'Tayyip Erdoğan mı, devlet mi hasta?..'
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, bugünkü 'Erdoğan mı, devlet mi hasta?' başlıklı yazısında Erdoğan'ın FOX TV açıklamalarını değerlendirdi.'İşin aslını kimse açıklamıyor'
Gazeteci-yazar Barış Terkoğlu, 'Erdoğan mı,
devlet mi hasta?' başlıklı yazısında Erdoğan'ın FOX TV açıklamalarını
değerlendirdi...
İşte Barış Terkoğlu'nun o yazısı:
İnsülin hormonu, midenin arkasındaki pankreastan salgılanıyor. Yediğimiz
besinler sindirimle parçalanıyor, şeker moleküllerine dönüşüyor. Vücut
denilen ülkenin yazılı emri gibi, insülin ile kandaki şeker,
hücrelerimize giriyor. Normalden az salgılanırsa kan şekeri yükseliyor,
çok salgılanırsa düşüyor. Şeker hastalığı diyoruz. İnsanın en küçük
parçasıyla bütünü arasındaki bozulmayı yine insülin tedavi ediyor.
Geçen hafta Erdoğan ABD’deydi. Gitmeden önce havaalanında basın
toplantısı yaptı. Tam televizyonun sesini kısıyordum ki birden sesi
duydum. “FOX haber muhabiri” diye başladı.
Çok makul, hatta Erdoğan’ın
olan biteni açıklamasına yardımcı olacak bir soru sordu: “Arifiye’deki
Tank-Palet Fabrikası konuşulmaya devam ediyor. Kılıçdaroğlu’nun gizli
kararname çıkarıldı diye bir iddiası var.
Hem bu iddiayı hem de gelinen
son noktayı size sormak isterim.”
Muhabir yorum yapmamış, Kılıçdaroğlu’nun iddiasını aktarmıştı.
Erdoğan’ın birbirine kenetlenmiş elinin başparmağı ileri geri oynamaya
başladı. Derin nefes aldı. “Bakın, size çok açık bir şey söyleyeceğim”
dedi.
Tam o sırada yanımdaki arkadaşım “şeker” diye bağırdı. 29 Nisan 1998’de
Medical Park Hastanesi’nde Erdoğan’a tahlil yapılmış, 70 ile 115
arasında olması gereken açlık kan şekeri 159 çıkmıştı. Diğer
hastalıkları bir yana, Erdoğan’a o gün “şeker hastası” teşhisi konuldu.
Zaman zaman sinirlenmesi de, kimi bitkin görünmesi de medyada “şeker”in
iniş çıkışına bağlandı.
Erdoğan FOX’a neden patladı?
Arkadaşımın kastettiği buydu. Erdoğan ona göre “bir anda” sinirlenmişti.
Gerçekten de Cumhurbaşkanı “açtı ağzını, yumdu gözünü”. “FOX TV’yi
yalan medya olmaktan çıkarın. Bir defa dürüst olun” diye başladı.
Sert
bir konuşmadan sonra tekrar FOX TV’ye döndü ve stratejik bir cümle
kurdu: “Murdoch sattı burayı, dedik ‘herhalde buranın havası değişir’,
ama hiçbir şey değişmedi.” İşaret ettiği, Disney Grup’un 2 yıl önce
FOX’u 60 milyar dolara satın almasıydı. Belli ki eğlenceyle anılan,
haber ve spordan uzak duran Disney’in FOX TV’deki gazetecilerin işine
son vermesini bekliyordu. Beklediği olmamıştı.
Arkadaşım “demiştim” dedi. Ama ben pek öyle düşünmüyordum. Neden mi?
Cumhurbaşkanı’nın toplantılarına her gazeteci katılamıyor. Akreditasyon
gerekiyor. FOX TV muhabiri neyse ki bu toplantıları izleyebiliyor. Peki,
her katılan istediği soruyu sorabiliyor mu? Tabii ki hayır. Toplantıdan
“yeteri kadar süre önce” sorular yazılı olarak Cumhurbaşkanlığı
İletişim Başkanlığı temsilcisine iletiyor. Kimi zaman “şu da sorulsalar”
da araya karışıyor.
Seçim yapan Cumhurbaşkanlığı, kimlerin soracağını
belirliyor. Beklenen sorularla basın toplantısı gerçekleşiyor. Erdoğan
da hazırlıklı olduğu sorulara fevri olmayan yanıtlar veriyor.
