Muhalefet zaten tuzağa düşmeyi sever...
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
BİR ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ VARMIŞ
Altan ARISOYBİR ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ VARMIŞ
Basın hiçbir zaman bağımsız ve tarafsız olmadı.
Sağ ve sol basın, iktidarların finanse ettiği gazeteler, yasa dışı örgütlerin yayın organları hep vardı.
İktidarlar basından hep korkar. Onu sürekli kontrol altında tutmak ister.
Uzun yıllar önce en etkili baskı yöntemi ucuz gazete kağıdı tahsis etmemek ve basın-ilan kurumu yoluyla beğenilmeyen gazetelerin ilan almasını engellemekti.
Mesleği gazetecilik olan gazete patronlarının kimileri bu baskılara dayanamaz ve iktidarla uzlaşır, kimi yayın organları el değiştirir, kimileri de kapanırdı.
İktidarı savunan gazeteler- gazeteciler de hep oldu.
Ama hepsi de meslekten yetişir ve meslek onuruna saygı duyarlardı.
Gizli iş çevirenler yok muydu?
Vardı elbet. Ama açığa çıktığı zaman toplumun yüzüne bakamazlardı.
1980’lerde holdingler çoğaldı.
Kapitalist düzende liberalizm ve rekabet aslında bir masaldır.
Hele de alaturka liberalizmde iktidara yakın olmak, desteklemek holdinglerin olmazsa olmazıdır.
İşte bu yüzden medya sektörüne el atıldı. Holdingler gazete satın almaya, yenilerini çıkarmaya başladılar. Kısa sürede her holdingin birkaç yayın organı oldu. Kolay okunan, çok sayfalı, çok renkli, çok reklamlı gazeteler- dergiler dönemi başladı.
1990 başında,-Özal’ın yasakları delmesi üzerine- televizyon dünyasında da at oynatmaya başladılar.
Kısa sürede onlarca özel televizyon kanalı ortaya çıktı.
Bunlar, bir yandan iktidarı kendi yanlarına çekmek için olmadık aşağılık oyunları sergilerken, öte yandan da ekranlarda birbirleriyle çıkar savaşlarına giriştiler.
Biz de onları ‘ülke sorunları konuşuluyor’ sanarak izleyip durduk…
Aslında, kendi çıkarları için iktidarları yönlendirmeye çalışıyorlardı.
Bu hep böyledir.
Enerji, maden, inşaat, dışsatım, dışalım, bankacılık… Bütün sektörler holdinglere peşkeş çekildi.
İktidara daha çok yamulan, daha iyi işbirliği yapan grup ötekini bertaraf etti.
Talan, vurgun ve yağma bütün sektörleri vurdu. Hazine- bankalar boşaldı. Türkiye yağmalandı.
Özal dönemiyle başlayan devlet kaynaklarını soymayı amaçlayan özel sektör girişimciliği 1990 ların da karakteristik özelliğidir.
2002’de AKP iktidara geldi. İşi çok iyi biliyordu.
Tarikat-cemaat yapılanması içinde sahip olduğu yasa dışı rant kaynaklarını zaten kullanıyordu. Bunlara İstanbul ve Ankara belediyelerinin kaynaklarını da eklemişti.
Özellikle İstanbul belediyesine yerleştirilen kadrolar ve İmam-hatip kökenliler hükümete transfer edildi.
Devletin ekonomik kaynakları tam denetim altına alındı.
O günden beri hiçbir ihalede yasal kurallara uyulmadı. Olmazsa, ihale yasası değiştirildi.
Yandaş olmamak suç sayıldı. İstenmeyen, beğenilmeyen şirketler uydurma mali denetimlerle, vergilerle çökertildi.
İş dünyası teslim alındı.
Böylece; holdinglerin elindeki bütün yazılı ve görüntülü medya kanalları iktidarın (AKP) emrine girdi.
Bugün Türkiye medyasının %90 lık bölümü iktidar propagandası yapmakla görevlidir.
Meslekten yetişme gazeteci sayısı çok azalmıştır. Hükümetin gösterdiği herhangi bir kişi, çok önemli bir yayın organının yöneticisi veya yorumcusu olabilmektedir.
Medya; uzmanlığı, niteliği, kimliği güven vermeyen türedi gazetecilerin işgali altındadır..
Bunların görevi ne pahasına olursa olsun iktidarı savunmaktır. Bol paralarla beslenirler. Arsız, yüzsüz, kavgacı tiplerdir. Karşı fikirlere tahammülleri yoktur. Söylenmesini engellemeye çalışırlar. Bu yüzden hep kendileri gibi satın alınmışlarla program yapar ve kamuoyu yaratmaya çalışırlar.
