Battı Balık! Seçime Gider!
Döviz kuru ve petrol fiyatındaki artış, güçlükle yönetilebilen ekonomik sıkışmanın şiddetli bir çöküşe dönüşme ihtimalini artırdı. Pek çoğu fiilen batık şirketlerin borçları bankacılık sektörünü de etkiliyor. Geçmiş krizlerden farklı olarak bir ihracat hamlesiyle krizin etkilerinin hafifletilmesi ya da çöküşün engellenmesi de mümkün görünmüyor. Düzenin tüm aktörlerinin sessizliği suç ortaklığından kaynaklanıyor. Ekonominin emekçilerin üzerine çökmesi için herkes üzerine düşeni yapıyor...Batık kredilerle krize adım adım
Dün ve bugünün haber ve verileri ekonomide yaşanan sıkışmanın hızla bir çöküş ihtimaline evrilebileceğini ortaya koydu...
Düzenin tüm aktörleriyle "emekçilere fatura etme" rahatlığıyla büyük bir yıkımı izlediği görülüyor.
Türkiye'nin daha önce yaşadığı krizlerden çok daha ağır sonuçları olacağı kesin olan bir yıkım, sermaye için artan tekelleşmeyle bir "yenilenme fırsatı" olarak görülürken geniş emekçi yığınlar için işsizlik, yoksulluk ve çok büyük bir toplumsal tahribat anlamına geliyor.
TÜRK TELEKOM'A BANKALAR EL KOYUYOR
Bankaların 4,75 milyar dolarlık alacaklarına karşılık Türk Telekom yönetimini devralacakları bugünün önemli haberleri arasında yer aldı. 2016 yılından bu yana tek kuruş kredi tahsilatı yapılamayan Oger grubuna ait Türk Telekom, kamu müdahalesiyle "batık kredi" kategorisine geçmemiş, stratejik önemine istinaden iki yıldır top çevriliyordu.
Bankaların "yönetime dahil" olmasının bir ara formül olabileceği, Türk Telekom'un kamuya devrolacağı konuşuluyor. Türk Telekom'a bankaların el koyması, yine iki yıla yaklaşan süredir Kredi Garanti Fonu paketi, borç yeniden yapılandırmalarıyla yüzdürülmeye çalışılan kredilerde de domino etkisiyle bir batış furyasına neden olabilir. Döviz kurundaki artış gelirlerinin büyük bölümü TL olan ve sayıları 2 bin civarında olan şirketin borçlarını çevirerek ya da ödeme ertelemeleriyle devam edemez hale getirmiş durumda.
Döviz kurundaki artışa ek olarak avro/dolar paritesindeki oynaklık da girdi maliyetleri ve ihracat gelirlerinde iki para birimini de kullanan, keza döviz borçlanmasında yine iki para birimi ağırlık taşıyan şirketleri ayrıca etkiliyor.
İNŞAAT, BEYAZ EŞYA, ELEKTRİK TÜKETİMİ: VERİLER DARALMAYA İŞARET EDİYOR
AKP iktidarı döneminde Türkiye, bir "inşaat ekonomisi"ne dönüştü.
Sektörün ekonomi içinde kapladığı yer büyük, bağlantılı sektörlerle toplam ekonominin dörtte birini oluşturuyor. Alınan tüm ek önlemlere ve ardı ardına açıklanan teşviklere rağmen konut satışları düşüyor. Fiyatlarda da istikrarlı bir gerileme var. TÜİK'in bugün açıkladığı yapı ruhsatları verisi de inşaat başlangıçlarında yüzde 23,5 civarında azalmaya işaret ediyor. Yine konut satışlarıyla bağlantılı bir diğer veri, beyaz eşya satışları. Yılın ilk 4 ayında beyaz eşya satışları yüzde 20 azaldı.
Yılın ilk çeyreğinin en olumlu verisi sanayi üretim artışıydı. İhracattaki artışın etkisiyle sanayi üretim yüzde 10'a yakın arttı. Ancak yine bu hafta açıklanan elektrik tüketim verisi, sanayi üretim verilerini tartışmalı hale getirdi. Yılın ilk üç ayında imalat sanayi üretimi yüzde 10 civarında artarken elektrik tüketimi sadece yüzde 3 arttı. Üretimde miktar artışından ziyade döviz ve emtia fiyatlarındaki artışın sonucunda değer artışı olduğu, üretim endeksine bu artışın yansıdığı düşünülüyor. Nitekim sanayi üretimde artmış görünen otomotiv, adet bazında aslında aynı seviyelerde üretim yaptı. Girdi fiyatlarındaki artış ve ürün kompozisyondaki değişim nedeniyle aynı miktarda ihracattan daha fazla gelir elde edildi. Elektrik tüketim verisinden hareketle sanayi üretim artışının da görünenin çok altında olduğu ve diğer çeyreklerde daralmaya dönüşebileceğini söylemek mümkün.
VARLIK FİYATLARI DÜŞÜYOR YA DA SERMAYE HIZLA DEĞERSİZLEŞİYOR
Uzun süredir gündemde olan Denizbank'ın satış fiyatı bugünün bir diğer haberi oldu. Sberbank'ın Emirates NBD'yle 3,2 milyar dolara anlaştığı açıklandı. Sberbank'ın 2013 yılında Denizbank'ı aldığı fiyat 3 milyar dolar civarındaydı. Aradaki 5 yılda Denizbank'ın büyümesi dikkate alındığında reel olarak alış fiyatından daha ucuza satıldığı söylenebilir. Kaldı ki 2017 sonunda Denizbank'a ilişkin hesaplamalarda telaffuz edilen değer 5,5 milyar dolar civarındaydı. Bankacılık sektörü ortalamasından ayrışan bir kredi portföyü olmadığı tahmin edilen Denizbank'ın satış fiyatı hem bankacılık sektörünün durumuna ilişkin bir ölçüt hem de genel olarak Türkiye'deki "varlık fiyatları"na ilişkin bir emsal oldu. Sermayenin bir bölümünün "yüzdürülmek" yerine elindekinin değeri iyice düşmeden satış eğilimine girmesi de beklenebilir.
