Kemalizm, bir öğretmen gibi...
ULUSAL EGEMENLİK ALANINDA TOPLANMAK
Altan ARISOYDers verir gibi olacak, ama yazacaklarım yurttaşlık bilgisidir. Herkesin bilmesi yurttaşlık görevidir. Bilinmezse toplumun geleceği kararır. Yaşamsaldır.
Tıpkı trafik kuralları gibi…
Başlayalım:
Türkiye’de işbaşına gelen hükümetler milli iradeyi kendilerinin temsil ettiklerini iddia ederek her şeyi yapabileceklerini sanırlar.
Yasalara uymazlar. Gerekiyorsa, anayasaya aykırı yasalar, tüzükler, yönetmelikler çıkarırlar. Bunların iptali için ilgili yargı kurumlarına başvurulmasına bile tahammülleri yoktur. Sırf dava açtı diye muhalefeti suçlar ve halka şikayet ederler(!.)
AKP iktidarı bu konuda o kadar ileri gitti ki; Türkiye’yi bir AKP devleti haline getirdi.
Bu da yetmiyor. Anayasayı da tümüyle değiştirmek istiyor.
Hemen söyleyelim.
Yeni bir anayasa yapmak Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak demektir.
Kendilerinde bu hakkın var olduğunu sanıyorlar. 400 milletvekili sayısına ulaştıkları zaman bunu yapacaklarını; yani tek partili, dinci faşist bir diktatörlüğü kurabileceklerini düşünüyorlar.
Oysa ulusun onlara verdiği görev, anayasal düzen içerisinde bir süreliğine devlet işlerini yürütmektir. TBMM’nin (yasama organı) görevi de; anayasanın belirlediği siyasal rejim içerisinde yasal düzenlemeler yaparak hükümete yardımcı olmak ve onu denetlemektir.
Ne hükümetler ne de meclis rejim değişikliği yapamaz.
Buna kalkışırsa kendini iş başına getiren ulus iradesine ihanet etmiş demektir.
İç savaş çıkar.
Ulusun egemenliği devletin organları aracılığıyla yerine getirilir.
Yasama ya da yürütme organlarından birinin ötekileri yok sayması, ulus egemenliğini tanımamaktır…
Ve…
Anayasa yapmak demek, yeni bir devlet kurmak demektir. Anayasalar savaşla, büyük bunalım dönemlerinde askeri yöntemlerle, ya da devrimle yapılır.
Bu yüzden,AKP asla yeni bir anayasa yapamayacaktır.
Nokta.
Demokrasinin temeli laikliktir.
AKP demokrasiyi diline dolamakta, ama hiçbir uygulaması demokrasinin temel ilkelerine uymamaktadır.
Ayrıca, Türkiye cumhuriyetinin temel taşlarından biridir laiklik.
AKP iktidarı Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine yalan ve iftira fırtınası yaratarak saldırmaktadır.
Onlara soralım:
Atatürk döneminde Türkiye’den daha demokratik hangi devletler vardır? Bunlar gerçek birer demokrasi sayılabilir mi? O dönemde en iyi demokrasi örneği ABD dir. ABD de kadın hakları daha geriydi. Zenciler insan sayılmıyordu.
Bugün Türkiye’de sadece göstermelik bir sandık demokrasisi vardır.
90 yıl önce demokrasi olmadığı için Atatürk’e saldıranlar, demokrasiyi bir otobüs olarak görüp, gidecekleri yere varınca ineceklerini itiraf eden iki yüzlü, onursuz siyaset erbabıdır. Var olan demokrasimizi de ortadan kaldırmaya başladılar. Laiklik ilkesi demokrasinin olmazsa olmaz koşulu. Uygulamada ise kaldırılmış durumda. Yasalara ve anayasaya uyulmuyor.
Sorunları çözmek yerine “Atatürk demokrat değildi, demokrasiyi getirmedi” diye saçmalamak tutarsızlıktan, arsızlıktan, utanmazlıktan, sorumsuzluktan başka ne olabilir ?(!)
Hiç kuşku yok ki Atatürk bunlardan çok daha demokrattı…
Kemalist dönemde (1923-1938) ulusal devleti kurmak ve ulusal egemenliği güçlendirmek temel amaçtır. Ulusal dil, ulusal yazı, ulusal tarih, ulusal eğitim atılımları; Türk ocakları ve halkevlerinin çalışmaları; laiklik ve öteki Kemalist ilkelerin yerleştirilmesi hep bunun içindir.
Ulusal ekonomi bunun için kurulmuştur..
23 Nisan’ın 1921’den itibaren bayram olarak ilan edilip kutlanması bunun içindir.
Amaç; ulus devleti sağlamlaştırmak, ulusal egemenliği (milli hakimiyet) tam olarak sağlamaktı.
Ulusal devleti yaratıp güçlendirmek için bunca çabadan sonra Milli Şef (1938-1950) döneminde içerdeki muhalefete karşı ‘uzlaşı’ ve ‘barış’ yaratmayı düşleyerek atılan adımlardan başlamak üzere, bugüne kadar verilen her ödün ulusal devleti yaralamıştır.
