“Kişiye özel sistem”
Emine Ülker Tarhan, “Devletin bekası diyorlar, bu kandırmacaları yutmuyoruz, istenen parti devletinden de öte, babadan oğula ya da kıza geçecek bir sistem” dedi...Emine Ülker Tarhan:
“Anayasa değişikliğinin
esas amacı Erdoğan’ın bekası”
CHP Grup Başkanvekili iken Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında partisinin Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermesine tepki gösteren ve bu süreçte CHP ile yollarını ayıran Emine Ülker Tarhan, uzun sessizliğini YURT için bozdu...
Tarhan, “Kişiye özel sistem” dediği başkanlık anayasasının temellerinin 2010 referandumunda atıldığını, bugünlere adım adım gelindiğini anlattı. CHP’nin süreçte yaşanan anayasa ihlalleri nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurudan vazgeçmesini de eleştiren Tarhan, “Sonuç ne olursa olsun tarihe not düşülmeliydi” dedi.
Türkiye yaklaşık 2 ay sonra bir referanduma gidecek. Başkanlık anayasası oylanacak. Bu teklif ne getiriyor, amacı, hedefi ne?
Kendisinin de söylediği gibi Erdoğan’ın kafasında yarattığı ve anayasaya monte etmek istediği bir sistem. Onun için yapılmış. Düne kadar MHP ile ortaklaşa yaptık diyorlardı ama belli ki öyle olmamış. Tabi bu durum ‘başkanlık sistemini kendim için istemiyorum’ söylemini de doğal olarak çürütür. Sistem kişiye özel ve dünyada örneği yok. Adım adım gerçekleşti. Önce cumhurbaşkanını halk seçsin dendi, halk seçince “çift başlılık krizi çıktı” denilerek başkanlığa yüründü.
2010 referandumu da bunun hazırlık hareketleriydi. Muhalefet belki stratejik nedenlerle bu süreçte isim üzerinden gitmek istemeyebilir ama benim öyle bir sorunum yok. Bu değişiklik adını bildiğimiz bir kişinin ihtiyacından doğmuştur. Birisi daimi muhalefet, birisi daimi iktidar olan iki partili bir demokrasi bozuntusu yaratmak isteniyor. Aslında biri sürekli muhalefette olacağından bu tek partili bir sistem anlamına gelir ki istenen budur.
Halk her şeyi görüyor
İstenenin etik olmadığını, artık fazla olduğunu halk da biliyor. Savunanlar bile nasıl savunacaklarını bilemiyor, çünkü biliyorlar ki içi çürük. O zaman korkutmak, yaftalamak, terörist demek, hedef göstermek, tehdit etmek devreye giriyor. Biz bu oyunu 2010’da da görmüştük.
Parti devletinden de öte
Anayasa teklifini bir hukukçu gözüyle değerlendirir misiniz?
Anayasa ile çeliştiği açık. Yürürlükteki anayasaya göre devlet demokratik bir hukuk devleti. Teklif ise buna son veriyor. Hukuk devletinin temeli kuvvetler ayrılığıdır. Şimdi bakıyorsunuz, dengeyi bırakın yürütme dışında kuvvet bırakmıyor ki ayrılığı olsun. Son sözü ise tek kişi söylüyor. Bu, parti devletinden de öte bir şey. Demokrasi geçici iktidarlardan oluşur bu ise değil, mutlak. Hele hele kaydı hayat şartıyla başkanlığı ince ince metinde dokuduysan bu rastgele değil taammüden yapılmış bir düzenleme olarak kayda geçer.
Mesele 15 yılı garantilemek
Seçilecek kişi, 2034 tarihine kadar başkan anlamına gelir. Şimdi destek verenler sürekli devletin bekasından bahsediyorlar ya. Bakın, neden derhal değil de 2019’dan itibaren? Madem devletin bekasıydı, beka bekleyebilir mi, siz kimi kandırıyorsunuz? Ama devletin bekası kisvesindeki bu kandırmacaları da yutmuyoruz. Bakın niye hemen değil de 2019? Çünkü değişikliğe göre başkanın ikinci döneminde meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde- ki verilecektir- bir defa daha aday olabilecek. Bu durum artı 5 yıl daha Saray’da kalmasını sağlayacak. Mesele 15 yıl başkanlığı garantilemek, devletin bekasından anladıkları bu olsa gerek. Yani 2034 yılına kadar başkanlık, neredeyse kaydı hayat şartıyla belki de babadan oğula ya da kıza geçecek şekilde.
