"Kararlara imza atanları hedef almanın hiçbir faydası yok"
Laiklik vurgusu yapan Arslan, Namık Kemal'in "Adaletin olmadığı yerde devletin payesi veya gücü arşa çıksa bile bir gün yerle bir olur" dizelerini okudu...
AYM Başkanı Zühtü Arslan, Erdoğan'ın yüzüne bakarak konuştu: "Kararlara imza atanları hedef almanın hiçbir faydası yok"
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan,
“Kararları eleştirmek yerine kararlara imza atanları hedef alan, insaf
ve izanla bağdaşmayan, son tahlilde kişisel ve kurumsal itibarı
zedelemeye yönelik ithamların da hiçbir faydası yoktur” dedi...
Arslan
konuşmasında laiklik vurgusu da yaptı.
Anayasa Mahkemesi'ndeki törene Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep
Tayyip Erdoğan, Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı Kemal
Kılıçdaroğlu, AKP Genel Başkanvekili Binali Yıldırım ve yüksek yargı
organ başkanları katıldı.
Arslan, konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
"Bu yıl cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutluyoruz. Bu nedenle,
düzenlediğimiz sempozyumun konusunu 'Yüzüncü Yılında Cumhuriyet ve
Anayasa Yargısı' olarak belirledik. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi
kararlarından hareketle cumhuriyetin anayasal kimliği üzerine bazı
değerlendirmeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle belirtmek gerekir ki her Anayasa'nın zaman ve mekân içinde
oluşan, gelişen ve yaşayan bir kimliği vardır.
Bir milletin geçmişi ile
bugünü arasındaki etkileşim, kırılmalar ve süreklilikler bu kimliğin
şekillenmesinde etkili olmaktadır.
Başka bir ifadeyle anayasal kimlik başta anayasayı yorumlamak ve
uygulamakla görevli anayasa mahkemeleri olmak üzere hukuksal ve siyasal
aktörlerin kararlarıyla şekillenmekte, toplumsal ihtiyaçlar ve
gelişmeler dikkate alınmak suretiyle sürekli yenilenmektedir.
Bu bağlamda Türk Anayasa kimliğinin en belirleyici niteliği hukuk
devletidir. Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2. ve 14. maddelerini
birlikte okuduğumuzda cumhuriyetin diğer vasıflarının aynı zamanda hukuk
devletini nitelediklerini görürüz.
Buna göre Türkiye Cumhuriyeti, millî egemenliğe, kuvvetler ayrılığına,
adalete ve insan haklarına dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devletidir. Esasen Anayasa'nın kalan kısmı bir anlamda bu cümlenin,
hatta hukuk devleti ilkesinin açıklaması mahiyetindedir.
Anayasa Mahkemesi de hukuk devletini Anayasa'nın ana ilkesi olarak
belirlemiştir. Mahkemeye göre, hukuk devleti anayasanın tüm maddelerinin
yorumlanması ve uygulanmasında göz önünde bulundurulması zorunlu olan
bir ilkedir.
Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda sosyal bir hukuk devletidir.
Asırlar
önce büyük mütefekkir Fârâbi, erdemli ya da ideal devletin insanın
mutluluğunu sağlayan devlet olduğunu belirtmiştir.
Anayasa’nın 5. maddesi uyarınca kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak, bu amaçla sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaşmayan engelleri kaldırmak devletin görevleri
arasındadır. Anayasa Mahkemesi'ne göre de kişilerin refah ve mutluluğunu
sağlamaya yönelik olarak sosyal devletin herkes için insan haysiyetine
yaraşır asgari bir hayat düzeyini gerçekleştirmesi gerekmektedir.
2010 Anayasa değişikliğiyle hukuk sistemimize giren bireysel başvuru,
insan haklarına dayalı hukuk devletinin daha etkili şekilde hayata
geçirilmesine hizmet etmektedir.
Bu kapsamda bireysel başvurunun on yılı
aşan uygulaması, cumhuriyetin niteliklerinin hak eksenli bir yaklaşımla
yorumlanmasına çok önemli kakılar yapmıştır.
