Ne tarikatlar, ne cemaatler, ne de emperyalizm...


ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ





Suay Karaman

Tüm Öğretim Elemanları Derneği
(TÜMÖD) Genel Sekreteri

Anayasada yapılan değişiklikler, 12 Eylül 2010 tarihindeki halk oylaması sonucu %58 evet oyuyla kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Halk oylamasında %42 hayır oyu verilmiştir ancak oylamaya katılımın %73 olması da düşündürücüdür. Geçtiğimiz günlerde emekli bir Danıştay başsavcısının, %58 evet oyu verenler için “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindedirler” demesini, her zaman halkın iradesine saygılı olan büyük önder Atatürk’ü anlamamak ve tanımamak olarak değerlendirmek gerekmektedir. Emekli başsavcı bu söylemiyle halkı ayrıştırmakta ve belki de farkında olmadan emperyalizmin değirmenine su taşımaktadır.

Gelen tepkiler üzerine emekli başsavcı; “bu sözler Atatürk’ün sözleridir” demesine karşılık, büyük önder Atatürk’ün bu sözleri padişah ve devlet yöneticilerine söylediğini ya bilmemektedir, ya da anlamamazlıktan gelmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, her zaman halkını yanına almış ve hep övgüyle söz etmiştir.

Anayasada yapılan değişikliklerden sonra ülkemizin daha özgürleşeceğini, daha demokratik olacağını beklemek çok normaldir. Ancak son günlerde yaşanan olaylar, özgürlük ve demokrasi kavramlarının bazı kimseler tarafından yanlış algılandığını ya da yorumlandığını göstermektedir.

2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da, sergi açılışı yapılan dört sanat galerisine, demir çubukla saldıran, biber gazı sıkarak, çevreye dehşet saçan ve birçok ziyaretçinin yaralanmasına yol açan yaklaşık 50 kişilik bir grubun örgütlü saldırısı, insanlarımızı dehşete düşürmüştür. Saldırganlardan yedisi göz altına alınmış, ancak savcılıktaki sorgularının ardından serbest bırakılmıştır. Bu saldırı, kendinden farklı olanı yok etme anlayışının sonucudur. Siyasi iktidar döneminde içki satışı yapılan ve içilen yerlerin yağmalama ve saldırılara uğraması, gelinen durumu özetlemektedir.

2010 yılı Avrupa Kültür Başkentinde bunlar olurken, Türkiye’nin Başkenti Ankara’da Kurtuluş Parkı’nda da, özgürlüğü ve demokratikleşmeyi ahlak zabıtalığıyla karıştırmışlardır. Parkta el ele dolaşan, bank ve çimlerde oturan genç çiftleri, polisler Genel Bilgi Toplama’ya (GBT – hakkında yakalama, tutuklama, yurt dışına çıkma yasağı kararı çıkartılmış ya da asker kaçağı durumunda olanlar için düzenlenen belge) tabi tutarak, “uygunsuz oturuyorsunuz” gerekçesiyle uyarıp kimlik kontrolü yapmışlardır. Uygunsuz olduğuna kim karar verdi diyerek, itiraz edenlere ise “hakkınızda tutanak tuttuk, haydi gidin şimdi” diyerek gözdağı vermişlerdir.

İşte özgürlüğün ve demokrasinin nasıl geliştiğini, 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti İstanbul ve Başkent Ankara’da yaşananlardan anlamak olasıdır.

Bu arada Çankaya’daki AKP’li, New York’ta buluştuğu ABD’li yirmi firma yöneticisine şöyle dedi: “Aranızda Türkiye’yi hiç görmeyenler vardır. Minimum risk ve maksimum kazancın buluştuğu ülkedir Türkiye. Böyle ülkeyi dünyada zor bulursunuz.” Utanmasını bilenler için, ülkemiz adına utanılacak bir durum; sanki batan geminin malları pazarlanıyor…

İstanbul’daki sanat galerisine yapılan baskında ABD’li bir sanatseverin de dövülmesi, minimum riskin ne demek olduğunu herkesin iyice anlamasını sağlamıştır. Riskin minimum olduğu ülkemizde, her gün sokakların savaş alanına döndüğü, kentlerimizde can güvenliğinin kalmadığı, işyerlerine yapılan baskınların önlenemediği bilinmektedir. Siyasi iktidara sormak gerek: yeryüzünde yaşamın bu denli riskli olduğu, ancak minimum risk olarak adlandırılan başka bir ülke var mı?

87 yıllık Cumhuriyetimiz, hiçbir döneminde yobaz çeteler, cemaatler ve tarikatlar tarafından bu kadar kuşatılmamış, baskı altına alınmamıştır. Devlet daireleri, yargı, sağlık ve eğitim kurumları, üniversiteler, ordu ele geçirilmeye başlanmıştır. Tüm çevrede türbanlı, kara çarşaflı, sarıklı giysilerle dolaşanlar cirit atmaktadır. Kentlerimiz, köylerimiz başkalaşmakta, kimliksizleştirilmektedir. Nereye baksak, hangi taşı kaldırsak altından hep cemaat çıkıyor, tarikat çıkıyor. Bu durum karşısında “ben cemaatlere saygılıyım” diyebilenlerin ulusallıktan, halkçılıktan, devrimcilikten ve Kemalizm’den hiç bir şey anlamadıkları belli olmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu” saptanan siyasi iktidar tarafından ülkemizde yıllardır yapılanlardan ve bütün bu yaşananlardan sonra, “laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum” diyebilmek ise, aymazlık, sapkınlık ve üstelik hainlikle eşdeğer sayılabilir.

Ne tarikatlar, ne cemaatler, ne de emperyalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığının ve Kemalist aydınlığının karşısında duramayacaktır. Hiç kimsenin Atatürk ilkelerine ve devrimlerine inanan halkın direncini kırmaya gücü yetmeyecektir. Hiçbir olgu tüm yurtseverlerin bir araya gelerek, hep birlikte yapacakları özgürlük ve demokrasi mücadelesini engelleyemeyecektir. ‘Cemaatlere saygılıyım’ diyenlerin ve laikliğin tehlikede olmadığını düşünenlerin, bu konu hakkında düşünmeleri gerekmektedir..


*
➽ Paylaş: