Kanlı denizde yüzen ‘GEMİCİK!..’
İşte ‘gözünü sevdiğimin Türkiyesi’ni göğsünden vuranlar!..
Mehmet FARAÇ
Siz sanıyor musunuz ki; bu deyim yalnızca, bir
ülkeye, bir vatana yönelik ezeli aşkı ve özlemi anlatıyor...
Hayır; sitem doludur aslında bu deyim...
Çarpıklığa, şaşkınlığa, çelişkiye, komikliğe, tuhaflığa yönelik ağır bir
serzeniş ve çok anlamlı bir isyandır bu...
Yaşamın her alanında sıklıkla dile getirilen bu
deyim, son dönemde o kadar önem kazandı ki, örnekler çok şaşırtıyor insanı!..
Baksanıza;
Türban yüzünden devlete dava açan Abdullah Gül,
Atatürk’ün koltuğunda, hem de AKP’nin yeminli noteri gibi oturmaya devam
ediyor...
“Laiklik karşıtlarının odağı”, Erdoğan 12 yıldır
“Atatürk”ü ağzına almadan laik cumhuriyeti yönetebiliyor...
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler memleketi
olamaz” diyen Atatürk’ün partisinin adı bile ne yazık ki tarikatla-cemaatle
anılıyor...
AKP ile MHP’nin liderleri doğdukları kentte seçimi
kazanırken; CHP’nin lideri, iki vekilinin de bulunduğu, 40 bin nüfuslu kendi
memleketi Tunceli’yi bile PKK’nın partisine kaptırmasına rağmen “başarılıyız”
diyebiliyor!..
Adı rüşvet ve altın kaçakçılığıyla anılan şaibeli
biri, devletteki ekonomik açığı kapattığı iddiasıyla, yandaş kanalda, hem de
Türk Bayrağı’nın önünde aklanmak isteniyor!..
Son aylarda yolsuzluk, rüşvet ve vurgun nedeniyle
sarsılan AKP iktidarına, bu milletin “yüzde 45”i oy verebiliyor...
Belki de en vahim son örnek “gözünü sevdiğimin
Türkiye’si” deyimini de allak bullak ediyor:
Adı geçmişte terör örgütü İBDA-C ile anılan ve
örgüt lideriyle yan yana fotoğrafları yayımlanan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim
Kılıç, cemaati savunurken, hem hukuktan, hem insan haklarından ve de
demokrasiden söz edebiliyor... Üstelik ne tuhaftır ki, adı neredeyse “CHP’nin
Çankaya adayı” olarak da geçiyor!..
“Gözünü sevdiğimin Türkiye’si” işte böyle her
yerde, her fırsatta göğsünden vuruluyor...
KANLI DENİZDE YÜZEN ‘GEMİCİK!..’
Geliniz, “gözünü sevdiğimin Türkiye’si”
komedisinin örneklerine devam edelim:
Aydınlık’ta dün, savaş kışkırtıcılığı
diplomasisinin ardında, rantın nasıl da pusuya yattığını gösteren çok vahim bir
haber vardı...
Üç yıl önce ailece tatil yaptığı Beşar Esad’a
demediğini bırakmayan, üstelik iktidardan düşmesi için her yolu deneyen Başbakan
Erdoğan’ın oğlu için, meğerse Suriye çok güvenli bir denizmiş!..
Baksanıza; El Kaidecisi, kafa kesen IŞİD’cisi,
gericisi, yobazı, işbirlikçisi ve emperyalistinin dört bir koldan işgal ederek
iç savaş çıkartmaya çalıştığı Suriye, Erdoğan’ın oğlu Burak için önemli rant
kapılarından biriymiş meğer...
Burak Erdoğan’ın sahibi olduğu “G. İnebolu”
gemisi, 3 Nisan’da Rusya’nın Novorossiysk Limanı’ndan aldığı yükü 10 Nisan’da
İstanbul’a ulaştırmış, oradan da 14 Nisan’da Suriye’nin Tartus Limanı’na
götürmüş...
Hani şu Esad kontrolünde, 1 milyon nüfuslu
Suriye’nin en güvenli kenti var ya işte orası...