Bu katkının en bariz örneğini laiklik ilkesinin yorumunda bulabiliriz.
Anayasa Mahkemesi kararlarında bu ilkenin hâkim olduğu bir hukuk
düzeninde dinî tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzının
devletin müdahalesi dışında, ancak koruması altında olduğu
belirtilmektedir.
Mahkememiz, hak eksenli laiklik yorumuyla, bir yandan avukatın başörtülü
olduğu için duruşma salonundan çıkartılmasını, diğer yandan da
gayrimüslim bir azınlık cemaatinin dinî liderinin seçimine devlet
tarafından müdahale edilmesini din özgürlüğünün ihlali olarak görmüştür.
Öte yandan Anayasa Mahkemesi sıklıkla demokratik hukuk devleti terkibini
kullanarak günümüzün geçerli demokrasi anlayışı olan anayasal
demokrasiye vurgu yapmaktadır. Anayasa’nın Başlangıç kısmında
egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu, ancak egemenliği
millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi veya kuruluşun
hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeninin
dışına çıkamayacağı belirtilmiştir.
Kuşkusuz hürriyetçi demokrasinin gereklerinden biri ve belki de en
önemlisi temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmasıdır.
'Demokratik anayasanın temeli özgürlüktür' sözüyle Aristoteles bundan
yaklaşık 2 bin 500 yıl önce demokratik rejimlerin yönünü belirlemiştir.
Bilindiği üzere, demokratik anayasalar esas olarak özgürlükleri korumak
amacıyla, egemenliği kullanan güçlerin ayrılmasına ve
sınırlandırılmasına yönelik anayasal ilke ve kurallara yer vermişlerdir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı gibi, anayasada yer
verilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin gayesi yetki aşımlarının ortaya
çıkmasını ve temel hakların ihlal edilmesini engellemektir.
Cumhuriyetin, herkesin eşit ve özgür bireyler olarak kendilerini ait
hissettikleri demokratik bir hukuk devleti olarak yoluna devam etmesi
hepimizin ortak hedefidir. Bu hedefin tam olarak gerçekleşmesinin biri
toplumsal, diğeri de hukuksal ve siyasal düzlemde olmak üzere iki temel
şarta bağlı olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle toplumsal düzeyde bizim gibi olmayanlarla, bizden farklı
düşünen ve yaşayanlarla sağlıklı bir ilişki kurmak durumundayız.
'Öteki'
olarak gördüklerimizin ontolojik varlığını kabul etmedikçe bu sağlıklı
ilişkiyi kurma imkânı da yoktur. Kendimize hak gördüğümüzü 'öteki'ne de
hak görerek, adaleti ve özgürlüğü sadece kendimiz için değil başkaları
için de isteyerek, farklılıklarımızla bir arada yaşamanın iklimini hep
birlikte oluşturmak zorundayız.
Diğer yandan, demokratik cumhuriyetin geleceği hukuksal ve siyasal
düzlemde kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve bu kapsamda yargı
bağımsızlığının tam manasıyla hayata geçirilmesine bağlıdır. Belirtmek
gerekir ki, hangi hükûmet sistemi benimsenmiş olursa olsun, demokratik
anayasalarda yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyacak özel
düzenlemelere yer verilmiştir.
Anayasamızın, 'Mahkemelerin bağımsızlığı' kenar başlıklı 138.
maddesinde, hâkimlerin vicdanî kanaatlerine göre karar verecekleri,
yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere -tavsiye ve
telkinde bulunmak dâhil- hiçbir surette müdahale edilemeyeceği ve
mahkeme kararlarının geciktirilmeksizin yerine getirileceği
belirtilmektedir.
Bu hâliyle 138. maddeye demokratik hukuk devletinin
sigortası diyebiliriz.
