Okuyup üfleseler de, “hokus fokus” da yapsalar… Hepsi bir yere kadar…
Bile Bile Lâdes
Feza Tiryaki
Bile bile kendimize lâdes dedirttik. Hepsi bile bile…
Altmış yıl sonraya verdikleri, henüz kurulmamış nükleer santralları yıkacakları sözüyle, otuz yıl sonranın parçalanacak, talan edilecek İstanbul’unun haritalarıyla, İsrail’e, Yunan’a, Rus’a verilecek akıl almaz tavizlerle, devletin borç yüküyle, dışa bağımlı üretim yapmayan tüketime dayalı ekonomiyle, bölücülerle, eli kanlılarla yapılan pazarlıklarla, misyoner öğretmen getirtme, eğitimi yabancılaştırma, ülkeyi hrıstiyanlaştırma adımlarıyla, camilerimizde ilk kez kilise ayini yapıldığı haberleriyle , iki adamızın Yunan işgalinde olduğunu duyarak, Ege Denizi’nde kıyıya sıkışacağımız haberleriyle, Libya’daki insan ölümlerine aracılık yapan bir iktidarla… seçime girdik…
Batı ülkelerinde, hadi Batı demeyelim, Yunanistan’da bile bu söylediklerimin tekini yapsa bir iktidar, sandığa gömülmekle kalmaz, artık adı bile okunmaz hiçbir yerde…İş bu kadarla da bitmez, yargı önünde derhal hesap verir, vatana ihanetle, halkın aklıyla alay etmekle suçlanır…
Bir gece önce önceden başarılarını kutlamışlar bunlar biliyor musunuz? Alman radyoları bir gece önce haberlerinde haber vermiş kazandıklarını. Seçime girmeden bir gün önce…
Biz de seçim var sandık son ana kadar. Sanki seçmen özgür iradesiyle sandığa gitti, vatana millete yakışanı seçti…Eğer öyle olsaydı, en azından bir kaç milletvekilliğini Cumhuriyet Güçbirliği adayı kazanırdı. Muhalefet oyları toptan götürürdü…Tabii millete gerçeği açıkça anlatsalardı. Tehlikeleri saysalardı…
CHP’nin yeni başkanı çevresine bölücü vatan hainlerini toplamasaydı, Atatürkçü, yurtsever partilileri partiden uzaklaştırmasaydı…
Eger gerçek bir seçim olsaydı bu, PKK terör örgütünün siyasi kanadının terör örgütü üyeleri, Atatürk’ün kurduğu Meclis’e milletin vekili olarak değil girmek, devletine karşı bölücü, eli kanlı örgüt kurmaktan yargılanırlardı, ceza alırlardı… Seçime sokulmazlardı.
İktidar partisine de en azından HES’lerin, nükleer santraldan vazgeçmemenin, yok ettikleri ülke tarımının, hayvancılığının, satılan fabrikalarının, Cumhuriyet kurumlarının, yandaş yapılarak bağımsızlığı elinden alınan yargının, Silivri’de tutsak edilen insanlarımızın, komutanları esir alınan ordumuzun, yabancıya peşkeş çekilen vatanın, yolsuzlukların, adam kayırmacılığın, şifreli sınavların, AKP başının anayasa üzerine yaptığı Türk Milleti’ni inkâr eden konuşmalarının, bölücü söylemlerinin, terörist başıyla görüşmelerinin… hesabı sorulurdu…
Belki soruldu da bizim haberimiz olmadı.Sonuçları tek bir hareketle bilgisayar üzerinde yerinden oynatıverdiler, bunu kim kimbilir? Yakalanan mühürlü oy pusulalarını, ceplerdeki mühürlü sahte oyları, arabalar dolusu çuval çuval taşınan mühürlü sahte oyları gazeteler yazdılar. Ya yazmadıkları? Bir raslantı sonucu ortaya çıkarılan sınav hilelerini de unutmayalım. Birini yapan, hep yapar, bir kere günaha giren hep girer, derler…Hele küresel çetenin yönlendirmesiyle ülke yönetiliyorsa…Yapılan yanlarına kâr kalıyorsa…
Bizim bildiğimiz zaten bu işin zor, çok zor olduğuydu…
Özal siyasetinden beri tepe aşağı gidiyoruz. Özal öldüğünde, tamam kurtulduk demiştik, hiç unutmam. Oysa bataklığı kurutmadığımız için, içinden neler neler çıkmadı bugüne kadar…Her ülkeyi yönetiyorum diyenin paçaları çamurdu. Ya koltuklarından erken ayrıldılar, ülkeyi erken seçime gidiyoruz diye küresel çeteye ikram ettiler,ya da kirli anlayışlara göz kırparak, taviz vererek yerlerinden kımıldamadılar.
Kimse, “benim liderim,” demesin!
“Tencere dibin kara, seninki benden kara!”
Eski siyasetçilerden Demirel’den başka ortalarda dolaşabileni var mı?
Demirel, günahlarını, değiştiğini göstererek bir yere kadar belki kendini affettirdi.
Mesut Yılmaz, adı bile okunmuyor, bu küçücük boylu adamın…Vatan millet için iyi birşeyler yapsaydı, böyle yok olmayacaktı.
Tansu Hanım, değil ortalara çıkmak, gazetelere konuşamıyor bile. Lânetlendiler çünkü! Ortaya çıkacak yüzleri yok!
Ecevit’in eline ne fırsatlar geçmişti, hepsini harcadı, gençliğimizin umuduydu…Son başbakanlığı dönemi onun için kara bir sayfa oldu. Derviş aşkı, Feto aşkı, daha önceden CHP’yi yarı yolda, ortada bırakması , partiyi başarısız, sıradan bir siyasetçi olan, konuşma özürlü, çalışkan olmayan, koltuksever ve gösteriş düşkünü Deniz Baykal’a hediye etmesi… (Deniz Baykal’ın 1 Mart tezkeresi’ndeki hizmetlerini ayrı sayarsak)
Ecevit, titreye, sarsıla yürüyerek başbakanlık yaparım diye inat ettti de ne oldu, külhanbeyli tarzında yürüyenlere yol açtı tepki olarak…
Hem çağımız bilim ve tekniğin çok ileri bir çağı. İletişimin ve görselliğin önem kazandığı bir çağ…
Seçimden bir hafta önce oğlum İstanbul’da gezideydi:
Anne boşuna üzülüyorsun, uğraşıyorsun, bu seçim çoktan alınmış bitmiş, dedi. İstanbul’u görmelisin! Bütün duvarlar başbakan resimleri…Yollar, köprüler, her taraf…Yazılar, resimler, afişler…Para yollara dökülmüş. Herkes bunların önünden geçip gidiyor. Paralı kesimin işi tıkırında, diğerleri zaten Pir Sultan Abdal’ın deyişindeki gibi:
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
Sürülüp kasaba gittik
Kanarayı mesken ettik
Canı Hakk’a teslim ettik
Ölüye saydılar bizi
Yine bir tanıdığım, o son hafta Trabzon’ Akçabat’a gidip gelmişti:
“Evde bir tek kayınbabam ayınmış. Geçen seçim AKP’ye oy veren, onları yere göğe koyamayan adam, bu sefer aman ha, sakın ola bir daha seçmeyin, deyip duruyor.
Ama oğullarına bile sözünü dinletemiyor. Millet şuursuz bir şekilde particilik yapıyor, baskı altında tutuluyor.
Görsen memleket nasıl değişmiş,tükenmiş…O cânım tarlalar bomboş. Ekilmemiş…
Kimse üreteyim demiyor.
Tarlası bahçesi olan amcamgiller bile ekip dikecekleri yerde gidip sebzeyi “marketten” alıyorlar. Kredi kartıyla. Kart borçlarını bile takside bağlatmışlar. Herkes borçlanmış…
Ablam bahçesini eker, diker. Sebzesini kendi yetiştirir. Bir komşusu geçen yıl Ziraat’ten aldığı tohumla bir salatalık yetiştirmiş, bir salatalık yetiştirmiş, öyle ki herkesin diline düşmüş. Bunu duyan ablam oğlunu Ziraat’e gönderdi, tohum aldırmaya. Çocuk aldı geldi. Aaa, baktım tohumlar masmavi. Tohum gibi değil.
