Bilimin özgürce yaşanmadığı yerlerde!..
ÖZGÜRLÜK
SUAY KARAMAN
Tüm Öğretim Elemanları Derneği
(TÜMÖD) Genel Sekreteri
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halk oylamasında kabul edilen anayasa değişiklikleri sonucunda çok ilerici ve özgürlükçü bir demokrasiye kavuştuğumuz, her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.
YÖK Başkanı imzasıyla 23 Temmuz 2010 tarihinde İstanbul Üniversitesi’ne gönderilen 25309 sayılı bir yazı ile üniversite öğretim elemanlarının üniversitelerdeki kılık kıyafet yönetmeliği nedeniyle sorgulayıcı ve yaptırımcı olamayacaklarına, yaptırımda bulunanlar hakkında ise disiplin kovuşturması açılacağı bildirilmektedir.
Aslını görme şansı bulunmayan ve nedense halk oylaması öncesi basının ilgi göstermediği bu yazının, birdenbire Eylül sonunda ve üniversitelerin açılacağı zamanda ortaya sürülmesi de düşündürücüdür.
YÖK Başkanı, İstanbul Üniversitesi’ne gönderdiği yazı ile, Danıştay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına açıkça karşı gelmiş ve Anayasa’nın değiştirilemez ilkelerine aykırı davranmıştır. Çok açık olarak bir Anayasa suçu işlemiştir. Bu durumu Cumhuriyet Savcıları’nın değerlendirmesi gerekmektedir.
Birkaç ay önce katsayı uygulamasıyla ilgili olarak YÖK Başkanının; “olmazsa yasaların arkasından dolanıveririz olur biter..” sözleri belleklerdedir. Türban sorununu, sadece kılık kıyafet sorunu olarak görenler aldanmaktadırlar. Türban sorunu gericiliğin, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve akademik yaşamını belirleme mücadelesinin önemli bir parçasıdır. Bu koşullarda üniversiteye girecek türban, daha sonra üniversite öncesi ve üniversite sonrası olmak üzere, her alanda uygulanacaktır. Dinin emridir diyerek ergenlik dönemine giren kızlar ilköğretim, ortaöğretim çağında örtüneceklerdir. Türbanlı olarak üniversite eğitimi görenler, kamu kurumlarında görev aldıkları zaman, örtünmeye başlayacaklardır. Türbana kapının açılması sağlandığında, bunun sonu laiklikten vazgeçmeye kadar ulaşabilecektir.
Paralı eğitime karşı çıkan, üniversite harçlarını protesto eden öğrenciler okuldan uzaklaştırma cezası alırken, özgürlükten söz etmeyenler; YÖK’ün üniversite yerleşkelerinde sivil polislere özel yer tahsisi ve kamera sistemi gibi tedbirler istemesi karşısında, akıllarına özgürlük kavramı gelmeyenler, türban denilince demokrat kesilmektedirler. Özgürlük için, fırsat eşitliği için eğitim ve sağlık hizmetleri parasız olmalıdır. Öğrenciler ve tüm halkın refahı için bu sağlanmadan, türban demokratlığına soyunanlar, karanlıktan beslenen inanç tüccarlarıdır.
Türban, yalnızca saçı örten bir bez parçası değil, aynı zamanda ülkenin gerçeklerini örten ve yapılanların gizlenmeye çalışıldığı emperyalizmin bir uzantısıdır. 1980 öncesinde ülkemizde bir türban sorunu yoktu. Bu sorun “Türk-İslam Sentezi”, “Ilımlı İslam”, “Büyük Ortadoğu Projesi” gibi, emperyalist güçler tarafından dayatılan projelerle ülkemizin gündemine girmiştir. 13 Şubat 2008 tarihinde AKP’nin kurucusu ve eski milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın bu konudaki değerlendirmeleri anlamlıdır:
“Konu Türkiye’ye bir nifak gibi sokuldu.. Amerikalılar türbanı bir fitne olarak gündemimize koydular.”
Dinin siyasete alet edilmesine son verilmeden, cemaatler kapatılmadan, zorunlu din dersleri kaldırılmadan, kadınlar siyasi iktidar, cemaat, mahalle, eş ve aile baskısından kurtulmadan türban sorununu çözmek olanaklı değildir. Bu yüzden türban, gerici siyasi hareketin kullandığı bir ideolojik simge olmaya devam edecektir. Durup dururken “türbanı biz çözeceğiz” diye ortaya dökülenlerin, ne yapmak istedikleri, neye hizmet ettikleri anlaşılamamaktadır.
YÖK Başkanının gönderdiği yazıya karşı, hukuki yollar dahil hiçbir girişimde bulunmayacaklarını açıklayanlar, laik sisteme karşı aymazlık içindedirler. Türkiye’nin çok büyük sorunları bulunurken, gündemi türbanla meşgul etmenin, ana muhalefet partisine de oy getirmeyeceği çok açıktır.
Yapılan bu türban tartışması ile, özgürlük kavramı çarpıtılarak, bu kavrama tarih ve bilim dışı anlamlar yüklenmektedir. Üniversitelerin temel görevi, eğitim-öğretim vermek, araştırma yaparak bilgi üretmek ve bilgiyi topluma yaymak olduğuna göre, üniversitelerimizi ilgilendiren tüm sorunların bu amaç ve görev doğrultusunda ve bilimsel bir yaklaşımla çözüme kavuşturulması gerekir. Üniversite inançların değil, bilimin özgürce yaşanacağı yerdir. Bugün üniversitelerin gereksinim duyduğu en büyük özgürlük, bilim özgürlüğüdür. Bilim özgürlüğü olmayan toplumlar, karanlıkta kalmaya mahkumdur. Bilimi, ülkemizin aydınlanması ve geleceğinin kurulmasının temel aracı haline getirmek için, tüm siyasilere ve akademisyenlere büyük görev düşmektedir.