Karşıdevrimci güçler millet kavramını ‘ümmet’ anlamında kullanarak dincilik yaptılar.
Irkçı bir milliyetçiliği savunanlar oldu.
Türk-İslam sentezi adı verilen tutarsız bir ideolojiyle insanların kafası karıştırıldı.
Bir yandan demokrasi ve sosyalizm adına ütopik akımlar, öte yandan emperyalizmin işbirlikçileri…
Bunların hepsi birden Türkiye’yi Atatürk milliyetçiliğinden (ulusalcılık) uzaklaştırdı. Ulusalcılığın anlamı saptırıldı. Saldırıya uğradı. Gerici ve militarist bir ideoloji olarak gösterildi.
Yalan…
1950’lerden beri sürekli güçlenen dinci ideoloji, dünyaca uygulanan soğuk savaşın “yeşil kuşak” projesinin başarısına koşut olarak Türkiye’de birkaç kez iktidar olmayı başardı.
Varlığını ve geleceğini emperyalist merkezlere hizmet etmeye bağlayanlar, Kemalist ulusalcılığı ve bağımsızlığı yok etmek için uğraştılar. Ulusal egemenlik kavramını çarpıttılar.
Ulus yerine dinin birleştirici olduğu T.C. başbakanı tarafından ortaya atılabilmektedir. Oysa, din ulusu oluşturan öğelerden sadece biridir. Ve etkisi çok azdır. Araplar buna örnektir. Aynı dine inandıkları halde bir millet olamadılar. Birçok millet (ulus) ve milli devlet, din ve mezhep birliği dışında oluşmuştur.
Din, çoğu kez ulusal birliği yaralayıcı olabilmektedir. Türkiye’de görülen de budur. Sonuç; din yaygarasıyla yaratılan karmaşa hem küresel efendilerin, hem de din sömürücülerinin işine yaramakta, Türkiye’nin bağımsız ve güçlü bir ulusal devlet olarak geleceğe yürümesi engellenmektedir.
Bu durumda Türkiye’de yapılacak öncelikli iş; milli hakimiyet (ulusal egemenlik) kavramı üzerinde anlayış birliği sağlamaktır.
Bu konudaki ilk adım, aslında ümmet anlamına gelen ‘millet’ sözcüğü yerine, Türkçe karşılığı olan “ulus” sözcüğünü kullanmak olabilir. Kavram kargaşasını önleyecektir. Kavramlara başka anlamlar yüklenmesinin önüne geçilmelidir.
Tıpkı, içeriği boşaltılmış bir ‘Atatürkçülük’ yerine ‘Kemalizm’ denmesi gerektiği gibi…
Ulusalcılık kavramı etnik bir söylem değildir. Şovenizm (dar, kısır milliyetçilik) ve ırkçılıkla hiçbir ilgisi yoktur. Kemalist milliyetçilik, yurtseverlik, vatanseverlik demektir. Çoğu aydınımız Atatürk milliyetçiliği yerine, artık kısaca “ulusalcılık” sözcüğünü kullanmaktadır.
Yıllardır milliyetçilik üzerinden saldıran sözde aydınların, gelişmiş ülkelerin izlediği kadar milliyetçi olmamıza karşı durmalarının bir anlamı var.
Oysa Kemalizm’in ulusçuluk (ulusalcılık) kavramı, o ülkelerin ulusçuluk anlayışlarından daha gelişmiş ve daha insancıldır.
Ulusalcıların (Atatürk milliyetçilerinin) görevi; bütün ulusal güçleri etkin kılmak, ulusal egemenliğe dayanarak kalkınmayı, demokrasiyi sağlamak, erinç ve gönenç ortamı yaratmak, etnikçiliğe, dinciliğe, ayrımcılığa karşı durmaktır.
Bunun için de “bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir merkezde toplanmaları gerekir..” (Atatürk). O merkez; bağımsızlık, ulusal egemenlik ve demokrasi kavramında birleşenlerin oluşturacakları düzlemdir.
Bunların yapılabilmesi için öncelikli ilk iş; siyasal partiler ve seçim yasalarının Türk ulusuna yakışır şekilde, çoğulcu ve tam demokratik hale getirmektir.
Daha sonra da, bütün alanlarda bilimle, tarihten aldığımız dersle Kemalizm ilkelerine sıkıca bağlanarak ve el ele vererek ileri yürümemiz gerekecektir.
1923 yılında daha Lozan antlaşması imzalanmadan ve Cumhuriyet ilan edilmeden yapılan İzmir İktisat Kongresinde Mustafa Kemal şunları söyler:
“Tam bağımsızlık için şu kural var; ulusal egemenlik, ulusal ekonomi ile desteklenmelidir. Bu kadar büyük azametli ve kutsal amaçlar kâğıt üzerindeki ilkelerle, hırslarla gerçekleştirilemez.
Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferle taçlandırılmazsa sonuç kalıcı olmaz!..”