Minübüsle eve dönüyoruz, söz açıldı, minübüs şoförü lâfa karıştı:
“Aman ha teyzeciğim, bu tohumları sakın kullanmayın! Bunlar İsrail tohumu. Ekilince ilk sene iyi ürün veriyor. İkinci ve sonraki seneler verim düşüyor. Bu tohum üstelik toprağın verimini alıyor. Toprak ölüyor. Zamanla hiçbir ürün veremiyor. Sonunda bu tohumun kullanıldığı bütün topraklar ölecek, yok olacak… Sonra bu tohumla yetişen üründen tohumluk bırakamıyorsun. Kısır tohum bunlar. Ertesi yıl için yeniden aynı yerden tohum alacaksın. Tohuma bağımlı kalacaksın, İsrail’i kazandıracaksın… dedi.
Evlâdım, bunları anlatsana çevrene, duyursana. dedim. “Teyzem kimseye düşünmeye zaman bırakmıyorlar, herkesin elleri kolları bağlanmış, dedi şoför. Okumuş, üniversite mezunuymuş, işsizmiş, böyle yedek işlerde çalışıyormuş bu gencimiz.
Sonra HES’lerle falan mücadeye katılan aslında çok azmış… Korkutuluyorlarmış…”
Bir tanıdığım da Akdeniz kıyılarından haberler vermişti:
“Millet kapılmış yabancı turistlerin ardına, hizmet edece’m, kul köle olaca’m, üç kuruş kazanaca’m, diye ölüyor. Herkesin dini imanı, bu iktidar gibi, “para” olmuş…Sen ne diyorsun? Vatan diyecek kimse kalmamış…Herkes boğaz derdinde…Yoksullaştırılmış halk, kendini yoksullaştırana sarılıyor…Televizyonlarda, olmuş memleket bir yalancı cennet! Yalan atan atana! Kim kime, dum duma derler ya, öyle! Ulusal Kanal’ı falan bilen yok! Adını duymamışlar! TRT ne derse onu doğru belliyorlar. Dinci örgütlere parasal yönden bağımlı olmuş yoksullar… Tarikatlar bunların çocuklarını okutuyor, ceplerine harçlıklarını, neyini koyuyor…Bağımsız Güçbirliği adaylarının adı bile okunmuyor buralarda. Anlatıyorsun, dinler gibi yapıyorlar. Sandığa giden yine bildiğini okuyacak, göreceksin…”
Bu gün 14 Haziran. Seçimin üzerinden bir gün geçti.
İktidar, son güne, son on iki saate kadar hep neler yapacaklarını anlattı. Seçim yokmuş gibi. Seçilirsek demeden…Yeni bakanlıklar açılacak, şunlar şunlar kapatılacak…Dışişlerinden Avrupa birliği ile ilgili bölüm alınacak, başbakanlığı bağlanacak, sonbaharda şuraya gidilecek…falan gibi…Seçilirsek demedi hiç biri. Gazeteler ise, övgüler patlattı bu denilenlere!
Bunu yapacağız! Şunu değiştireceğiz!..Bu tarzda konuştular. Bir de “Hedef Türkiyeleri “ vardı: Hedef Türkiye , 2023.
1923’te , üç yılı aşkın süren bir “İstiklâl Harbi” (Kurtuluş Savaşı) ile kurulan bu Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine karşı olan, kuruluşunda emekleri olmadığı söylenen, Cumhuriyetin isyancılarını ve düşmanlarını yücelten, onlara övgüler sıralayan bir iktidar, Atatürk Cumhuriyeti’ni ele geçirdi dokuz yıldır, bırakmıyor.
Birleşip, güçbirliği edip Silivri tutsaklarını bile zindandan çıkaramadık!
Askerin esirliğine son veremedik!
Yunan doymaz emellerini frenleyemedik!
Sahillerimizdeki İngiliz( Alman- Fransız-İtalyan-Yunan) işgaline dur diyemedik!
