"İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler"

DEMOKRASİDEN DİKTATÖRLÜĞE




Prof.Dr. TÜLAY ÖZÜERMAN


SivriSinekCazFazilet elinden alınamaz kimsenin. Ama para, ona sahip olanları değiştirir her gün” -SOLON-

Yazımızın başlığı, Onur Öymen’in son kitabının adı. Alt başlık, günümüz süreci ve Türkiye için kitabın adı kadar önemli mesaj içeriyor: “İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler”.

Başarılı, saygın diplomat ve siyasetçi kimliği yanında, yazar kimliği ile de topluma hizmetini sürdüren Onur Öymen, bilgi, deneyim ve birikimi ile kendisine en çok gereksinim duyulan süreçte parlamento dışında kalmış olmasına karşın, hizmetin tek yerinin parlamento olmadığını da anımsatmış oluyor. Diplomasi ve siyasetteki birikimini, güçlü kalemi ile okurlarına yansıtırken, medya demirbaşlarının çarpıtılmış bilgilerle yönlendirdiği ve sürekli parlatarak toplumun gözünü kamaştırdıkları madalyonu tersine çevirerek, gerçeklere parmak basan bir eser koymuş ortaya. Eski Yunan’dan itibaren demokrasi arayışında ödenen bedeller ve bedel ödetenleri farklı ülkeler ve tarih dizgesi içinde okurken, günümüzde yaşadıklarımıza benzerlikler bulacağınız ibret belgesi bir kitap çıkmış ortaya.

Kitabın giriş kısmından alıntıdır:

Salonda ağır bir hava vardı. Masada üst düzey parti yetkilisinin karşısında oturan büyük işadamları kaygılı bir bekleyiş içindeydiler. Çok önemli mesajların verileceği bir toplantıya çağırılmışlardı. Parti yetkilisi yavaşça yerinden doğruldu, “Beyler,” dedi, “önümüzdeki seçim belki on yıl, belki de yüzyıl içinde yapılacak son seçim olacaktır. Biz bu seçimi kazanarak iktidar olmaya kararlıyız.” Parti yetkilisi Nazi Partisi’nin ağır toplarından Goering’di. Karşısındakiler ise Almanya’nın en büyük firmalarının sahipleri…

Hitler’in en yakın adamlarından Borman da sanayicilere şu mesajı veriyordu: “İktidara gelmek için yeterli paramız yok. Bu para sizde var. Size iki seçenek sunuyoruz: Ya siz bize bu parayı vereceksiniz ve ya bu parayı biz sizden alacağız. Tercih sizindir.

Alman sanayisi hiçbir zaman siyasete pek uzak kalmamıştı. Her birinin gönül verdikleri partiler vardı. Ama bu partiler arasında şimdiye kadar Nazi Partisi olmamıştı. Hatta o kadar ki, asil ailelerden gelen işadamlarının eşleri Hitler’i ve diğer Nazi Partisi mensuplarını hakir görür, evlerine misafir bile etmek istemezlerdi. Şimdi hayatın soğuk gerçeği ile karşı karşıya kalmışlardı. Ya ülkeyi otoriter bir rejime sürükleyeceği başından anlaşılan Nazilerin suyuna gidecekler ve ya her şeylerini bir anda kaybedeceklerdi.

İlk seçenekten başka yol görünmüyordu. Bir anda kendilerini toparladılar. En güçlü firmanın sahibi Gustav Krupp, Nazi Partisi’ne derhal bir milyon mark vermeye hazır olduğunu açıkladı. Thyssen ve diğerleri hemen onu izlediler.

Alman büyük sermayesi Nazilerin emrine girmişti ve bundan sonra Nazi Partisi’nin kasası olacaktı. Evvelce Weimar demokrasisine gönül veren Alman iş alemi artık yeni koşullara uyacak ve ülkeyi demokrasiden hızla uzaklaştıracak olan Nazi Partisi’ne kayıtsız şartsız bağlanacaktı veya bağlanmak zorunda kalacaktı. Hitler ve arkadaşları, ülkelerini ve dünyayı felakete sürükleyecek maceralarını Alman büyük sermayesi sayesinde gerçekleştirecekti. Başlangıçta partinin gerçekten hiç parası yoktu. Doğru dürüst bir seçim kampanyasını yürütecek bir durumda değildi. İşadamları acaba bir blöfle mi karşı karşıyaydılar? Henüz Alman demokrasisi yaşıyordu. Nazilerin kuvvet kullanarak işadamlarını hizaya getirmeleri kolay olmayabilirdi. Acaba o aşamada direnebilselerdi Naziler o büyük seçim başarısını sağlayabilirler miydi? Seçimlerde o kadar oy alamasalar iktidarı zorlama şansları olur muydu? Weimar demokrasisi yaşatılabilseydi Almanya’nın ve dünyanın kaderi böyle mi olurdu?

