Kayıp adalet ve demokrasi!
İmamların Savaşında Laiklik Kazanacak
Özgür AKYÜREK

Ve o kadar aradı ki adaleti, kendilerini yok edeceklerle bile denedi; ama bulamadı…
Ve son olarak Allah’a bağlandı tüm umutlar; Osmanlıcı imamların ipiyle, adalet arayışında.
Polis, asker, avukat, hakim, savcı, muhasebeci, doktor, öğretmen, medya imam olursa, bakkal-çakkal, tamirci, fırıncı, müteahhit imam olursa ve nihayet milletvekili, bakan-makan, başbakan, cumhurbaşkanı imam olursa adaleti bulacaktı. Son bir umut daha koştu peşlerine, dini kendi çıkarları için kullanan imamların.
Yıllar sonra gördü ki; “Allah korkusu var, adaletlidir” diye peşinden koştuklarının adaleti! sadece kendilerine. Her imam kendine göre bir adalet! tanımlıyor ve çıkarlarına göre uyguluyor.
Çıkarları için kendine tehlike gördükleri herkesi bir şekilde, en kötüsü de adalet adı altında, yok edebiliyor.
Hırsızlığının adına “cihattayız, tabi çalacağız” diyebiliyor.
Emperyalist ülkelerin çıkarlarını, diyet borçları için, din diye öğretebiliyor, diretebiliyor.
Her imamın, askeri, polisi başka; amirini değil imamının emrini dinliyor, öğretmeni, hakimi, savcısı başka; kanunu-müfredatı değil şeyhini takıyor, gazetesi, televizyonu başka; doğruların değil, imamının çıkarının peşinde koşuyor.
Herkes, her kurum kendi imamının telinden çalıyor. Hal böyle olunca da adalet arayanlara ortada yine adaletsizlikten başka bir şey kalmıyor. Yani yine yoksula din, iman, kendilerine han, hamam…
İmamların, bu keşmekeş ve adaletsizliğe dur diyebilecek imam olmayanlarla savaşından sonra, imamların imamlarla savaşı başlayınca insanlar görmeye başladı ki; bunların hakla-hukukla ve halkla işleri sadece laftan ibaret ve kese doldurmak, güç elde etmek içinmiş. Halka sadece kelle (oy) hesabında değer veriyorlarmış.
...
Eee, adalet istemedin ki aslında!
Zaten eşitlik te sana batıyordu, ayrı olacağım diye tutturdun!
Eşitlik peşinde değil, ayrıcalık peşinde koştun; dinin, inancın gereği ayrı olduğunu gösterme ve bu ayrıcalığı elde etme peşindeydin. Kökenin gereği ayrı olduğununun, ayrıcalıklarının tanınması peşindeydin. Yani eşitliği de istemedin. Kültürel farklılıkların için hukuksal eşitliğini boğazladın.
Hakim, savcı, öğretmen, gazeteci istemedin, milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı da istemedin, imam istedin!
Özgürlük te istemedin; birey olup, kendi kendinin kontrolünün sorumluluğu ağır geldi. İlla birilerinin etkisi, kontrolü altında olmalıydın! Böylece sorumluluğu imama yıkıp kestirmeden iyi, namuslu ayrıcalığı elde edecektin, cennetlik olacaktın!
Bu yolda adalet ve demokrasinin olanını da kaybettin. Herkesi imam yapıp işin içinden laikliği çıkarınca, adaletin “A”sı da kalmıyormuş meğerse, demokrasinin “D”si de! Eğitimin, gelişimin, bilimin, sanatın kalmadığı gibi… Dincilerin, din kurallarına göre yönettiği bir ülkede demokrasiyi hatta ilerisini ararsan -din tartışılmaz ve değişmez bir olgu olduğundan- bu, çölde kutup ayısı aramak gibi bir şeydir.
Herkesi imam yapıp işi Allah’a havale ederek, sorumluluk almadan ayrıcalık, zenginlik, cennet elde edecektin.
Gördün ki olmadı; yani Allah, bu ucuz planına kanmadı.
Adalet maskesi altında zenginlik, ayrıcalık arayışında ömrünü tüketen ama bulamayan bizim sabrı büyük insanımıza yine yol göründü.
Arayışa devam.
Ne çıkarsa, bu sefer, artık bahtına…
NOT: Yazıdaki “imam” kelimeleriyle kastedilen; imamlığını, dini kendi çıkarları için kullananlardır.
İlk Kurşun