Geri dönüşü olmayan bir yıkım: NÜKLEER SUÇ
AKP Akkuyu Nükleer Santral projesinde adım attı. Biz de nükleer alanındaki gelişmeleri ÇMO ve EMO yöneticilerine sorularımızı sorduk. Girgin, nükleer santrallar için “geri dönüşü olmayan bir yıkım” derken, Bozkırlıoğlu ise Türkiye’nin enerji alanında düzlüğe çıkmasının tek çaresinin “acilen kamulaştırma” olduğunu söyledi...Nükleer: Geri dönüşü olmayan bir yıkım!

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube Başkanı Emine Girgin ve TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Bozkırlıoğlu ile Çernobil’i, Türkiye’nin enerji politikasını, Fukuşima’yı ve Akkuyu’nun Türkiye’ye getirdiği riskleri konuştuk...
ÇMO’nun Akkuyu raporu Erdoğan’ın ve Taner Yıldız’ın nükleerle ilgili sözleriyle başlıyor. Biri “Şimdi riski var patlayabilir, diye biz tüpgaz kullanmayacak mıyız? Riski var diye arabaya binmeyecek miyiz derken, diğeri "Bekarlık nükleer santralden daha tehlikeli" diyebiliyor. Çernobil’den sonraysa dönemin bakanlarından biri çay içiyordu televizyon karşısında, aynı türden iddialarla. Ortada ağır bir suç yok mu?
Emine Girgin: Elbette halktan gerçekleri gizlemek, halk ve çevre sağlığını tehlikeye atmak, Çernobil sonrası Türkiye’de yaşananlar ve günümüzde nükleer santralin risklerini ve nükleer atıkların tehlikelerini hiçe sayan ve bilimsel gerçekliklerle bağdaşmayan açıklamalar suç olarak nitelendirilmeli. Çernobil sonrasında hiçbir önlem almayan ve halkı radyasyona maruz bırakarak sağlığını kaybetmesine neden olan yöneticiler gerekli önlemleri almamanın yanında gerçekleri gizlemek için her gün ayrı yalanlar söylediler. Bundan daha büyük bir suç olamaz.
Bugün de aynı zihniyet tarafından nükleer santralin zararsız olduğuna inandırılmaya çalışıyoruz ancak bütün bu ciddiyetsiz açıklamalar ve reklamlar halkımızın Çernobil anılarını silmeye ve bu yalanlara inanmaya ikna edemez. Çernobil’den Akkuyu’ya bu topraklarda nükleersiz yaşamı savunmaya devam edeceğiz.
Çernobil Türkiye dahil, koca bir coğrafyayı etkisi altına aldı. Bugünse üzerinden 29 yıl geçti bu facianın. Çernobil‘in Karadeniz’e etkileri neler oldu ya da Fukuşima sonrası Japonya’ya dair verilerden bahsedecek olursak, nükleerin zararlarını sıralayabilir misiniz?
Girgin: Çernobil dünyada gerçekleşen en büyük nükleer kaza olarak tarihe geçti. Türkiye dahil olmak üzere çok geniş bir bölgede yarattığı facianın boyutları hala tespit edilmeye çalışıyor.
Çernobil’in etkilerini asla unutmamalıyız!
Ukrayna da; 3 milyondan fazla insanın faciadan doğrudan etkilendiğini, 1400 gencin tiroit ameliyatı olduğunu, 1 milyonu çocuk olmak üzere 3,5 milyon insanın radyasyonla kirlenmiş topraklarında hala yaşamakta olduğunu, sakat doğumlar ve büyüme bozukluklarının Ukrayna’da %230, Beyaz Rusya’da ise %180 arttığını, 7,1 milyon insanın gelecekte ciddi sağlık sorunları yaşaması beklendiği ve Çernobil’den geriye yıllarca tarım yapılamayacak arazinin kaldığını unutmamalıyız.
Türkiye’de ise başta Karadeniz bölgesi olmak üzere tüm ülkede kanser vakalarının artışı ile sonuçlandığı ortada. Çernobil sonrasında gerekli çalışmaların yapılmaması ve veri yetersizliği bu gerçeği değiştirmez ve radyasyona maruziyet en önemli kanser risklerinden biridir ve Çernobil faciası sonrasında Türkiye’nin de bu radyasyondan etkilendiği uluslararası raporlarda yer bulmuştur.
