Dinci Faşistler tarafından alçakça katledilmesinin 32. yıldönümü..
Uğur Mumcu Türkiye için öldürüldü!
Emre KONGARSevgili okurlarım, bugün Uğur Mumcu’nun Emperyalistlerce desteklenen Dinci Faşistler tarafından alçakça katledilmesinin 32. yıldönümü.Doğumu: 22 Ağustos 1942.
Alçakça katli: 24 Ocak 1993.
Değerli gazeteci, yazar, benim hem dostum hem de ideal arkadaşım Uğur Mumcu, Türkiye’yi bugünlerdeki karanlığa getirmek isteyenlerce öldürüldü:
Uğur’un katledilmesi, Emperyalistler ve onların uşakları olan Dinci ve Faşist teröristler tarafından, Türkiye’yi istikrarsızlaştırarak bugünkü yapıya taşımak için işlenen cinayetler serisinin zirve noktalarından biriydi.
Onun katillerini yakalayan dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Işık Kansu ile yaptığı söyleşide bu gerçeği bütün açıklığıyla anlatmıştı:
“Daha önce yetiştirilmiş, uyuyan örgütlerdi bunlar, bu operasyonla ortaya çıktı.
Özellikle İran’daki devrimden sonra, Türkiye’den oraya giderek yetiştirilen ve yıllar içerisinde Türkiye’de kullanılması için uykuya yatırılmış örgütlerdi bunlar.
Uyuyan örgütlerin içerisinde başörtüsü eylemine katılanlar çıktı.
Hatta, daha önce uykuya yatırılmış bir sürü örgütlerin olabileceği anlaşıldı.”
Özetle:
BUGÜNKÜ TÜRKİYE SİYASAL CİNAYETLERLE DÜZENLENDİ.
***
Uğur’a yapılan suikast, aslında Demokratik ve Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak için işlenen bir dizi cinayetin önemli bir parçasıydı.
Bu cinayetler iki ayrı dalgadan oluşuyordu:
Birinci dalga 1970’li yılların sonuna doğru başladı.
Bu cinayetler Demokratik ve Laik Cumhuriyete karşı yapılmıştı ama “sağ-sol çatışması” adı altında gizlendi.
Aralarında Doğan Öz, Bedrettin Cömert, Bedri Karafakioğlu, Abdi İpekçi, Ümit Doğanay, Cavit Orhan Tütengil ve Ümit Kaftancıoğlu gibi aydınların bulunduğu ilk dalgadaki katliam olayları, 12 Eylül 1980 darbesi ile bitti.
Çünkü ilk dalgadaki bu katliam:
Bütün sol düşünce ve örgütlenmeleri ve Laik Cumhuriyetten yana olan Atatürkçüleri (Kemalistleri) ezerek...
Zorunlu din derslerini Anayasa’ya, Cemaati de Devlet’e sokan...
Ülkeyi Emperyalizmin ve Dincilerin emrine veren...
Faşist 12 Eylül Askeri Darbesi ve 1982 Anayasası ile amacına ulaşmıştı!
Tam on yıl boyunca cinayet işlenmedi.
Fakat Atatürkçülere (Kemalistlere) yönelik cinayetler, 1980 darbesinin cesaretlendirdiği radikal dinci akımların güçlenmesiyle ve Emperyalizmin etkisiyle on yıl sonra yeniden başladı.
İkinci cinayet dalgası, doğrudan doğruya Atatürkçülere (Kemalistlere) yöneldi:
Muammer Aksoy, Ankara, 31 Ocak 1990.
Çetin Emeç, İstanbul, 7 Mart 1990.
Turan Dursun, İstanbul, 4 Eylül 1990.
Bahriye Üçok, Ankara, 6 Ekim 1990.
Uğur Mumcu, Ankara, 24 Ocak 1993.
Ali Günday, Gümüşhane, 25 Temmuz 1995.
Ahmet Taner Kışlalı, Ankara, 21 Ekim 1999.
Necip Hablemitoğlu, Ankara, 18 Aralık 2002.
Bu cinayetlere, 2 Temmuz 1993’teki Sivas Madımak Katliamı’nı, Kasım 2003’te İstanbul’da intihar saldırıları yoluyla yapılan Sinagog, HSBC Bank ve İngiliz Konsolosluğu bombalamalarını ve yine İstanbul’da 9 Mart 2004’te Kartal Mason Locası’na düzenlenen saldırıyı ekleyin, manzara bütün ciddiyetiyle ortaya çıkacaktır.
Bu dönemde, aralarında kendini “İslamcı feminist” diye niteleyen Gonca Kuriş de olmak üzere pek çok insanı katleden Hizbullah adlı dinci örgütün korkunç cinayetleri ön plana çıkmıştı.
Yakalanan sanıkların mahkemelerdeki ifadelerine göre, 1990’lı yıllara damgasını vuran cinayet dalgasının arkasında, hem İran’ın Türkiye’ye rejim ihraç planı hem de 12 Eylül dönemi askeri yönetimiyle, arkadan gelen Özal döneminin yarattığı, “İkinci Cumhuriyetçi” yeni siyasal ve kültürel ortam vardı.
Cinayetleri aydınlatan kişi ise İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’dı.
Tantan, bu faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasını bir görev edinmiş, özel çalışmalar yapmış ve tetikçileri yakalayarak adalete teslim etmişti.
Kendisini burada tekrar kutluyorum!
Ama Tantan’ın görev süresi, bu tetikçilerin arkasındaki azmettiricileri teşhir etmeye yetmedi.
Oysa yakalanan tetikçilerin ifadelerinden azmettiricilerin kimlerin olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Bu cinayetler, hem dünyada hem de Türkiye’de, Radikal Siyasal İslam uygulamalarıydı:
Birinci olarak, Laik ve Demokratik Rejimi savunanlara gözdağı veriliyor, Atatürkçü ya da Kemalist olanlar sindiriliyor, Demokratik Rejim’in tabanı yok ediliyordu.
İkinci olarak, bu değerli insanların toplumsal ve siyasal liderlik işlevleri sona erdirilerek Laik ve Demokratik Örgütlenme ve Eğitim zayıflatılıyordu.
Üçüncü olarak, bilim insanları ortadan kaldırıldığı için, Müslüman bir toplumda demokrasinin başarıyla uygulanması için gerekli olan bilimsel ve kuramsal çabalar da durdurulmuş oluyordu.
Dördüncü olarak, toplumda, üniversiteler gibi, Demokratik Toplum Örgütleri gibi, medya gibi “düşünce üreten kurumlar” ve bu kurumlarda çalışanlar baskı altına alınmış, Atatürkçü, Laik ve Demokratik düşüncenin önü kesilmiş oluyordu.
Bu dört sonuç, Emperyalizmin de desteğiyle Türkiye’yi biçimlendirdi:
“İkinci Cumhuriyetçilik” adı altında Atatürk’e, Laik ve Demokratik Cumhuriyete saldıran bir grup üretti...
Ve bu grubu medyanın ve siyasetin belli köşelerine yerleştirerek “Yetmez Ama Evetçiler”le rejimin değiştirilmesini olanaklı kıldı.
Şimdi bu Rejim de eğitim ve örgütlenme yoluyla, Türkiye’yi Ortaçağ’a ve Ortadoğu’ya geri götürüyor!
***
Sonuç olarak Uğur Mumcu, bugünkü karabasanı önceden gördüğü, haber verdiği ve önlemek istediği için, bu karanlık Türkiye’yi yaratmak isteyenlerin kurbanı oldu.
Ama anısı, onun yaptığı mücadeleye ışık tutmaya ve yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir!