“PKK’ya malı Amerikan askeri taşıyordu”
Bir dönemin kilit ismi Edip Başer’den çarpıcı iddia:“PKK’ya mal taşıyan kamyonu Amerikan askeri kullanıyordu”

Terörün zirve yaptığı dönemde, “özel temsilci” sıfatıyla PKK ile mücadele için
Amerika’yla pazarlıkları yürüten emekli Orgeneral Edip Başer, sessizliğini Sözcü’ye bozdu. Başer, “Barzani Amerika’nın kontrolünde. PKK’ya silahlar da oradan geliyor. Bu konuda hâlâ bir adım atılmadı. Terörü bu şekilde bitirmek mümkün değil” dedi…
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi başkanlığını yürüten Edip Başer, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne uzun yıllar hizmet vermiş bir asker…
2. Ordu Komutanlığı ve Genelkurmay İkinci Başkanlığı görevlerinde bulunan Başer, 2002’de emekliye ayrıldı. Erdoğan 2006 yılında onu “Özel Koordinatör” olarak atadı. 1 yıl süreyle Amerika-Irak-Türkiye arasındaki terörle mücadele çalışmalarını yürüten Başer, bu görevden ayrılmasının ardından kendi hayatını anlattığı “Kanatsız Uçmak” adlı kitabı kaleme aldı. İşte Edip Başer’le, Fenerbahçe Orduevi’ndeki lojmanında yaptığımız o sohbet:
-Kitabınız “Kanatsız Uçmak” yaşam öykünüz. Kolay bir hayat olmamış sizinki, en zor tarafı hangisiydi?
İlk ve ortaokul. Çok küçük yaşta kaybettiğim anne babama en çok ihtiyaç duyduğum yıllar yani. O yılları çok zor yazdım.
-Askeriyeye koşullar yönlendirdi sanırım…
Bilgim bile yoktu, öyle bir askeri lise var, oraya girilir, bir komşumuzun tavsiyesi ile, gazetede ilan çıkınca bizimkilere söylemiş…
BÜYÜKANIT ÇOK YAKIN ARKADAŞIM
-Askerlik için giderek işler zorlaşacak.. Profesyonel ordu, vicdani ret ortaya çıktı.
Demokrasi, insan hakları içerisine bu kavramları da soktular. Ama bana göre vicdani ret bir insan hakkı değil. Bazı görevlerden kaçmak insan hakkı olamaz. Profesyonel ordu meselesinde de benim kişisel görüşüm şu; Türkiye için zaman erken. Bedelli kötü karar.
-Siz bir dönem çok önemli bir görevdeydiniz terörle ilgili olarak, neden ayrıldınız?
Yaşar Büyükanıt benim sınıf arkadaşım ve yakın dostumdur. Bana bu görevi Genelkurmay Başkanı olarak o önerdi. Ben bunu zaten geri çeviremezdim. Ayrıca terörle mücadele konusunda farklı bir yaklaşımın gerektiğini her zaman savundum. Sadece askerle, polisle bu işin hallolmayacağını, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerle de bazı yaptırımlar gerektiğini düşünüyordum. Tünelin ucunda bir ışık zerresi gördüm; ABD’nin Avrupa ülkeleri üzerinde siyasi bir gücü var, bu siyasi gücüyle ABD, PKK’nın uyuşturucu ticareti trafiğine büyük sekte vurabilir. O ülkelerdeki bankalar üzerinden elde edilen ekonomiyi bitirebilir.
Bir terör örgütünü yok etmenin en önemli yolu finansal kaynaklarını bitirmektir.
KARŞI ÇIKTIĞIM GÜN GÖREVDEN ALINDIM
-Bu yapıldı mı?
Hayır, bu hâlâ yapılamadı… Bu hâlâ devam ediyor. İkinci önemli konu da PKK’nın lojistik kanallarıydı. Silah mühimmat aktarımı. Nereden geliyor bu? Kuzey Irak’taki bazı yollardan geliyor, Barzani’nin kontrolünde. Barzani kimin kontrolünde? Amerika’nın. Amerika’ya baskı yapıp onlarla işbirliği de sağlayarak bu lojistik hattını kestirebiliriz. Lojistik kanalları kesilirse terör örgütü fazla yaşamaz. Ben bu iki temel konu üzerinde odaklandım o görevde.
-Nerede aksadı?
ABD bu iki alanda da fevkalade gönülsüz davrandı. 9 toplantı yaptık, en son Amerika’da Beyaz Saray’da başkanın güvenlik başdanışmanı ile konuştuk, anlattık. Barzani üzerinde baskı kurmalarını istedik. İşbirliği talep ettik. Bir CD vermiştik onlara, orada PKK’ya ikmal malzemesi taşıyan aracın şoför mahallinde bir Amerikan askeri oturuyordu! “Biz bunu Türk kamuoyuna anlatamayız” dedim. Biz hâlâ Türk halkına “Amerika bizim dostumuz, müttefikimiz diyebilir miyiz?” dedim.
