ekonomisi perişan durumdadır… Bir yandan da yolsuzlukların ortaya dökülmesi, zindanlarda heba olan hayatlar, intiharlar, bin bir çeşit hastalık, ABD’nin RTE’yi “Deliğe süpürme” kararı, suçluların telaşını, “Suçluların korkusu”na dönüştürüyor.
KORKU DAĞLARI BEKLİYOR YANİ…
Çünkü onlar çok iyi biliyorlar ki iktidarı kaybettikleri zaman yolları Silivri’ye düşecek, hesap verme günleri başlayacaktır…
Bu yüzden karara bağlanmış ve aklanmış 10 yıllık dosyaları yeniden açıyorlar. Ortaya çıkan kirli çamaşırları, yolsuzlukları gözlerden uzak tutmak, hedef saptırmak için paralel devlet masalları anlatıyorlar…
Ve durmadan, yatıp kalkıp yalan söylüyorlar…
“Vatana ihanet” bataklığında çırpınanlar, yolsuzluk, rüşvet denizinde kulaç atanlar, büyük bir panik içerisinde, utanmadan, sıkılmadan onu bunu, önüne geleni hırsızlıkla suçluyorlar. Ne demişler, “TENCERE DİBİN KARA, SENİNKİ BENDEN KARA…”
12 yıl boyunca kader birliği yaptığı, çeşitli tertiplere birlikte imza attığı cemaat, bir anda “Paralel Devlet”e dönüşüyor. Ustası, hocası Fethullah Gülen’in her isteğini emir sayıp yerine getiren Recep Tayyip; makam, ganimet paylaşımında onunla anlaşmazlığa düşünce, bir anda onu “Yalancı peygamber, âlim müsveddesi” ilan edip şu sözleri söylüyor:
“Bu medeniyet öyle bir medeniyettir ki, yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş âlim müsveddelerini, bünyenin virüsü reddettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkûm etmiştir…”
Boş lafla peynir gemisi yürümeyeceği gibi, yalanla dolanla devlet gemisinin yürümeyeceğini de artık çocuklar bile biliyor…
YALANCININ MUMU YATSIYA KADAR YANAR…
Yatsı bitti, sabah namazı bitti, sıra cenaze namazına geldi şimdi…
Tüm hazırlıklar, oy oranı yüzde 36’lara düşen AKP’nin cenaze namazı için…
İlk Kurşun