Ermeni emellerini önleyemedik! Bölücü bir avuç hain maşanın, Amerika ve Avrupa kuklasının taşkınlıklarına, akıl almaz cüretlerine set çekemedik!
Borç para ile her an duvara toslatılacak ülkemiz ama, Güneydoğumuz ve Kıbrıs ele geçirilene kadar iktidarı destekleyecek olan küresel çetenin oyununa son veremedik!
Bu, borçla sürdürülen yalancı cennetin iç yüzünü aldananlara gösteremedik!
Eylül’de işe başlayacak öğretmen adaylarının atamalarını hemen Haziran başında, seçim yatırımı için yaptılar da, bu neyin nesidir, bu yasal değildir, haksızlıktır, oyundur, oy avcılığıdır, halkı boğazından yakalamaktır…diyemedik!
Ülkemizde yayınlanan, yirmi dokuz, otuz gazetenin sadece ikisi üçü ulusumuzun çıkarlarını anlatıyor, güdümlü, yabancı kökenli, yandaş, karındaş gazete okumayın, televizyon izlemeyin sizi kandırmasınlar diye kimseyi uyaramadık!
TRT, bu posttan ne kadar yağ çıkarsam kârdır deyip seçim gecesi Menderes’in idamını, ağıtlar yakarak, salya sümük ağlatarak, askerimizi, ordumuzu 1961 Devrim Anayasası’nı yerin dibine batırarak, tek yanlı verdi de, bunu anında yeremedik! Tavır koyamadık! Yayın merkezine iletiler yağdıramadık! Telefonlar açamadık! “Ne oluyor, bunu yapamazsınız, üstü kabuk tutmuş yaraları kaşımanın sırası mı?” diye bir amaca yönelik yayın yapanlara çıkışamadık!
Ben seçim gününden beri, yani bir gün öncesinden beri, en son izlediğim bu TRT‘nin idamlı yayınından beri, ne haber dinliyorum, ne gazete okuyorum. Ne de yorumlarını duydum bazı “aslanların”…
Seçim günü, seçim yasakları nedeniyle haber yayını yapmadıkları için TRT4 radyosunu açmıştık evde. Bütün gün şarkı türkü çaldılardı.
Bir ara saat 19.58’de, yayın bir dakikalığına falan durdu.
Yayın durunca, hepimiz, merkezde yani Ankara’da elektrikleri kesip seçim sistemine mi girdiler, dedik hemen. Önceki seçimlerde duyduklarımıza dayanarak…
Sonra ilk sonuçları söylediler. Evde kalabalıktık, gürültü vardı. İyi duyamadım. Ne olmuş ne olmuş? dedim. AKP ne almış?
Dediler. Radyoyu kapattım!
Daha sonra İlk Kurşun’da Sinan Meydan’ın seçim sonrası ilk yazısının sözlerini gördüm, okudum.”Şehit kanlarıyla kurulan Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkmak için değil yüzde elli, yüzde doksandokuz bile yetmez!” dedi. Bu genç tarihçimiz, bu genç, “Cumhuriyet Bekçisi!”
Güncel Meydan’da Banu Avar, seçim sonrası ilk sözlerini söyledi. Halkımızı suçlamayın, dedi. Gördüm, okudum. Yılgınları uyardı,”Haydi, marş, marş!”dedi.
Şu ana kadar da bu gazetelerimizin dışında henüz hiçbir yayını dinlemedim, okumadım…
İçim bu kadarına dayanabiliyor. Arsız yüzlere, hain sözlere, aymaz bakışlara, satılık kalemlere tahammülüm yok henüz…
Bize lâdes dediler! Bile bile lâdes dedirttik kendimize!
Can bedende durdukça umutlar tükenmezmiş…
Ne yaparlarsa yapsınlar, ülkeyi karanlıkta da bıraksalar, gözleri de bağlasalar, okuyup üfleseler, el çabukluğu marifet deyip önümüzde “hokus fokus” da yapsalar… Hepsi bir yere kadar…
Atatürk’ün ışığı milletimizi aydınlatmaya devam edecektir!
Bu ışık kuşaktan kuşağa geçecek, emin olun hiç sönmeyecektir!
*