Kısacası, ortada “şekerlik” durumu yok. Cumhurbaşkanı’na pek de soru
sormasına müsaade edilmeyen FOX TV muhabirine bu kez izin verildi.
Cumhurbaşkanı “şeker”siz yanıtını verdi. Tam da ABD’ye giderken, merkezi
ABD’de bulunan, yakın zamanda el değiştirmiş bir kanalın muhabirini
fırçaladı. Değişmeyen “havadan” şikâyet etti.
ABD’de FOX’un yeni sahipleriyle “havalar” meselesi konuşuldu mu?
Şimdilik bilmiyoruz. Ama Erdoğan çok stratejik bir adım atıyor. Yazılı
sorular ona yardımcı oluyor.
İmamoğlu nasıl ‘çağrılmadı’?
Geçen cuma ise bir başka kriz yaşadık. Perşembe günü İstanbul 5.8’lik
depremle sallanmıştı. Aynı gün İstanbul’da devletin ileri gelenleri
deprem hazırlıkları için toplantı yapmıştı. Belediye Başkanı İmamoğlu da
katılmıştı. İmamoğlu aynı akşam Habertürk’te “Bugün faydalı bir
toplantı yaptık, değerli Cumhurbaşkanı Yardımcımız Fuat Oktay
başkanlığında bir simülasyon gibi” demişti. Cuma, yani ertesi gün bu
uyum krize dönüştü.
AFAD merkezindeki Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) Toplantısı’nda
Cumhurbaşkanı Yardımcı Fuat Oktay vardı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu
vardı, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya vardı, hatta birlikleri şehir
merkezinden çıkarılan 1. Ordu Komutanı bile vardı. Ama İstanbul’un
belediye başkanı yoktu. Muhalefet İmamoğlu’nun çağrılmadığını iddia
ederken, iktidar yanlıları “çağrıldı” dedi.
Türkiye, depremi konuşmayı
bıraktı. Devleti yöneten siyasetin muhalefetle kavgasını tartışmaya
başladı.
Gazeteciler, o gün hem valiliğe hem de belediyeye TAMP toplantısına
çağıran yazılı belge sordular. Ortada öyle bir belge yoktu. İşin aslını
da kimse açıklayamıyordu.
Bir gün önce, İmamoğlu’nun da katıldığı
toplantı bittiğinde, sözlü olarak “bundan sonra depremle ilgili teknik
çalışma yapacak birimlerin” katılması istendi. “Sen değil, yöneticilerin
gelsin” deniyordu. Nitekim öyle de oldu. İmamoğlu yerine belediyenin
afetle ilgili hazırlık yapan yöneticileri toplantıya gitti.
İmamoğlu’nun, “Dün davet edildiğim yerdeydim, devletimin davet ettiği
her yere koşa koşa giderim” diyerek kastettiği buydu.
İkinci gün için
Belediye Başkanı’na davet yoktu. Valilik “davet edilmedi” iddiasını
yalanladı. Ama belediyeye yapılan bir yazılı çağrı ortada yoktu.
“Katılımcılar orada bilgilendirildi” deniyordu.
Valilik açıklamasından sonra İmamoğlu ile Vali bu kez telefonla görüştü.
Vali, “Toplantıda söyledik, kimseyi çağırmadık” dedi. İmamoğlu ise
“Beni çağırmadınız” diyordu. Önceki günkü toplantıda olmayan bakanları
hatırlatıyor, “1. Ordu Komutanı içine doğup mu geldi” diye soruyordu.
İmamoğlu’na çağrı yapılmadığı gibi, özel kalem müdürü bile aranıp davet
edilmemişti.
Cumhurbaşkanı’na soru sormayı yazılı kurala bağladık.
Binlerce canımızı
ilgilendiren deprem toplantısını ise “toplantıda söyledik duymadın mı”
diye yapıyoruz.
Yazılı belgeler devletin insülinidir. Kuralları, yazıyla hücrelerine
nüfuz eder. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devlet hep yazılı arşiv tuttu.
Yüzlerce yıllık arşivi Cumhurbaşkanı’na bağlayıp, Sultanahmet’ten
Kâğıthane’deki derenin kenarına taşıdık. Tarihi arşivi göz göre göre su
basarken, biz yazılı belgeyle çalışmayı unuttuk. Bu şekilde istediğimiz
zaman kriz çıkarıyor, sonra kriz yokmuş gibi yapabiliyoruz.
Erdoğan’ın şeker hastalığını hep konuşuyoruz da, galiba devlet şeker
hastası oldu.