Dinledi, beni başdanışman. “General” dedi “Bütün söylediklerinizi çok iyi anlıyorum, haklısınız, ama siz bir Barzani’yle görüşün, onun tavsiyelerini bir alın” dedi! Ben “Bakın biz Barzani’yi 30 senedir çok yakın tanıyoruz, kendisine bizim hiçbir güvenimiz yok, konuşacak bir şeyimiz de yok” dedim. “Barzani’ye sizin PKK’nın bize olduğu kadar ona da tehdit olduğunu anlatmanız gerekir” dedim.
-Bu toplatıda mı koptu olay?
Bu toplantıdan geldikten sonra biz ABD’ye üç maddelik bir talep raporu hazırladık. Ben de o sırada Amerika’daki muhatabım Orgeneral Ralston’a telefonla bilgi verdim. “15 gün içinde bir cevap alamazsam ben görevi bırakacağım” dedim. Ralston bana “Ben de bırakacağım” dedi! Abdullah Gül ile benim bir tartışmamız oldu, Die Welt gazetesine verdiğim bir demeçle ilgili. Beni o gün görevden aldılar!
-Demek ki o günkü siyasi irade ile sizin bakış açınız arasında ciddi bir fikir ayrılığı vardı…
Gül bana sık sık “Paşam Barzani ile bir görüşmek lazım” diyordu. Ben de her seferinde “Şahsen ben Barzani ile görüşmem, başka birini bulun, bir fayda sağlamaz” diyordum. Nitekim sağlamadı. Bir büyükelçiyi buldular, Barzani ile görüştürdüler ama sonuç çıkmadı.
Ben bu sürecin Türkiye’ye barış getireceğinden emin olamıyorum.
-Bugünkü barış sürecine nasıl bakıyorsunuz?
Ben bu sürecin barış içinde bir Türkiye getireceğinden emin olamıyorum. Hiç ümitli değilim. Umarım ve dilerim ki ben yanılmış olayım. Nedeni şu; siz bir terör örgütü ile eğer müzakereye oturduysanız o zaman o terör örgütünün artık taleplerine bağlısınız demektir. Terör örgütü bugünkü oturumda sizden diyelim ki iki madde talep edecektir, siz “eh, olur” diyeceksiniz, bir sonraki oturumda üçüncü bir madde gündeme gelecektir. Niye? Çünkü silah onların elinde. En büyük hata orada olmuştur.
-Ülkenin içinde bulunduğu en büyük risk nedir?
Beni asıl korkutan Türkiye’de bir iç savaş, bir iç gerginlik çıkması ihtimalidir. Diyelim ki örgütün talep ettiklerinin bir bölümü yapılamadı, o zaman eylemler tekrar başlayacak. Kandil ekibi bunu açıkça söyledi! Her kafadan da ayrı bir ses çıkıyor…
Her şeyi oturalım konuşalım, ama bu iş silahların gölgesinde olmaz.
-TSK 12 yıldır bir itibarsızlaştırılma yaşadı…
Kumpas mağduru arkadaşlarımızı cezaevlerinde hep ziyaret ettik, yakından biliyoruz. Hangi vicdan kabul edebilir?
Askeri vesayet TSK’ya bu saldırıları haklı göstermek için uydurulmuş bir kılıftır.
Atatürk’e hakaret edildiği için namaz kılmayı bıraktım
-Sizin mütedeyyin biri olduğunuzu biliyoruz. TSK’nın din düşmanı olduğu yönünde yayınlar yapıldı. Doğru mu bu?
Derslerde din düşmanlığı yapılması akla ziyan bir düşünce. Askerde olan insanlar subayıyla, astsubayıyla, eriyle, erbaşıyla tamamen bu milletin parçasıdır. Ordu hakkında o kadar halkın yüreğine işleyecek, halkı canevinden vuracak yalanlar söylüyorlar ki…
-2002’de sizin kuvvet komutanı olmanızı bekliyordu aslında herkes. Ne oldu da olmadınız, yapılmadınız?
Doğal süreç oydu tabii, ama hiç mesele etmedim ben bunu. Karar verme yetkisindeki kişiler farklı düşünmüş, kimisine göre “dinci” demişler benim için, ismim veto yemiş.
-Dinciliğiniz mi sebep buna yani?
Bilemiyorum gerçekten! Ben Atatürk’e hakaret edildiği için namazı bıraktım, var bu da kitapta. Namaz kılmayı benden öğrenmiş olan bir arkadaşım Atatürk’e edilen hakarete inandığını söylediği için bıraktım namazı.
-Büyükanıt yakın dostunuz. Türkiye uzun süre Dolmabahçe görüşmesini konuştu. Sizin de kafanızda hiçbir şüphe var mı o görüşmeyle ilgili?
Büyükanıt çok yakın dostum, bana da bu görüşmeyle ilgili hiçbir şey anlatmadı. Demek ki onların arasında kalması gereken bir görüşmeydi. Ama Yaşar’ı tanıyan biri olarak öyle bir şüphem yok.
-Yazdıklarınız mı daha fazla, yazmadıklarınız mı?
Eşit diyebilirim!
Sözcü