Namussuzluk ve imansızlık babası
Kur’an penceresinden paralel zulüm güçleri (2)
Yaşar Nuri ÖZTÜRK

Şu beyyineye bakın:
“Firavun dedi: ‘Ey seçkinler topluluğu! Ben sizin için benden başka bir Tanrı tanımıyorum. Ey Hâman! Benim için çamurun üzerinde ocağı yakıp bana bir kule yap ki, Musa’nın Tanrısı-na ulaşayım.”
(Kasas, 38)
Şuna da dikkat edelim:
Firavun, sadece Hâman’la anılmaktadır ama sadece Karun’la anılmamaktadır. Kur’ansal hermenötik açısından bunun anlamı şudur: Firavun güç, ‘Hâman paralel gücü’ olmadan sadece ‘Karun paralel gücü’ sayesinde egemenlik kuramaz. Firavun zulmünün egemenliği için ‘olmazsa olmaz destek’, Hâman desteğidir. Kutsalın kullanımıyla aldatmak ancak Hâman desteğiyle sağlanabilir.
Serveti temsil eden paralel güç: Karun
Servetle büyümüş gücünü iktidar olanaklarıyla da besleyen Karun, aynen bugünkü kapitalist kodamanlar gibi, kibir ve azmışlığın doruğuna çıkmıştır. Karun, Maun talanlarıyla servet babası olmuş ve iktidara, ‘haram para havuzları’ oluşturarak destek vermiş paralel gücün sembol ismi ve prototipidir. Karun, mutluluk ve huzuru ‘haram servet’ gücünün ürünü sanmak gibi bir aldanışın da temsilcisidir.
Dikkatle ve Kur’ansal bir basiretle incelenirse Karun, günümüzün, “Bu milletin a… koyacağız” diyen haram servet domuzlarının namussuzluk ve imansızlık babası bir tiptir. Kur’an, bu domuz tipin sefillik ve azgınlığını şu ayetlerle insanlığın idrakine ulaştırıyor:
“Karun, Musa kavmindendi. Onlara karşı şımarıklık/azgınlık yaptı. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını taşımak, dayanışma içinde kuvvetli bir ekibi bile zorluyordu. Kavmi ona şöyle demişti: ‘Şımarma, çünkü Allah, şımaranları sevmez.”
“Karun, süsü püsü içinde toplumunun karşısına çıktı. İğreti hayatı amaçlayanlar şöyle dediler: ‘Ah, Karun’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi! Gerçekten o, çok nasipli bir adam!’
Kendilerine ilim verilmiş olanlarsa şöyle demişti: ‘Yazıklar olsun size! İman edip barışa/hayra yönelik iş yapan kişi için Allah’ın vereceği karşılık daha üstündür. Ama buna, sadece sabre-denler ulaştırılır.’ Nihayet, Karun’u da sarayını da yere geçirdik. Allah’a karşı kendisine yardım edecek yandaşları da yoktu. Kendi kendisine yardım edebileceklerden de değildi.”
“Akşam onun mevkiine/konumuna imrenenler sabah şöyle diyorlardı: ‘Vay be! Allah, kullarından dilediğine rızkı açıp yayıyor, dilediğine de ölçüyle veriyor/kısıyor. Allah bize lütufta bulunmasaydı, vallahi bizi de batırmıştı. Demek ki, gerçeği örten nankörler asla iflah olmuyor.”
(Kasas, 76-82)