AKP karanlıkçılığına 'GÜNEŞ'
ÖĞRETMENİN VE EĞİTİMİN DOĞRU ANLAMINI
ATATÜRK’TEN ÖĞRENİN!
Özer OZANKAYA '

Yeni kuşak sizin eseriniz olacaktır!”
Eğitimin ve onun en başta gelen ögesi öğretmenin anlam ve önemini vurgulayan Atatürk’ün bu çağrısı, bugün Türk eğitimine yön vermekten açıkça çıkarılmış bulunuyor!
Oysa bir toplumun varlığını sürdürebilmesi ve gelişebilmesi, yarın ne biçim alacağını da düşünmesine, bunun için de genç kuşaklarına vereceği eğitimin, dünün eğitimi olamayacağını, tersine bu günün ve elden geldiğince yarının eğitimi olması gerektiğini kavramasına bağlıdır.
Bu var-olma ya da yok-olma sorununda kilit önem taşıyan ana etken öğretmendir: bir ulusun eğitim gereksiniminin karşılanması, asla yalnızca maddi kaynak konusu değildir: en başta “yeterli öğretmen” bulunması sorunudur.
Bunun gibi, “en iyi okul” demek, en rahat döşenip en bol araç-gereçlerle donatılmış okul değildir; çünkü en önemli olan şey, yapılacak eğitimin niteliğidir; bu ise öğretimi yapacak olan insanların, yani öğretmenlerin niteliğine bağlıdır.
“Yeterli öğretmen” bulmak ise, uzun bir yetişme süresini gerektiren öğretmenlik mesleğini yapmaya hem istekli hem de yetenekli yeter sayıda kız ve erkeğin bu iş için yetiştirilmesini gerektirir.
Öğretmenlik mesleği, başka bütün mesleklerden daha büyük ölçülerde dinamizm, neş’e ve isteklilik gerektirir.
Yetişen kuşaklara bu özellikleri kazandırabilmek için önce öğretmenlerin bunlara sahip olmaları zorunludur.
Öğretmen, yeni kuşakların zekâsını geliştirecek, kişiliklerini katılımcı demokratik birey kişiliği olarak eğitecek, hem bilgi hem de beceri sahibi olmalarına özen gösterecek, kısacası toplumu her günkü çalışmalarıyla yeni koşullara göre biçimlendirecek seçkin uzmanlar olarak görülmelidir.
Bu ise öğretmenlerin toplumdaki yeri (statüsü) sorununa doğrudan doğruya bağlıdır; çünkü bu niteliklerde yeterli sayıda öğretmene sahip olabilmek, öğretmenlik mesleğinin toplumsal saygınlığına bağlı bir husustur. Bu saygınlık, genç yetenekleri öğretmenlik mesleğine çekmeği ve bu meslekte tutmayı sağlayacak düzeyde olmadıkça ne eğitimin gelişmesine, ne de dolayısıyla toplumsal – ekonomik gelişmeye olanak bulunamaz.
Öğretmenlere toplumda sağlanan mevki ve gösterilen saygının göstergesi, yaptıkları işin değerinin ve onların bu işi yapmadaki yeterliliklerinin bilinme ölçüsü ve başka meslek gruplarına oranla öğretmenlere sağlanan çalışma koşulları, ücret düzeyi ve başka maddi çıkarların düzeyidir. Öğretmenliğin değerinin gerçekten bilinip içtenlikle gereğinin yerine getirilmediği bir ülkede ne en yetenekli toplum üyelerinden bu mesleğe istekli olanlar çıkar, ne de var olan öğretmenlerin yüksek bir güdülenme ile görev yapmaları sağlanabilir.
Görüldüğü gibi bağımsız, özgür ve gönençli bir ulusal toplum olmak ve öyle yaşamak için, siyasal kadroların eğitimin ve öğretmenin bu önem ve değerini bilen insanlardan kurulu olması gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, bu gerekleri tüm yönleri ile görmüş, gönüllere ve beyinlere nakış gibi işlenen sanatsal anlatımla dile getirmiş ve tam bir tutarlılıkla uygulamaya da koymuştur.
Bugün Türkiye’nin var olduğu kadarıyla gerçek gücünün tümünde, Atatürk’ün bu eğitim anlayış ve uygulamasının yeri en büyük ölçüdedir.