Bu soruların cevapları hiçbir zaman bilinmeyecek. Ama bilinen şu: Alman firmalarının Nazilere bu kadar kolay boyun eğmeleri sadece korkudan kaynaklanmıyordu. Onların da bazı zayıf noktaları vardı. Bu firmaların çoğu harp sanayisi alanında çalışıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren Versailles Antlaşması, Alman silah sanayisini fiilen yasaklamıştı. Artık Almanya eskiden olduğu gibi sınırsız biçimde tank, top, uçak, denizaltı yapamayacaktı. Ama başta Krupp firması olmak üzere, pek çok sanayi kuruluşu silah üretimini kaçak yollardan sürdürüyordu. Bu üretimi devam ettirmek için kendilerine güçlü bir siyasi destek lazımdı. Diğer partilerin hiçbiri kendilerine bu desteği verecek kadar güçlü ve gözü kara değildi. Nazi Partisi biçilmiş kaftan gibi görünüyordu. Bu partinin Almanya’yı felakete sürükleyebileceğini hissedenler yok muydu? Vardıysa bile şimdi onu düşünmenin zamanı değildi. Parti desteklenecek, cömertçe yardımlar yapılacak, buna karşılık kaçak silah üretimi bütün hızıyla devam edecekti.

Aslında Hitler daha 1923 yılında iktidarı ele geçirmeyi aklına koymuştu, hem de kuvvet kullanarak. Teşebbüse de geçti. Münih’te birahane darbesi denilen teşebbüs bu amaca yönelikti. Ama başarılı olamadı. Başarısızlığın bedeli hapisti. O da bu bedeli ödedi. Daha sonra demokrasi yoluyla, seçim yoluyla iktidara gelmenin daha uygun bir yol olacağını düşündü. Demokrasiyi demokratik yollardan alt edecekti. Demokrasi yoluyla iktidara gelecek, ama sonra Alman demokrasisinin tabutuna son çiviyi çakacaktı.

Hitler seçim yoluyla iktidara geldikten sonra diktatörlüğe yönelen ilk lider değildi, son lider de olmayacaktı…. Demokrasi iktidara gelene kadar kullanılacak bir vasıtaydı. Sonra? Sonra demokrasiye artık ihtiyaç olmadığını düşüneceklerdi. Oysa demokrasinin en değerli yanı liderleri ve partileri iktidara getirmesi değil, halkın desteğini kaybetmiş iktidarlara yumuşak iniş yolunu sağlamasıydı…… İngiltere’nin ünlü başbakanlarından Winston Churchill savaştan hemen sonra yapılan seçimde iktidarı İşçi partisi lideri Attlee’ye kaybedince ünlü sözünü söylemişti: Demokrasi kötü bir rejimdir ama daha iyisi de yoktur.

Eski Yunan’dan beri dünyanın siyasi tarihi, demokrasiyi tahrip ederek, totaliter bir yönetim kurmak ve iktidarı hiç bırakmamak özlemi ile yanıp tutuşan liderlerin öyküleriyle doludur. O diktatörlük heveslileri, her zaman yanlarında kendilerini destekleyecek kimseler bulmuşlardır. Liderlerin yakın çevresi daima iktidarın nimetlerinden mümkün olduğu kadar çok ve olabildiğince uzun süre yararlanmak isteyenlerle dolu olmuştur. Para ve kişisel çıkarlar her dönemde bir çekim merkezi oluşturmuştur. Bunun karşılığında otoriter lidere destek olmak, onun emirlerini eksiksiz yerine getirmek ve onun karşıtlarını etkisiz hale getirmeye çalışmak ödenmesi gereken bir bedeldir. Bunu vaktiyle kralların, tiranların yakın çevresi yapardı; modern çağda da bazı işadamları, sözde bilim adamları ile lidere yakın medya sahipleri yapıyor. Özetle fazla değişen bir şey yok. Demokrasiye yürekten bağlı olanlar, totaliter eğilimlerin egemen olduğu ülkelerde daima bir bedel ödemek zorunda kalmışlardır. Bu da çoğu zaman ağır bir bedel olmuştur……”

Devamını kitaptan okumalısınız…

Girişte verilen Hitler Almanyası örneği, sonuçta yer alan; “2002 seçimlerinden sonra cumhuriyetin temel değerleriyle bağdaşmayan bazı düşünceler siyasi hayta etkili olmaya başlamış ve Türkiye uluslararası değerlendirme kuruluşlarının tespitlerine göre demokrasi, özgürlükler, kadın-erkek eşitliği, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi alanlarda çağdaş ülkelerin gerisine düşmüş hatta bazı dallarda dünyanın en geri ülkelerine yaklaşmıştır…” ifadesiyle birlikte okununca Türkiye fotoğrafı daha bir netleşiyor…




*
➽ Paylaş:
“AKP karanlığının erişim yasağı ile engellediği SivriSinekCaz'a ücretsiz Opera VPN ile kolay ve sorunsuz erişebileceğinizi biliyormuydunuz?..”
Okurlara..
.com/img/a/