Milletin değil kişinin ihtiyaçları
Hazırlayanın demokrasiye olan mesafesini görebiliyorsunuz. Milletin değil bir kişinin ihtiyacını karşılamak için yapıldığı aşikâr, bunu halka izahta o yüzden güçlük çekiyorlar. “Cumhurbaşkanı” dedikleri başkan meclisi feshetme, seçimleri yenileme yetkisine partisinin de genel başkanı sıfatıyla sahip. Milletvekili listelerini yapıyor. OHAL ilan ediyor, bütçeyi belirliyor. Başkanlık ve milletvekili seçimleri aynı zamanda yapılarak, partisi için oy istemesi ve aynı çoğunluğa ulaşmak amaçlanıyor. Hükümetin tüm yetkisi başkana devrediliyor. Bakanları, Genelkurmay Başkanı, Devlet Denetleme Kurulu Üyelerini, Büyükelçileri, Cumhuriyet Başsavcılarını, rektörleri atıyor. Yargıyı şekillendiriyor. Uluslararası anlaşmaları akdedip, Milli Güvenlik Politikalarını belirliyor.
Bunca yetkiye rağmen denetimden muaf
Meclis soruşturması için üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu, yargılanması için de 400 milletvekili aranıyor ki adeta imkânsız. Milletvekilleri sadece Başkana bağımlılar. Kendilerini değiştirecek tek güce karşı çıkamazlar. Ülkeyi KHK ile yönetebiliyor. Meclisin buna karşı yapabileceği bir şey yok ancak meclisin çıkardığı kanunları başkan veto edip, engelleyebiliyor. Meclis ısrar ederse seçime gidebiliyor ki, milletvekilleri seçim ister mi sizce?
Başbakan, bakan, başsavcı, meclis başkanı olan yani bunların hepsinin toplamı olan başkana bunların bir tekine sorabildiğiniz hesabı soramıyorsunuz. Başkan, kendini yargılama kararı veren meclisi feshederse yapılabilecek bir şey yok. OHAL konusu ise felaket. İsterse OHAL kararı alıp AYM denetimi dışındaki kararnamelerle ülkeyi yönetebilir. Denetim yapıldığı bir an için düşünülse bile kararlar geriye yürümeyeceğinden atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor.
Düşünmek zorundayız
Bakın, hukuk tersten okumayı, diyalektik düşünmeyi, en olumsuz olasılıkları varsaymayı öğretir. Teorik olarak düşünelim, bir başkan seçildi diyelim, bilinmez, çok iyi niyetli olabilir, olmayabilir de ya vatana ihanet eder ve meclisi böyle devre dışı bırakırsa, ya akıl sağlığını yitirirse ne olacak?
CHP’nin AYM kararı hata
Böylesine önemli bir süreçte ‘gideceğiz’ demelerine rağmen, ana muhalefet, son anda mahkemeye gitmeyeceğini açıklıyor. Tamam, bu siyasi bir strateji olabilir ama ben hukukçuyum. Hukuk prangalarının ifşa edilmesi gerektiğine inanıyorum. Anayasa mahkemesine gidilip tarihe not düşülmesi gerekiyordu, açık oy halkın gözü önünde gerçekleşti ve anayasaya açıkça aykırıydı. Anayasaya aykırılığın kanıtı açık oy patırtılarına ne gerek vardı ki o zaman? Üstelik AYM üyeleri verecekleri kararla kendi varlıklarını da oylayacaklardı. Bu şansı zorlamak gerekiyordu. Başbakan bile CHP’nin kararını “isabetli” buldu, ne diyeyim.
Tasfiye değil toplu kıyım
KHK’lar eliyle yürüyen bir süreç var. Akademide yüzlerce öğretim üyesi görevinden alındı. Böyle bir tasfiye sürecinin darbe döneminde bile görülmediği rakamlarla sabit. Nedir sizce burada hedeflenen?
7 Haziran seçimlerinin ardından milli iradenin yanlış olduğuna karar verenler istikşafi oyalamalara gelenlerin de katkısıyla ülkeyi kaosa soktu. 7 Haziran fırsatını değerlendiremeyen muhalefete halk 1 Kasım’da sürpriz bir cevap verdi. AKP’nin eski ortakları darbeci olarak sahneye çıktı. Bu kanlı ve karanlık kalkışmayı “Allah’ın lütfu” olarak görenler oldu. Ve baskının dozunu arttırmakta bir fırsat oldu. Ülke başkanlık sistemine geçiş sürecine adeta uyum sağlamak için KHK’larla yönetilmeye başlandı. İktidara hizmet etmeyen her söz her nefes her hareket darbe,” her muhalif “darbeci” ilan edildi. Gerçi, muhalif tasfiyesi bugün başlamadı. Tasfiye hep vardı, buna toplu kıyım diyebilirsiniz artık. Hedef tabi ki bir sessizlik cumhuriyeti.