Ulusal düşünmedikçe ulusal egemenlikten söz edilemez.
Türkiye Batı’nın kuyruğuna yapıştığı oranda ulusallığından da, geleceğinden de vazgeçmiş olacaktır.
Çağımızda, demokrasi ulusal egemenliği ne kadar iyi sağlarsa o oranda değerlidir. Demokrasi bu amaca hizmet edecek şekilde uygulanmalıdır. Başka ülkelerdeki örneklere öykünmekle demokrasi olmaz. Onu kendimize en uygun şekilde kurabilmeliyiz.
Türkiye’de etkin siyaset oyuncuları şunları yapar:
Halkı kandırmak, iktidar olup hazineyi yağmalamak; dinciliği, ayrımcılığı körüklemek; yabancı emellere aracılık etmek; değersiz ve deneyimsiz yandaşları kamunun tepe görevlerine yerleştirmek; hizmet vermek yerine hükmetmek; özel aflar çıkarmak, dokunulmazlık kazanmak; köşe dönmek; ihaneti, yandaşlığı ne olursa olsun savunabilmek; halkın karşısına ‘büyük adam’ olarak çıkmak; bile bile yalan ve yanlışta ısrar etmek…
Bunların hiçbirinin demokrasi ile ilgisi yoktur.
Bu durumda ulusal egemenlikten nasıl söz edilebilir?
Kenan Evren 23 Nisanı ulusal bayram olmaktan çıkarmış ve kendini şöyle savunmuştu:
“Canım çocuklar bayram yapıyor diye biz de mi bayram yapalım !?..”
Ulusal egemenlik anlayışı ancak bu kadar hafife alınabilir…
Ulusal egemenlik gibi çok derin anlamı ve önemi olan bir günü, Türkiye’nin yazgısına silahlı güçle yön vermiş, cumhurbaşkanlığı yapmış, Atatürkçülüğüyle övünen (!) birinin ancak bu kadar anlayabilmesi bir kara mizah konusudur. Utanç vericidir.
Demokrasi ve ulusal egemenlik kavramlarında bir an önce ulusça birleşmemiz gerekmektedir.
Kavram kargaşalarından, takiyyeden, demogojiden beslenen kötücül güçlerin zararlarından kurtulmanın ilk adımı budur.
Kendi içinde tutarlı, güvenli, sağlıklı bir Türkiye Cumhuriyeti’ne dış güçler sadece saygı duyar ve şapka çıkararak selamlar.
Yaptırım uygulamak kimin haddine?
Hiç kuşkunuz olmasın ki, Kemalizm’i de, ulusal egemenliği ve demokrasiyi de iktidarlar bozuyor. Siyasetin aktörleri hayatımızı iyileştirmek yerine hayatımızla oynuyorlar. Biz de bir gösteriye bakar gibi sadece izliyoruz.
Kendimizi masum sanıyoruz. Oysa, olup bitenlere izin veren, sorumluluk almayan, kendi geleceğini başkalarına havale eden de bizleriz. Yurttaş olarak ülke sorunlarını ciddiye almadığımız ve hiçbir şey yapmadığımız için bedel ödediğimizin farkında bile değiliz.
“Bana mı kaldı, ne yapabilirim, böyle gelmiş, memleket elden gitmiş, elimden ne gelir ki…vb…” sözlerle kendini avutmaya çalışan ve her şeyi eleştirenlere anımsatırım: Karşıtlarımızın sayıca az olmalarına karşın nasıl başarılı olduklarını düşünmek ve neden en az onlar kadar olunamadığının hesabını kişi olarak da vermek; yurttaş bilincine sahip her dürüst insanın görevidir.
Bu bağlamda; kendimizi ve ülkemizin geleceğini içtenlikle düşünüyorsak bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin toplanacakları bir alanda ivedilikle yerimizi almalıyız.
Hiçbir kişisel, grupsal, partisel çıkar beklemeden…
O alan şu anda gündemde adları geçen ve siyasetlerini, yalana, popülizme, fırsatçılığa, teslimiyetçiliğe, dış güçlere dayandıran siyasal partilerin alanı değildir.
Çıkar gruplarının alanı değildir. Doğru olmayan yol doğru amaca götürmez.
Halk doğrunun, güzelin, iyinin, dürüstlüğün, bağımsızlığın, adaletin, onurun, barışın, Türkiye’nin kuruluş ideolojisinin, yani Mustafa Kemal’in yanındadır.
Türkiye’yi ancak ve yine Atatürkçülük (Kemalizm) kurtarır.
ABD ve AB ‘nin doğruları kendilerine…
Türkiye’nin doğruları da Türkiye’ye…
Kemalizm, bir öğretmen gibi her seferinde bir daha yineleyerek; aklı, bilimi, insanlığı, uygarlığı ve ulusalcılığın ne olması gerektiğini anlatmaktadır…
Türkiye’nin kurtuluşu ve esenliği, Kemalizm’i rehber alarak, öncelikle ulusal egemenlik alanında toplanmaktan geçer…
altanarisoy@gmail.com