Fukuşima sonrası Japonya’da ise Reaktörlerin 20 kilometre yakınındaki bölge boşaltıldı, 120 bin üzerinde kişi tahliye edildi ve hala dönebilmiş değiller, sadece Fukuşima’da Mart 2014 tarihine kadar nükleer facia ile ilişki olarak 1700 kişi hayatını kaybetti, nükleer santralden 45 kilometre uzaklıktaki ve 100 kilometre uzağındaki şehirlerde yüksek radyasyon tespit edildi.
Çernobil ve Fukuşima örneklerinde olduğu gibi nükleer santralde bir kaza gerçekleşmesi durumunda etrafına yayacağı radyasyon etkisiyle yaşam alanlarının yok olacağı ve büyük bir faciaya sebep olacağı bu nedenle bu riskin kabul edilebilir olmadığı kanıtlanmıştır.
‘ÇARE KAMULAŞTIRMA’
Türkiye'nin enerji politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmet Bozkırlıoğlu: 90'lı yılların ortalarından itibaren enerji üretiminde yerli/ithal kaynak dengesi, yapılan yanlış anlaşmaların sonucu tersine bir grafik izledi. Özellikle 2002 yılından itibaren kamunun yatırımlardan çekilmesi ve son olarak yapılan büyük termik santral özelleştirmelerinin ardından 2014 sonunda 21 bin 879 MW ile kamunun Türkiye`deki toplam kurulu güçteki payı, 2003 yılındaki yüzde 62`lik düzeyinden yüzde 31.5`e gerilemiştir.
Piyasa yapısı içinde sesi kısılan kamunun, fiyatları dengelemek ya da dengesizlikleri önlemek için müdahale olanağı kalmamıştır. Geçtiğimiz günlerde yaşanan 10 saati bulan dünyanın 7. büyük kesintisinde de gördüğümüz gibi, sistemin sağlıklı bir şekilde devam ettirilebilmesinin olanağı kalmamıştır. Aradan günler geçmesine karşın resmi kaynaklardan doyurucu bir açıklama da gelmedi.
Bir kez daha elektrik sisteminde planlamanın ne denli önemli olduğu, bir kamu hizmeti olan elektrik sisteminin amacı kar olan özel sektöre emanet edilmesinin tüm halkın zararına olduğu 10 saat süren karanlıkla ispatlandı. Yapılan tartışmalarda, bu işin tek elden yönetilmesi gerektiği ve bunu da TEİAŞ`ın (Türkiye Elektrik İletim A.Ş.) yaptığı akla gelmiştir. Evet, elektrik hizmeti tek elden yürütülmelidir, bunun için zamanında TEK (Türkiye Enerji Kurumu) kurulmuştur.
Ülkemizin daha büyük açmazlarda kalmaması için, üretim-iletim-dağıtım ve yeni piyasa literatürüne göre perakende satış hizmetlerinin tek elde kamuya bırakılması gerekmektedir. Acilen yeniden kamulaştırmalar yapılmalı, elektrik hizmeti siyasal ya da ticari çıkarların ötesinde kamu yararını gözeten yapılanmaların olduğu özerk bir işleyişe teslim edilmelidir.
Türkiye’nin nükleere ihtiyacı var mı? Dahası dünyanın nükleere ihtiyacı var mı?
Bozkırlıoğlu: Türkiye tüketim artışı 2000 ila 2013 yılları arasında yüzde 5.41 olmuştur. Ancak TEİAŞ tarafından hazırlanan 10 yıllık Elektrik Enerjisi Talep Projeksiyonu’nda yapılan iki senaryoda düşük artış oranı yüzde 6.5, yüksek artış oranı yüzde 7.5 olarak alınmıştır. 13 yıllık artış ortalamasının yüzde 20 ila yüzde 39 fazlasının nasıl hesaplandığı anlaşılamamakta. Talep tahmininin gerçekçi bir şekilde yapılması durumunda ve TEİAŞ’ın adı geçen 10 yıllık projeksiyon raporundaki ilave kaynak olarak yalnızca 2011 yılında inşasına başlanmış olan kamu ve özel sektör santrallarının güvenilir üretim rakamlarına göre 2023 talebi Akkuyu Nükleer Enerji Santralı olmaksızın 2021 yılından itibaren karşılanabilmektedir.