SERMAYE BATAR MI?
Sanayi şirketlerinin, özellikle de ihracatçı sektörlerdeki şirketlerinde, 1994 ve 2001 krizlerinden farklı olarak bu dönem üretim kapasiteleri üst seviyelerde. 1994 yılında AB ile Gümrük Birliği sürecine hazırlık kapsamında otomotiv ve tekstilde yeni kapasite artışı yapılmıştı. 2001'de de Ford yatırımı başta olmak üzere otomotiv sektöründe büyük bir yeni kapasite devreye alınmıştı. Bugüne bakıldığında otomotiv, beyaz eşya, elektrikli teçhizat gibi sektörlerde ek yeni kapasite artışı olmadığı görülüyor. Söz konusu sektörlerde iç pazardaki daralmayı telafi edecek bir ihracat sıçraması gerçekleştirme ihtimali düşük. Ayrıca finansal zorluk yaşayan ve sayılarının hiç düşük olmadığı tahmin edilen şirketlerin bir bölümünün üretimde aksamalara yol açması da olası.
Bankalar haricindeki özel sektör borcunun yüzde 84'ü 2 bin civarında şirkete ait. Bu şirketlerin önemli bir bölümü üretim şirketleri. 2014'ten bu yana sadece döviz kuru dalgalanmaları değil petrol fiyatları başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki dalgalanmaların da bu şirketlerin borçluluklarının ve risklerinin artması, rekabet güçlerinin azalmasına neden olduğu saptanıyor. Eski Hazine Müsteşarlığı Kamu Finansmanı Genel Müdürü Hakan Özyıldız "Piyasa koşullarında batması gereken şirketlerin batmasına izin verilmediği"ne işaret ediyordu.
Uzun süredir sermaye batışı kamu kaynaklarıyla doğrudan ya da dolaylı finanse edilerek önleniyor. Konut, beyaz eşya vb tüketim teşviklerinden istihdam teşviklerine, KGF düzenlemesine her yıl artan bir şekilde kamu müdahalesiyle desteklenen şirketlerin yüzdürülmesi gün geçtikçe zorlaşıyor. Peki sermaye batar mı? Evet sermaye batar. Ama istisnasız tüm örneklerde faturası emekçilere ödetilmeye çalışılır.
Türkiye'de 1994 ve 2001 krizleri, dünyada 2008 krizi başta olmak üzere çeşitli örnekler, sermaye batışlarının bedelinin iki yolla emekçilere ödetildiği görülen örnekler. Batan şirketlerde çalışan emekçilerin işsiz kalması ve batan şirketlerin borçlarını kamunun üstlenmesi düzenin, düzen partilerinin "kriz reçeteleri"nin özünü oluşturur.
Bugün bankalarla ekonomi yönetiminin ortak yürüttüğü ve adını tam olarak koymadıkları "kurtarma operasyonu" 2001'de sermaye borçlarının yeniden yapılandırılmasına yönelik "İstanbul Yaklaşımı" sürecinin onlarca katı büyüklüğünde olabilir. Bankacılık dışı özel sektör dış borcu 2002'de 43 milyar dolar seviyesindeydi 2017 sonunda 160 milyar dolara ulaştı. Yurtiçinde kullanılan banka kredileri de 2002'de 20 milyar dolar civarından 400 milyar doların üzerine çıktı.
Milli gelir yani toplam üretim artışının bu oranların çok altında olduğu düşünüldüğünde sermayenin, kamu eliyle yeni yağma alanları yaratılacağını duyulan güvenle borçlandığı anlaşılabilir. Toplam borç yükünün büyüklüğü ve sürdürülemezliğine yıl başından bu yana kurdaki artıştan 75-100 milyar lira eklendi. Buna maliyet artışları ve enflasyon etkileri, parite zararları da eklenebilir. Bu noktada borcun GSYH'ya oranı gibi rakamlar anlamını yitiriyor. Uluslararası sermaye kuruluşları da Türkiye'nin riskine dikkat çekerken bunun fazlasıyla farkında. Eldeki altyapıyla mevcut şekilde devam ederek ne yapılırsa yapılsın borçların ödenemeyeceğini görüyorlar.
Uluslararası sermaye ve büyük sermaye için çöküş ya da "sermaye değersizleşmesi"nin karşılığı batan şirketlerin el değiştirmesi, yatay ya da dikey entegrasyonun, tekelleşmenin artması anlamına geliyor. Her kriz dönemi aynı zamanda Türkiye'de sermayenin tekelleşmesi ve yabancı sermaye payının artışıyla çıkılması sonucunu verdi. Düzen partileri başta olmak üzere düzenin tüm aktörleri bir yıkımın sonuçlarını işsizlik, yoksullaşma ve her tür toplumsal tahribat olarak emekçilere ödetebileceklerine güveniyor. Hem bu güven hem de yıkımın büyüklüğü hep birlikte üç maymunu oynamalarına yol açıyor. Düzenin temsilcilerinin sessizliği suç ortaklığından kaynaklanıyor. Ekonominin emekçilerin üzerine çökmesi için herkes üzerine düşeni yapıyor.