Bu maddeyi yorumlayan Anayasa Mahkemesi'ne göre, yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığı hâkimin çekinmeden ve endişe duymadan, herhangi bir dış
etki altında kalmadan, tarafsız tutumla ve özgürce karar verebilmesini
gerektirmektedir. Bu da, hâkimler için coğrafi teminat gibi birtakım
anayasal ve yasal güvencelerin yanında, sağlam bir kişilik ve
kirlenmemiş bir yargısal vicdanla mümkündür.
Esasen anayasal kimliğin birçok unsuru gibi yargı bağımsızlığı ve
tarafsızlığı ilkesi de yeni değildir.
Sözgelimi ilk anayasamız olan
Kanun-i Esasî’deki 'Mahkemeler her türlü müdahelâttan azadedir' (m.86)
hükmüyle yargı bağımsızlığı teminat altına alınmıştır.
Meşrutiyet döneminde bu hükmün uygulamasını bizzat yaşayarak gören
kişilerden biri Namık Kemal’dir.
Ünlü şair, yazılarında devletin
devamının ve halkın bahtiyar olmasının yolunun adaletten geçtiğini ifade
eder. Örneğin bir şiirinde şöyle der: 'Bulunmazsa adalet milletin
efrâdı beyninde, Geçer bir gün zemîne arşa çıksa pâye-i devlet.'
Kısacası, adaletin olmadığı yerde devletin payesi veya gücü arşa çıksa
bile bir gün yerle bir olur.
Namık Kemal adaletin sağlanmasının birinci şartının yargı bağımsızlığı
ve hâkim teminatı olduğunu belirtmiş, ancak adaletin aslında söylem
değil bir eylem meselesi olduğunu tutuklu yargılandığı bir davada
tecrübe etmiştir. Bunu ona öğretecek olan da, birkaç yıl önce yazdığı
mektupta kendisinden 'nebbâş' yani 'mezar soyguncusu' diye bahsettiği
İstinaf Mahkemesi Başkanı Abdüllatif Suphi Paşa’dan başkası değildir.
Duruşma yoğun bir ilgi altında gerçekleşmiştir. Yapılan telkinlerin de
etkisiyle, başta Namık Kemal olmak üzere hemen herkes mahkûmiyet kararı
beklemektedir.
Ancak, beklenenin tersine, Namık Kemal’i hürriyetine
kavuşturan bir karar verilmiştir. Kızı bu kararı verirken korkup
korkmadığını sorduğunda, Mahkeme Başkanı Suphi Paşa tüm zamanların
hâkimlerine unutulmaz bir ders niteliğinde olan şu cevabı vermiştir:
'Yarın Hünkârın da, benim de huzuruna çıkacağımız bir hâkim vardır ki,
yalnız ondan korkarım!'
Anayasal kimliğimizi oluşturan tüm bu ilke ve değerlerin en büyük
güvencelerinden biri bağımsız ve tarafsız yargıdır. Bu nedenle,
demokratik hukuk devleti olarak cumhuriyet bizden yargı alanında da
Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle 'fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür'
yargı mensupları ister.
Diğer yandan, bireysel başvuru gibi cumhuriyetin hukuk alanındaki
kazanımlarını ve insan haklarına dayanan devlet olma niteliğini korumak
için egemenliği kullanan kurumların işbirliği içinde olması bir
zorunluluktur. Nitekim Anayasa Mahkemesi'ne göre, kuvvetler ayrılığı
ilkesi erklerin birbirleriyle bağlantısız bir şekilde çalışmalarını
değil aksine Anayasa’nın Başlangıç kısmında belirtildiği üzere 'medeni
bir iş bölümü ve işbirliği' içinde çalışmalarını gerektirmektedir.
Kurumsal 'iş birliği', bilhassa bireysel başvurunun etkili bir hak arama
yolu olarak varlığını devam ettirmesi ve temel hakların daha iyi
korunabilmesi bakımından hayati derecede önemlidir.
Zira işbirliği
yoluyla bireysel başvurunun objektif etkisi hayata geçirilmediği
takdirde, artan başvuru sayısını azaltmak ve ihlalleri önlemek mümkün
olmayacaktır.
Her vesileyle belirttiğimiz üzere, bireysel başvuruyu başarılı şekilde
uygulamanın en etkili yolu ihlallerin kaynağını kurutmaktır. Bunun için
Anayasa Mahkemesi'nce ihlale neden olduğu tespit edilen kanun
hükümlerinin, idari veya yargısal kararların süratle ortadan
kaldırılması, bu suretle yeni ihlallerin önlenmesi gerekmektedir.
Bu noktada ifade etmek gerekir ki, Anayasa Mahkemesi hem norm
denetiminde hem de bireysel başvuruda kendisine verilen görevleri yerine
getirirken Anayasa ile çizilen yetki haritasının dışına çıkmamaya özen
göstermektedir.
Bu anlamda mahkememiz ne yargısal aktivizme tevessül
etmekte ne de anayasal ve yasal yetkilerini kullanmaktan imtina ederek
kendini sınırlamaktadır.
Hiç kuşkusuz, tüm yargı kararları gibi, Anayasa Mahkemesi kararları da
eleştirilebilir. Dahası eleştirilmelidir, zira eleştirinin olmadığı
yerde yargısal içtihadın gelişmesi mümkün değildir. Bu bağlamda,
kararlarımızı okuyup analiz eden ve böylece bize ayna tutan
eleştirilerden faydalanıyoruz. Bunu yapanlara da gerçekten müteşekkiriz.
Bununla birlikte, özellikle bireysel başvuruda verilen kararları içtihat
bütünlüğünden soyutlamak suretiyle bunlarla ilgili olarak yüzeysel
şekilde yapılan genellemelerden fayda sağlanmayacağını bilmek gerekir.
Aynı şekilde, en hassas ve teknik konulara dair kararları bile 140
karakterle yorumlamaya çalışanların da temel hakların korunmasına
yönelik içtihadın gelişimine herhangi bir katkısı olamamaktadır.
Ayrıca, kararları eleştirmek yerine kararlara imza atanları hedef alan,
insaf ve izanla bağdaşmayan, son tahlilde kişisel ve kurumsal itibarı
zedelemeye yönelik ithamların da hiçbir faydası yoktur. Aksine, Anayasa
Mahkemesi'ne yapılan ağır saldırılar nihayetinde toplumun yargıya
güvenini sarsarak en fazla demokratik hukuk devletine ve onu korumakla
görevli olan başta yargı olmak üzere tüm kurumlara zarar vermektedir.
Bu vesileyle, her türlü olumsuzluğa ve zorluğa rağmen, büyük bir
fedakârlıkla görev yapan başkanvekillerimize, üyelerimize,
raportörlerimize ve tüm çalışanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.
Emeklilerimizden geçtiğimiz dönem içinde vefat edenlere Allah’tan
rahmet, hayatta olanlara da sağlık ve afiyet temenni ediyorum. Ayrıca
şubatta yaşanan Kahramanmaraş depremlerinde vefat edenlere Allah’tan
rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı diliyorum.
Son olarak, kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlediğimiz sempozyumun
başarılı ve verimli geçmesini temenni ediyorum. Oturum başkanlarına, tüm
konuşmacılara, katılımcılara ve sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen
herkese katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Bu duygu ve
düşüncelerle, törenimizi teşriflerinizden dolayı hepinize bir kez daha
şükranlarımı sunuyor, sağlık ve afiyet diliyorum."
BAHÇELİ VE ERDOĞAN HEDEF ALMIŞTI
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, HDP'nin Hazine yardımı blokesini
kaldıran Anayasa Mahkemesi'ni (AYM) hedef almıştı. Kararın "hukuk
skandalı" olduğunu söyleyen Bahçeli, "AYM'nin bölücü terör örgütünün
arka bahçesi olması beka ve güvenlik sorunu olduğu kadar adalet ve hukuk
katlidir" demişti.
Recep Tayyip Erdoğan da, 2016 yılında Anayasa Mahkemesi'nin tutuklu
gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği tahliye kararı için
"Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o
kadar ama onu kabul etmek durumunda değilim. Karara uymuyorum, saygı da
duymuyorum" demişti.