Başbakan Erdoğan’ın Suriye ve Esad düşmanlığı,
oğlunun gemiciği, Suriye müttefiki Rusya’dan alınan yük, İstanbul’da mola ve
sonra da ne ilginçse, son üç yılda tek bir olayın yaşanmadığı ülkenin en güvenli
limanı...
Rant tezgâhı nasıl da risksiz bir hat üzerinde,
sinsice kurulmuş değil mi?..
Dünyanın neresinde komşusuna düşmanlık yapan,
üstelik işgaline katkı sunan bir başbakanın oğlu, binlerce kişinin yok yere
öldüğü bir ülkeye, elini kolunu sallayarak ticaret yapabilir acaba?..
Ya da hangi coğrafyada; devletin istihbaratının
bile işgalcilere silah ve bomba taşımakla suçlandığı bir ülkenin veliahtlarından
biri, kanlı topraklardan nemalanabilir ki?..
Yanıtları bellidir; Türk siyasetinin rant ve
takiye deryasında inşa edilen bu tür pervasız gemiler, kan gölüne dönüştürülen
denizlerde bile kolaylıkla yüzdürülebilir!.. Yeter ki patronu da kaptanı da
sırtını siyasete dayasın, yeter ki “dümen” sağlam olsun!..
Nasıl olsa bu ülkede; yolsuzluk ve hırsızlığa
karşı duyarsızlık, battı balık gibi yan gitmiyor mu?.. O halde yürü be Burak,
kim tutar seni?..
ÇANKAYA’NIN MUHTEŞEM YÜZYILI...
Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşırken eski bir haber
sosyal medyada yankı buluyor...
Çankaya’nın saygın ismi Ahmet Necdet Sezer, 7
yılda devletten aldığı 170 trilyonluk bütçenin 46 trilyonunu Hazine’ye iade
etmişken, Abdullah Gül, 5 yılda Çankaya’da tam 451 trilyon harcamış!..
Gül ve eşinin Çankaya’yı baştan sona yenilediği
medyaya yansımıştı ama Sezer ile Gül dönemleri arasındaki bu akçeli uçurum biraz
utanç vermiyor mu?..
Nereye harcandı acaba bu 451 trilyon ve
sonrasındaki yıllarda alınan bütçeler?.. Çankaya baştan sona altınla, elmasla
süslendi de haberimiz mi olmadı?..
Milletin yoksulluk girdabında çırpındığı, 10
milyon yurttaşın Yeşil Kart’a mahkûm olduğu bir ülkede, devletin kaynaklarını
koruma ve tasarruf açısından yurttaşa örnek olması gereken bir cumhurbaşkanı, bu
ballı-kaymaklı yönetim anlayışı için nereden esinlendi acaba?..
Lale Devri’nden mi, yoksa şu günlerde bayağı
meşhur olan “Muhteşem Yüzyıl”dan mı?..
Yanıt bekliyoruz; Çankaya ciddi ve dayanaklı bir
açıklama yapacak mı, yoksa “sorumsuz”luğun sessizliğine mi bürünecek?..
KONUŞ KADİR TOPBAŞ!..
Başbakanın oğlu, kanlı denizlerde gemiciğini
yürütür de, Cumhurbaşkanı krallığa özenir de, alttakiler durur mu?..
AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı
Kadir Topbaş’ın oğlu Hüseyin Ersan Topbaş’ın giderek büyüyen bir şirketi
varmış... Üstelik tüzüğünü değiştirerek İstanbul Belediyesi’nden de ihale almaya
başlamış...
Belediyeyle çalışan şirketler, bu bir numaralı
torpilliden bayağı kaygılıymışlar ama bunlara “dur” diyen var mı ki acaba?..
Kadir Topbaş’a soru: Yönettiğiniz belediyeden
oğlunuzun şirketine ihale verdiniz mi?.. Alınmış ihaleler varsa bunların
ekonomik boyutu nedir?.. Bu iş ilişkisi etik mi?..
Evet; milletin “yüzde 45”i istediği kadar bu
iktidardaki yolsuzluk-rüşvet ve vurgunculuk şaibelerini legal görsün ama Topbaş
bu sorulara yanıt verene kadar bu köşeden sormaya devam edeceğiz...
Aynı zamanda, bakalım İBB’nin CHP’li Meclis Grubu
bu iddiaların takipçisi mi olacak, yoksa görmezden mi gelecek?..