Her koşulda 2sahibinin sesi’dirler:
Tayyip Erdoğan “van minüt “deyince, bütün televizyonlar “kahrolsun İsrail..” naraları atılır yıllarca.
Tayyip; “İsrail’le dost olmak zorundayız” deyince, hepsi birden İsrail’le dostluğun önemini anlatmaya başlarlar.
Tayyip başbakanken başkanlık sisteminden hiç söz edilmezdi.
Tam başbakanlığı bitmek üzereyken başkan olma sevdasına düştü. Hemen medya başkanlık sistemini övmeye başladı. İki yıl boyunca çalışan anayasa komisyonu, birdenbire ortaya çıkan başkanlık dayatması yüzünden dağıldı.
On dört yıl Kürt ayrılıkçılığına ödün verildi. Medya “demokratikleşme, açılım, çözüm süreci vb. adlarla ortaya sürülen içi boş önerileri yıllarca savundu.
Tayyip; “çözüm süreci bitmiştir” deyince, sahibinin sesleri “süreç bitmiştir” diye bağırmaya başladı.
Tayyip “millet” sözcüğünü “ümmet” anlamında kullandığı için milliyetçiliğe sövgüler yıllar boyu sürdü. Tayyip 7 haziran seçimlerinden sonra “milliyetçilik” siyasetine başladı. Hepsi birden milliyetçi oluverdi.
“Ergenekon” adında bir terör örgütü uyduruldu. Tayyip, “ben bu işin savcısıyım” dediği için tam 6 yıl boyunca masum insanlara saldıran ve hiçbir kanıtı görmeyen medya, Tayyip “orduya kumpas kurdular” deyince tornistan etti(!.) Hidayete erdi.
Tam 12 yıl “hocaefendi” demeyenlere hakaret eden, her istediklerini veren Tayyip le birlikte FG ye sabah-akşam övgüler düzen medya; 17/25 Aralık 2013’ten itibaren “paralel, vatan haini” damgasını vurarak cemaate savaş açtı.
Tayyip, bir hükümet yetkilisi, bir AKP milletvekili, ya da bir bürokrat büyük bir hata yapar. Medya hemen aslında o kişinin öyle demek istemediğini anlatmaya soyunur. Suçluyu savunmaya başlar. Son örnek Diyanet İşleri başkanlığı…
Şu sıralar başkanlık sistemi yeniden ısıtılmaya başlandı. Medyadaki dalkavuklar her gün başkanlık sistemini övmeye başladılar. Artık, en azından bir süre daha aynı bayat konu üzerinde dedikodu üretilecek. Sonuç, yine ‘elde var sıfır’ olacak.
Yöntem böyle.
Küçük bir demeç bile medya aracılığı ile gündemin en önemli konusu yapılır. Günlerce, aylarca propoganda edilir.
Halk koşullandırılır.
Muhalefet zaten tuzağa düşmeyi sever. “Türkiye’nin şu anda anayasanın değiştirilmesinden çok daha önemli sorunları vardır. Yeni anayasa bizim gündemimizde olmayacaktır” deyip kapıyı kapatmaz. İktidarın kuyruğuna takılır.
Bugün 10 Ocak 2016…
10 ocak; 1961de gazetecilerin çalışma koşullarını iyileştiren, ileri haklar getiren 212 sayılı yasanın kabul edildiği gündür.
Bu yüzden çalışan gazeteciler günü olarak benimsenmişti.
Aradan 55 yıl geçti. İlerliyoruz…
Önce 12 Mart ve 12 Eylül, sonra holding patronları gazetecilerin bütün haklarını ellerinden aldı.
Çalışan gazeteciler uzun yıllardır örgütlenme ve sosyal güvenceden yoksundurlar.
Basın özgürlüğü ayaklar altında.
İktidarın işine gelmeyen haberi yapan gazeteciler Silivri kampına yollanıyor.
Yandaş olmayan basın-yayın organlarının yaşama hakkı yok.
Şu anda çalışan gazeteci sayısı kadar çalışmayan, çalıştırılmayan, iktidar baskısıyla işten çıkarılan gazeteci var.
Türkiye dünya basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke içinde 149. Sırada.
Artık gazetecilerin çalışma koşullarından, örgütlenme ve özlük haklarından söz edilmiyor.
Gazetecilikte holding patronlarına, iktidarlara yaranma tek ölçüt oldu.
Onlar, istediklerini yaşatır, üne ve paraya boğarlar.
İstemediklerine yaşam zindandır.
Türkiye’de halkın doğru ve yansız haber alma hakkı çoktan öldü.
Silivri’ye gömüldü.
10 Ocak çalışan gazeteciler günü artık sadece bir nostaljidir.
altanarisoy@gmail.com
İlk Kurşun