İki yılda 78 şirkete verilen 143,1 milyar liralık 160 ihaleye birden bakın...
Kamu İhale Kanunu artık bütünüyle bir ‘hırsızlık yasası’na dönüşmüş durumda. Tek tek örnekleri boş verin; üç cümlelik değişiklik sayesinde iki yılda 78 şirkete verilen 143,1 milyar liralık 160 ihaleye birden bakın...
Bu soygun ancak romanlarda olur!
Taşralı bir fırsatçının anlatıldığı Eugenie Grandet, Balzac’ın en sevilen romanı sayılır. Aşk ve cimrilik üzerine olmasına rağmen esas cazibesi, hızlı bir zenginleşme hikâyesi anlatmasından gelir. Romandaki muhteşem bir diyalog, alınterinin okyanusta ancak bir damla kadar yer tuttuğu servetlerin nasıl elde edildiğini su gibi özetler. Satmak için kavak ağacı ekmeyi düşünen Grandet yardımcısının itirazını dinlemez; “Irmağa dikeriz onları, hükümetin sırtından beslenirler” der. Böylece herkesin kullanımına açık kamusal bir kaynak (ırmak) gürül gürül akarken, tek hamleyle özel mülkiyetin besin zincirine eklenmiş olur.
“Moliere cimriyi yarattı, ben açgözlüyü” diyen Balzac, tüm romanlarında alınteriyle açıklanamayacak her servetin altında mutlaka hile, düzenbazlık ve soygun yattığını gösterir bize. İşaret ettiği şey özel bir hırsızlık türüdür. Devletin kendisi hırsızlığın parçası olmuştur. Yasaların, hükümet kararlarının, iş sözleşmelerinin mahareti, herkesin hayrına kullanılabilecek milyarların bir açgözlünün cebine inmesini sağlamaktır.
Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi…
Düpedüz Balzac karakterlerinin esiri olmuş haldeyiz. Her biri bir büyük
romanın konusu olabilecek zenginleşmelere gündelik olarak tanık
oluyoruz. Ortada ayarı bozulmuş, tamir gerektiren bir sistem yok;
yasayla yasadışılığın içi içe geçtiği muntazam işleyen hibrit bir makine
var. Toplumun pençesinden kurtarılması icap eden, rejimin kendisi
haline gelmiş, daima servet üreten bir canavar.
Tam adı İhale
Kanunu. “Şu yasadışı, o kanuna uygun” diyerek tasnif edilecek sınırı
çoktan aşmış, bir ‘halk düşmanı yasa’ haline gelmiş artık. Dolayısıyla
gelecek nesilleri de yutan bir yıkımı önlemenin yolu, tek tek ihaleleri
kurcalamaktan geçmiyor maalesef. Doğrudan yasanın kendisini çöpe atmak,
kamu yararını yeni baştan tanımlamak şart. Neden mi?
Bakın
Meclis’ten gayet ‘demokratik’ yollarla geçirilmiş birkaç cümlelik
değişiklikle, milyarlarca liralık kamu kaynağının adresi nasıl
belirlenebiliyor.
***
İhale Kanunu’nda üzerine epeyce
konuşulan konu meşhur 21/B maddesi. Hani normalde olağanüstü hallerde,
acil mal ve hizmet alımlarını kapsaması gerekirken, iktidarın istediği
şirketi çağırıp ihale dağıtmasının aracına dönüşmüş olan madde.
Türkiye’de bütün bir siyasi rejim bu madde üzerine inşa edildi denilse
yeridir. Onlarca şirketi, yüzlerce taşeronu ve koca bir partiyle
bürokrasisini besleyen paranın ana kaynağı burası.
İlk önemli
değişiklik 20 Kasım 2008’de yapıldı. Maddeye “b, c ve f bentlerinde
belirtilen hallerde ilan yapılması zorunlu değildir. En az üç istekli
davet edilerek teklif vermeleri istenir” cümlesi eklendi. Malum,
sonrasında 5’li çetenin yükselişine, mega projelere filan tanık olduk.