Çağdaş, demokratik, kalkınan Türkiye Cumhuriyeti’ni çözüp yıkmaya programlanmış oldukları Anayasa Mahkemesi kararıyla saptanmış olan AKP yönetici kadrolarından ise, böyle bir eğitim anlayışının izine bile rastlamamaktayız. Atatürk ilkelerini eğitim-öğretim programlarından çıkarmakla bu çağdaş, demokratik eğitim-öğretim anlayışından yalnız yoksun değil, aynı zamanda ona karşıt olduklarını tüm yıkıcılığıyla sergilemiş oluyorlar.
Onların Türk ulusuna yaraşır gördüğü sözde eğitim, us-dışı, bilim-dışı, baskıya, yerli, ve yabancı sömürgeci boyunduruğuna boyun-eğmeyi şırınga edici, ortaçağcıl inanç ve gelenekleri sürdürücü eğitimdir. Örneğin bir depremde kent ve kasabaların yerle bir olmasının, binlerce insanın ölmesinin sorumluluğunu, partizan kamu-yönetiminde, onun kanatları altında çürük yapı yapan inşaat hırsızlığında arayan ussal anlayışı değil, Tanrı’nın takdirine bağlayan, yönetsel yanlışlardan yakınmayı bile Tanrı’ya başkaldırı sayıp daha büyük cezalara uğramaya neden olacağını söyleyen akıl ve bilim dışı anlayışı şırınga eden eğitimdir.
Cumhuriyet aydınlanmasının yetiştirdiği tüm yurttaşlar, insanlığın övüncü o büyük düşünür devlet adamının Cumhuriyet Türkiyesi’ne temel olan ve AKP karanlıkçılığını da güneş gibi dağıtacak olan eğitim anlayışını, gönüllere ve kafalara nakış gibi işlenen kendi sanatsal anlatımıyla yılmadan, yorulmadan dile getirmelidirler:
“Bugün eriştiğimiz nokta, gerçek kurtuluş noktası değildir. … Kurtuluş, toplumdaki hastalığı ortaya çıkarmakla ve iyileştirmekle elde edilir.
Bir toplumun hastalığı ne olabilir? Ulusu ulus yapan, aydınlatıp ilerleten güçler vardır: Düşünce güçleri ve toplumsal güçler…
Düşünceler anlamsız, mantıksız, uydurmalarla dolu olursa, o düşünceler hastalıklıdır. Bunun gibi toplumsal yaşam akıl ve mantıktan yoksun, yararsız ve zararlı bir takım inançlar ve geleneklerle dolu olursa, kötürüm olur.”
“Ulusumuzun siyasal, toplumsal yaşamında, düşünsel eğitiminde kılavuzumuz bilim ve teknik olacaktır. Bilim ve teknik için hiçbir kısıtlama ve koşul-koyma yoktur. Hiçbir mantıksal kanıta dayanmayan bir takım geleneklerin, görüşlerin korunmasında direten ulusların ilerlemesi çok güç olur, belki de hiç olmaz.”
“Yurdumuzu … üçbuçuk yıl kirli ayaklarıyla çiğneyen düşmanı dize getiren başarının sırrı nerededir, biliyor musunuz? Orduların yönetiminde bilim ve teknik ilkelerini önder edinmemizdedir.”
“En önemli, en temel nokta eğitim sorunudur. Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum durumunda yaşatır; ya da bir ulusu tutsaklık ve düşkünlüğe bırakır.”
“Ulusal kültürümüz uygar ilkelerle ve özgür düşüncelerle beslenip güçlendirilmelidir… Korkutma temeline dayalı ahlâk bir erdem olmadığı gibi güvenilir bir ahlâk da değildir.
“Okul, genç kafalara insanlığa saygıyı, ulusa ve ülkeye sevgiyi, şerefi, bağımsızlığı öğretir. Ülkesini ve ulusunu kurtarmak isteyenler, aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer bilgin olmalıdırlar. Bunu sağlayan okuldur.”
“Ne yazık ki bugün yeryüzündeki yüzmilyonlarca müslüman kitleleri, şunun ya da bunun tutsaklık ve aşağılayıcılık zincirleri altındadır. Aldıkları manevi eğitim ve ahlak, onlara bu tutsaklık zincirlerini kıracak insanlık niteliğini vermemiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerinin hedefi ulusal değildir.”
.