B.ktan işlere bakan “türedi görgüsüz”
Sonradan görmeler

Levent KIRCA

Halk koyar böyle isimleri, iyi de koyar.
Kısaltılmış ve kestirmesi “Görgüsüzlük”...
Yaşadığımız çevrede çok var bunlardan. Kışları büyük evlerinde yaşar, yazları göçerler yazlık evlerine. Denizde tekneleri, karada son model otomobilleri, kaptanları, şoförleri, falan filan...
Bulundukları yerlerin efendisidirler. İşte bu mal mülk, çok sonraları “yandaşlık”tan filan elde edilme olduğu için ki, bunları “yeni zenginler” başlığı altında toplayabiliriz. Giderek elde ettikleri bu geliri, bir türlü hazmedip de özümseyemezler. Hazmedemedikleri için, karşıdan baktığımızda her taraflarında görürsünüz bu hazımsızlığı. Üstlerinde “marka” kıyafetler, yüzlerinde mutlaka birkaç kez yapılmış estetik ve yer yer botoks dolgular... Para harcadıkça, ayna karşısında kendini beğenenlerin, ruhları da alt üst oluyor anlaşılan. Seslerini ne kadar yükseltir ve etrafa ne denli sinirle yaklaşırlarsa, kimse onlara yaklaşamıyor. Onlar da, kendilerini “Eceabat” zannediyorlar.
Nasreddin Hoca
Karısıyla yeni evli muhterem, yüz görümlüğü verdikten sonra, açıyor hatunun sıfatını. Hiçte hoşlanmadığı bir çehreyle karşılaşıyor. Tekrar örtmeye çaba gösterirken, kadın hocaya soruyor; “Hocam, ben senin akraba ve dostlarından kimlere görüneyim, kimlere görünmeyeyim?” Nasreddin Hoca; “Bana görünme de, kime görünürsen görün” diyor.
İşte o hesap... Sonradan görme bu kadınların kocaları da, “hoca” ile aynı görüşte olduklarından, karılarını her gördüklerinde bastırıyorlar paraları ve karılarından geçici bir süre kurtuluyorlar. Bir söz vardır malumunuz, “Çalışırsın, kazanırsın, yaparsın karıyer; eninde sonunda karı yer.”
Zaman zaman karılarını öldürmeyi dahi düşünürler. Tabi bu düşünmekten ve rüyasını görmekten öte geçmez. Bir erkek yatarken ya da ayakta gözü kapalıyken gülümsüyorsa, işte bu yüzdendir.
Nasreddin Hoca
“Hocam” diyorlar. Senin karın çok dolaşıyormuş. Ve kendisini orda burda görenler varmış.” Nasreddin Hoca; “Yok canım” diyor. “O kadar gezse idi, mutlaka bize de gelirdi.”
Bu sözünü ettiğimiz sonradan görme kadınları, her estetik ameliyatından sonra tanınmaz hale geldiklerinden, eve döndüklerinde kocaları başkası geldi sanıp; “Kim bu hanım?” diye sorarlarmış.
Acarkent’te...
Bu kadınlardan bir tanesiyle karşılaştım geçen gün. Yardımcım köpeklerimi gezdiriyordu. Ben de bir tesadüf, kapının önündeydim. Beyaz bir jeep durdu. Genelde jeepe binerler. Jeepin camı yavaşça açıldı. Camda bir kadın belirdi. Defalarca estetik yaptırdığı için herkese benziyordu ya da hiçbir şeye benzemiyordu. Belki ameliyattan önce tanıdığım birisidir diye, sırıttım kendisine. Beni muhatap bile almadan, yardımcıma seçilmiş ses tonuyla kükredi. “Hey, sen! O köpekleri gezdiriyorsun ama, onların yollara yaptıkları kakaları yerden toplamıyorsun” dedi. “Tanıyor musunuz kendisini?” diye, camda herkese benzeyen hanıma sordum. Kadın üstüne aldı. Fakat, yüzüme bakmadan; “Tanımıyorum ama, genelde böyle yapıyorlar” dedi.
Bir bakıma yüzüme bakmaması, “sabah sabah” benim için hayırlı olmuştu. Yardımcıma ikinci kez, buğulu fakat sert bir sesle sordu; “Senin kaka toplamak için poşetin var mı bakalım?” Yardımcım kekeleyerek; “Var” dedi. Kim bu sargıları yeni açılmış kadın, diyordum kendime. Belli ki, zengin anlaşılan. Kocası da, otorite. Asker karısı olamaz. Askerlerin havası sönük. Bir yerde müdür ya da holdinglerden birinin sahibi olmalı. Burberry bir elbise, Louis Vuitton çanta, Cartier saat, Louboutin ayakkabılar, Porsche jeep... Mal varlığının bir kısmını açıklamaya yetiyordu.
Bana gene hiç bakmadan, yardımcıma ateş püskürdü. “Sana soruyorum, sana! Üzerinde poşet var mı? Yani, kaka için.” Belli ki, bu bölgede b.ktan işlere bu kadın bakıyordu. Yardımcım yineledi; “Var, efendim.” Kesin bir dille; “Bakalım, görelim” dedi. Adam köpekleri bir demir çubuğa bağladıktan sonra, elini cebine attı ve rulo halinde sarılmış poşet torbalarını çıkarıp, kadın olduğunu tahmin ettiğim bu kişiye uzattı. Kadın şaşırmadı, bozulmadı da... Belki de bu dediklerim oldu da, ben yüzündeki gerilmişlikten maksadını anlayamadım.
Bir özür bile dilemeden, bir pardon bile demeden, bizi egzosunun dumanına boğarak, ses hızını aşacak bir süratle yanımızdan uzaklaşıp, Acarkent’in yeşil yollarında kayboldu. Basiretim bağlanmıştı. Ve daha çok, sonradan yapılmış bu kadına iki laf edememiş, yardımcımın yanında mahçup olmuştum. Köpekler bile, bana dudak bükerek bakıyorlardı, “Sen de adam mısın?” der gibi...
O gün hırsımı almak için, evdeki bütün halıları çırptım. Balkon demirine astığım kilimleri, sopayla dövdüm. Bahçeyi çapalayıp belledim. Yerdeki taşları ovdum deterjanla. Gene de, sakinleşip hırsımı alamadım.
“Oğlum” dedim yardımcıma. “Köpekleri dolaştırmaya çıkarken bundan böyle, altlarını bezle. Bu kadın sana taktı. Kocasına olan kızgınlığının acısını senden çıkarır.” Ciddiye almıştı. “ Bunların altları bezlenir mi abi?” dedi. “Gülerler bize”. “Doğru” dedim. “Öyleyse popolarını şişe mantarı ile tıpalarsın.”
Karşılıklı güldük...