Ama aynı zamanda siyasi bir dönüşüme de.
İkinci kritik
değişiklik ise 10 yıl sonra, ülkede kriz patladığı günlerde, 16 Mayıs
2018’de oldu. Maddeye, “yapım tekniği açısından özellik arz eden veya
yapı veya can ve mal güvenliğinin sağlanması açısından ivedilikle
yapılması gerekliliği idarece belirlenen hallerde” cümlesi iliştirildi.
Zaten 2008’de kanunda yapılan oynama sayesinde iktidar ihaleleri
istediğine rahatça verirken, niye böyle bir değişikliğe ihtiyaç duydu
peki?
Çünkü hırsızlık malının servete dönüşebilmesi için
hukukun büyülü elinin bir şekilde değmesi gerekir. Öteki türlüsü adi
suçtur zaten. Değişikliğin amacı, “yapım tekniği açısından özellik arz
eden” cümlesiyle demiryollarını yeni rant kapısına çevirmekti.
Devamındaki “can ve mal güvenliği” cümlesi ise inşaatçıların yarım
bıraktığı, yağış vb. nedenle çöken yollardan, tünellerden bir kez daha
kar etme arzusunun tek kalemde ‘yasallaştırılması’ydı. Arada kavakları
da ırmağa dikmiş oldular yani.
Değişiklikten sonraki iki yılda
160 ihale, 78 şirkete dağıtıldı. Toplam bedel tam 143 milyar 120 milyon
425 bin 682 lira. İştah açıcı pastadan 5’li çeteye düşen pay şöyle: 15,4
milyar lira Kalyon, 7,9 milyar lira Kolin, 3,5 milyar lira Cengiz, 2,4
milyar lira Limak, 1,6 milyar lira Makyol. İhalelerin yükselen
yıldızları ise şunlar: 28,3 milyar lira Taş Yapı, 17,3 milyar lira
Doğuş, 16,1 milyar lira Yapı ve Yapı, 4,2 milyar lira Özaltın.
Bunlar dile kolay yazılıyor lakin, her gün makinenin aksamadan tıkır
tıkır işlediğini düşünün. Yolsuzlukla, usulsüzlükle tarif edilemeyecek
kadar güçlü bir kara delik yaratıldı. Yoksulluğun yayılmasının da despot
rejimin güçlenmesinin de; adaletsizliğin, çürümüşlüğün, yozlaşmanın baş
müsebbibi de işte bu dizginsiz servet transferidir. Ve servetin
yasallaştırılmasının yolu mutlaka küçük bir yasadışı dokunuş gerektirir.
İşin yasadışı kısmına gelelim öyleyse...
Değişiklikler sonrasında yapılan bütün ihalelerin içinde sadece bir
tanesi Danıştay’ın önüne geldi. O da Özaltın İnşaat’a verilen bir yol
ihalesiydi. Davayı açan, kamuoyunun adını duymadığı bir asfalt
şirketiydi. 2021 yılında Danıştay ihalenin iptal edilmesi yönünde karar
verdi. Gerekçe neydi biliyor musunuz? 21/B’de yapılan değişiklikte yer
alan “can ve mal güvenliği” gerekçesiyle sunulan “aciliyet” şartına
uygun bulmaması. İş bitirilme süresi 900 gün olan ihalenin, ne tür bir
“aciliyet” taşıdığına anlam verilememişti. Oysa 78 şirkete pay edilen o
160 ihalenin tamamında aynı şart bulunuyordu. Geçmiş 15 yılda
verilenleri saymıyoruz üstelik.
Özetle Danıştay kanunsuz olan
bir işi vurgularken, aslında kanunun bizatihi yolsuzluğu üreten
mekanizmanın kendisi olduğunu, bir ‘hırsızlık kanunu’ haline geldiğini
söylüyor. Haliyle hırsızı yakalamak yetmiyor, hırsızı üreten makineyi de
paramparça etmek lazım. Aksi halde taşralı fırsatçı gider yerine
borsada zenginleşme hevesindeki kentli spekülatör gelir, o kadar.
Bahadır Özgür / Birgün