‘GELİŞMİŞ ÜLKELER SANTRAL KAPATIYOR’
Dünyanın nükleer enerjiye ihtiyacı var mı sorusuna gelirsek... Bunun yanıtı da gelişmiş ülkelerin bu teknolojiden hızla uzaklaşmakta olduğu gerçeğinde gizlidir. Dünyada 52,9 GW gücünde 145 adet reaktör kapatıldı. Bunların 125 adedi ABD, Almanya, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde. Son 10 yılda devreye giren nükleer santralların tamamı (34 adet reaktör) Asya ve Doğu Avrupa’da. Batı ülkelerinde son devreye giren reaktörler 24 yıllık inşaat süresinden sonra 2000 yılında Brezilya’da ve 8.5 yıllık inşa süresinden sonra 1999 yılında Fransa’dadır. Yani nükleer santral inşaatları çoğunlukla gelişmekte olan ülkelerde yapılmakta, gelişmiş ülkeler de var olan nükleer santrallarını kapatmaktadır.
Akkuyu’ya gelelim... Türkiye’nin oldukça güzel bir kentine kuruluyor santral. Daha doğrusu bu sadece Mersin’in değil, Türkiye’nin meselesi. Erdoğan “patlayabilir tabi” rahatlığıyla tarif ettiği santralin doğaya ve insana etkisi nasıl olur sizce?
Girgin: Patlama riski yanında deprem riskinin de yüksek olduğunu belirtmek gerek. Aktif bir fay olarak bilinen Ecemiş fay hattı, yaklaşık 300 kilometre uzunluğunda olup, Akkuyu’nun 20-25 kilometre yakınından geçerek denizde devam etmekte. Deprem olması durumunda Akkuyu’da planlanan santralde neler olabileceği ve tüm Akdeniz coğrafyasına yayabileceği radyasyon tehlikesi en büyük tehlikelerden birini oluşturmaktadır.
Bir nükleer faciaya sebep olacak kaza riskinden bağımsız olarak, inşa aşamasında ve işletme aşamasında da ciddi çevresel etkilere sebep olacaktır.
‘GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR YIKIM’
İnşaat aşamasında deniz ortamında yapılan çalışmalar da deniz tabanının yapısının değişmesi de söz konusu olacaktır. Bu durumda deniz ekosistemindeki canlılar yok olacaktır. Burada geri dönüşü olmayacak bir yıkım söz konusu.
İşletme aşamasındaysa soğutma suyu deşarjının neden olduğu, artan sıcaklığın sucul organizmalar üzerinde etkisi ölümcül olacaktır. Günlük 200 ton deniz canlısı (plankton, balık ve kaplumbağa yavruları ve benzeri) devir daim pompalarının filtreleri arasında ezilerek can verecektir. Suyla soğutulan nükleer santrallerden çevreye % 30-40 oranında daha fazla ısı verilmektedir. Su sıcaklığındaki artış nedeniyle genç balıklar ve bazı türler tamamen yok olacak, çözünmüş oksijen azalacak ve ekosistem yıkımı gerçekleşecektir. Akdeniz foku ve Caretta caretta ve Cheloniamydas deniz kaplumbağaları gibi koruma altındaki türler de deniz ekosisteminin zarar görmesi sonucunda yok olma riski ile karşı karşıya kalacaklardır.
Temiz yakıt olarak tanımlanan, 1 ton uranyumun 998 kilogramı atık çamur olarak çukurlarda ve yapay göllerde toplanır ve bu atık çamurlar %85 oranında radyoaktivite ve toksik madde içerir. Bu atıkların uzun yıllar canlı yaşamını tehdit etmesi, bu tehdidin hiçbir önlem ile engellenememesi yaşam için kabul edilebilir bir yaklaşım değil kesinlikle. Kullanılmış nükleer yakıt (nükleer atıklar) yüksek radyoaktiviteye sahiptir ve reaktörden çıkarıldıktan sonra da radyoaktif bozunma süreci uzun süre devam eder. Bu nedenle kullanılmış yakıt 10 sene boyunca kullanılmış yakıt havuzunda bekletilerek sürekli olarak suyla soğutulur. Atıkların depolanması ve etkisinin sıfıra inmesi yüzyıllarca sürecektir. Radyoaktif maddeler havayı ve yeraltı su kaynaklarını binlerce yıl kirletecek potansiyele sahip. Atık havuzlarında ve toprakta oluşabilecek değişimler ise felaketle sonuçlanabilir.
Reaktör bacasından dışarı salınan gazın büyük bir kısmı havalandırma ürünüdür. Bununla beraber iyot, ksenon ve kripton gibi gaz halinde radyoaktif fisyon ürünleri yakıt çubukları zarfının gaz aralığında toplanır ve yakıt zarfının arızalanması nedeniyle de bunların soğutucuya karışması riski bulunuyor.
