Bu süreç kime yaradı/yarıyor?!..
Hukuk Devleti tasfiye edilirken…
Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN

Ülkeye istikrar getireceği ve Avrupa Birliği’ne gireceğimiz masalları ile dışarıdan pazarlanarak iktidara getirilen AKP ile kilitlendiğimiz noktaya bakınca, ülkede sorunların çözümü ve istikrar için önerilen güçlü iktidar formülünün ve askeri vesayetlerin demokrasinin gelişmesine engel olduğu gibi söylemlerin, sivilleşme ile demokratikleşeceğimizi savunanların yanılgısı da ortaya çıkmış oldu. İktidar olduğunda derin devletten şikayet edenlerin, paydaşı olduğu bir paralel yapılanma ile hesaplaşma içine girdiği ve giderek tırmandırılan bu süreci, kurumların kendi içinden yürütülen tefsiye hareketinin devamı olarak okumak gerekiyor.
Vesayetin sivil biçiminin gelip, gitmemek üzerine oturtulduğu ve kalıcılaşma çabasının kurumların yıpratılması pahasına sürdürüldüğü, iktidarın paralel paydaşlık temelinde kadrolaşarak rant ilişkisi üzerinden üretildiği çarpık bir yapının devleti kuşatıp yıprattığı görmezden gelinemeyecek kadar açıktır.
Kilidin nasıl açılacağı sorusunun yanıtı bu kilitlenmeyi yaratan yapı olamaz. Sürece yayılarak tüm kurumların yaşadığı tasfiyenin hukuk üzerinde toplaşmasının, yeterince sızlatılmış olan kamu vicdanını kanatacağını görmek gerekiyor.
Keyfi yasaları yapmayı, dayatmayı ve “milli irade” diyerek, kendi iradesini meşrulaştırmayı rutine dönüştüren anlayışa, yasa marifeti ile kendi kalkanını oluşturma fırsatı verilerek kilitlenen süreçten çıkılamaz. Kilitleyenlerin kendiliğinden geri çekilmesi mümkün olmuyorsa, diğer kurumların tasfiye süreci kendilerine gelmeden birleşerek, anayasanın tanımladığı hukuk içinde formüller üretmesi gerekiyor. Erken seçim bunlardan birisidir.
“Yeniden yargılama” üzerine toplaşmış başlığa gelince; delil üretmek, delil karartmak gibi konuların artık çok kolay olduğunun yargı mensuplarınca da dile getirildiği bir süreçte, kendilerine işlemedikleri suçların giydirildiğini iddia eden, tutuklu ve hükümlü rektör, gazeteci, genel kurmay başkanı, subay..…. gibi, aynı torbaya konularak yargılanan tüm benzemezler için yeni bir sancı süreci olsun istemiyorsak, tahliye edilmeleri için bir formül bulunarak, hepsinin yargılama süreçleri tutuksuz şekilde yürütülmelidir. Onurlu duruşla ve haklılıklarından aldıkları cesaretle af istemiyor olmaları, kendilerinin ve yakınlarının daha fazla mağdur edilmeleri için bir sebep olmamalı. Kamu vicdanında zaten aklanmış olan bu kişiler hala hapis tutulurken, kamu vicdanında yargılananların serbest dolaştığı çarpık yapının düzeltilmesi için tüm kurumlar seferber olmalıdır.
Hukuk devleti anayasada hala var. Ancak siyaset kendi içinden çıkardığı yolsuzluğa tutunarak, uzun süredir yok saydığı hukuku, devleti tanımlayan biçiminden çıkarıp, kendi tanımladığı biçime sıkıştırmaya çalışıyor. Bu süreçten çıkmak için hukuku feda etmek yerine, bizleri bu süreçlere sürükleyenlerin hesap verecekleri bir yapıyı oluşturma başarısını göstermek zorundayız. Demem o ki; hukukun tasfiyesi kimseye yarar sağlamaz.
Hukuk devletini koruması ve güçlendirmesi gerekenlerin, “Bu nasıl hukuk devleti?” sorusunu sordukları bir noktaya gelmeleri de bir ironi değil mi?
Hukuk, kişilerin yasa yapma keyfiyeti ile kendi kalkanlarını yarattıkları ve hesap vermekten kaçınmak için sığınıp, hesap sorabildikleri bir kılıf olmaya başlamışsa, adalet gelmemecesine gitmiş demektir. Komplo ve paralel yapı gibi sözlerle somut delilleri olan yolsuzluğun üstü bir şekilde örtülürse, yolsuzluğun içinde olanlar kadar göz yumanlar da sorumlu olmaz mı?
Yolsuzluk, hukuk, yeniden yargılama, paralel yapı, komplo gibi şifrelerle yürütülenin aslında bir boz-yap; yeniden yapılanma olduğunu göz ardı etmemek ve süreçten kimlerin yarar sağladığını gözden kaçırmamak zorundayız. Küçük başlıklara bölünüp, büyük resmi göremez hale getiriliyoruz.
Düşünün bakalım bu süreç kime yaradı/yarıyor?!..
.
Günün sözü: “Yanlışı gören ve el uzatmayan, yanlışı yapan kadar suçludur…”
İlk Kurşun