Akkuyu’nun ÇED Raporlarında dikkatinizi çeken noktalara değinebilir misiniz? Akkuyu Türkiye’nin enerji ihtiyacında ve rezervinde nereye oturuyor?
Bozkırlıoğlu: Akkuyu yapılan anlaşma gereği tamamının Rusya'nın sahip olacağı bir santral. Dünyada başka örneği olmayan, bir ülkenin başka bir ülke sınırları içerisinde nükleer santral sahibi olması durumunu anlamak mümkün değil. Akkuyu bedelsiz olarak Ruslara bırakılmakta, orada inşa edecekleri santralde üretecekleri elektriğe 15 yıl gibi uzun bir süre için çok yüksek bir bedelden alım garantisi verilmektedir.
‘SUNULAN GEREKÇE ZORLAMA’
Elektrik üretiminde kullanılan sıvı yakıtların tamamı ve kömür yakıtlarının ise yaklaşık yüzde 30’unun ithal olduğu ve Akkuyu ile Sinop santrallarında üretilecek 80 milyar elektrik için ödenmesi gereken 7.2 milyar doğalgaz bedelini ödemekten kurtulacağımız söylenerek nükleer santralların kurulmasıyla birincil kaynak açısından dışa bağımlılığımızın ve yakıt için ödeyeceğimiz dövizin azalacağı iddia ediliyor. Bu iddia çokça yanıltıcı ve yanlış. Şöyle ki, Türkiye’de nükleer santrallarda kullanılan yakıt yoktur ve olması içinde herhangi bir çalışma veya tesis mevcut değildir. Akkuyu ve Sinop Nükleer Santrallarıyla böyle bir teknolojinin gelmesi de yasa ve anlaşmalarda yer alan maddelerle önlenmiştir.
Bu iki santralda yılda üretileceği varsayılan 80 milyar kwh için Akkuyu ve Sinop santralları sahiplerine ödenecek miktar (Her iki santralında ayni güçte olacağı ve satış fiyatları ortalama kwh bedeli 12,09 cent/kwh olarak kabul edilirse) yaklaşık 9.672 milyar dolar. Bu bedel santral sahipleri tarafından işletme giderleri hariç olduğu gibi yurtdışına gönderilecektir. Eğer Bakanlık dokümanında ifade edildiği gibi aynı miktar elektrik üretmek için doğal gaz alımı için 7.2 milyar Dolar ödenecekse nükleer santral ile hem nükleer riski alınıp hem de bu fazla bedel neden ödenecektir anlamak mümkün değildir. Eğer gerekçe olarak tek kaynak ülkeye bağımlılığı azaltmak ise bu santrallardan 80 milyar elektriğin yarısını üretecek olan Akkuyu NES Rusya’ya aittir ve yakıtı da doğalgazda bağımlı olduğumuz bu ülkeden gelecektir. Dolayısıyla böyle bir gerekçe de mantıki olamamakta. Zorlamadır. Aynı miktar elektrik elde etmek için neden % 34 civarında daha fazla bir bedel ödenmektedir.
Son olarak...
Bugün nükleer karşıtlığı ya da daha genel haliyle ekoloji mücadelesi iktidar karşıtlığı ile önceki dönemlere göre daha sık yan yana geliyor. AKP sizin gözünüzde nasıl bir parti? Neden HES’lerle, maden ocaklarıyla ve nükleer santrallerle ilgili bu kadar kritik adım hep AKP dönemine denk geldi?
Girgin: AKP neoliberal politikaları uygulamakta ve iktidarını da destekleyen inşaat sektörünü canlı tutma hedefini gerçekleştirme pahasına doğanın yıkımına ve kentlerin rant projeleri ile yaşanamaz hale gelmesine neden olmakta. Doğanın yıkımı projeleri HES, termik santraller, barajlar, maden arama faaliyetleri ile gündeme gelmekte. Bu projelerin hayata geçirilmesi noktasında AKP iktidarının ekosistemin sürdürülebilirliği, bilim ve teknolojinin gereklilikleri, halkın çıkarları, hukukun üstünlüğü kısaca her şeyi hiçe sayan yaklaşımı karşısında ekoloji mücadelesinin de her geçen gün daha da güçlendiğini görmekteyiz.
Kendini “çevrecinin daniskası” olarak tanımlayan doğa düşmanı bir iktidar karşısında ülkenin dört yanında halkın kendi yaşam alanına sahip çıkmak uğruna sürdürdüğü mücadelenin bir sonraki süreçte yaşanabilir bir dünya için ortak mücadeleye evrilmesi sürpriz olmayacak.
soL - Haber