Emperyalizmin 100 Yıllık Hesabı
Emperyalizmin 100 Yıllık Hesabı
'Barış DOSTER '
Aziz Dostum, Sultan Galiyev’ci kardeşim Nusret Türk’ün anısına saygıyla
Ermenistan’dan ziyade emperyalizm destekli Ermeni diasporasının yürüttüğü sözde soykırım kampanyası, irili ufaklı pek çok ülkenin parlamentosu tarafından “soykırım” olarak kabul edildi. Fransa bir adım daha ileri giderek, henüz senatosundan geçirmese de, soykırımın inkârını suç sayan maddeyi parlamentosundan geçirdi. Türkiye, soruna bütüncül olarak bakamadığından, Ermeni açılımı yaparak meseleyi çözeceğini sandığından, Fransa’ya karşı aldığı yaptırım önlemleri hayatta karşılık bulmadığından, diplomaside bir kez daha sınıfta kaldı. Oysa sorun tarihsel gibi görünse de, günceldir. Ama bir tarih sorunu değil, bir siyaset sorunudur. Çözüm yeri de arşivler değildir. Çünkü arşivler bizim en güçlü olduğumuz alandır. Haklılığımızın, masumiyetimizin kanıtlandığı yerlerdir. Bu yüzden, Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren İstanbul’da işgalci olan İngiltere ve Fransa, Osmanlı arşivlerini didik didik etmelerine karşın, soykırım konusunda işlerine yarayacak, kendi tezlerini destekleyecek tek bir belge bile bulamamışlardır. Savaş sonunda Osmanlı Devleti’nin 144 tane sivil – asker yöneticisini tutuklayan, sorgulayan, yargılayan ve Malta’ya sürgüne yollayan İngilizler, soykırım iddialarını kanıtlayacak hiçbir delile, kanıta, ifadeye ulaşamamışlardır. Sonuçta da Osmanlı yöneticileri aklanmışlardır.
Ermeni iddiaları, Batılı, beyaz, Hristiyan adamın dilindeki Doğu Sorunu’nun uzantısıdır. Onların, Osmanlı Devleti için kullandığı “hasta adam” sözü de, özünde Osmanlı’nın tasfiyesi, hatta mümkünse Türklerin geldikleri yere, Orta Asya’ya sürülmesi meselesidir. Osmanlı’nın gerileyişiyle başlayan süreç, tasfiyesiyle bitecekken, Mondros Mütarekesiyle altyapısı hazırlanan işlem, Sevr Antlaşmasıyla tamamlanacakken, Anadolu tarihte eşine az rastlanan bir uyanışla, kendine gelmiştir. Can havliyle, son bir hamleyle, elde avuçta ne kaldıysa seferber ederek, savaşmıştır. Soba borusundan top, ipten üzengi, tahtadan kılıç yaparak Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Türkler, Sevr’deki hesabı, Lozan’da tarihe gömmüşlerdir. Ancak Batılı emperyalist gerçekçidir, akılcıdır. Ve hiç unutmaz. Çıkarı söz konusu olduğunda da dini, mezhebi, aşireti, tarikatı, etnik kökeni kullandığı gibi, tarihi de kullanır. Çünkü tarihi iyi bilir. Türklere Lozan’da kabul ettiremediklerini unutmamıştır, çöpe atmamıştır. Günü geldiğinde, fırsatını bulduğunda kullanmak üzere, katlayıp, cebine koymuştur. Ve o gün yapamadığını bugün yapmaktadır.
Kabul etmek gerekir ki, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi hayli zaman almış, oldukça kanlı olmuştur. Ünlü tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın kitabına ad verdiği üzere “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı”, gerçekten çok uzun sürmüştür. Osmanlı Devleti’nin tasfiyesiyle, onun hükmettiği topraklarda irili ufaklı 40 kadar devlet çıkmıştır. Askeri kayıplar hariç, yaklaşık 5 milyon Osmanlı yaşamını yitirmiş, 5.3 milyonu da Anadolu’ya sürülmüştür. Seçkin tarihçi Prof. Dr. Justin Mc Carthy’nin “Ölüm ve Sürgün” adlı önemli eserinde Müslümanların, Türklerin yaşadıkları bu göçler, sürgünler, kırımlar, ölümler anlatılır.
Emperyalizm, Osmanlı yöneticilerinin soykırım yaptığını, bilimle kanıtlayamamıştır. Hukukla da kanıtlayamamaktadır. Çünkü hukuk kitapları, soykırımdan bahsedebilmek için bilinçli, sistemli, kararlı bir devlet politikası olması gerektiğini yazarlar. Osmanlı Devleti’nin de, onun öncülü olan Türk devletlerinin de böyle bir politikası hiçbir zaman olmamıştır. 1071’de Anadolu’ya geçen Türkler, bırakın en zayıf oldukları, cepheden cepheye koştukları 1915 yılını, en güçlü oldukları yıllarda bile kimseye etnik soykırım yapmamışlardır. Emperyalizm de bunu bildiği için konuyu yıllarca buzdolabında tutmuştur. Gazi’nin hayatta olduğu dönemde gündeme getirmeye cesaret edememiştir. Onun ölümünden sonra Türkiye yalpalayınca, yön duygusunu yitirince, itibarı sarsılınca, özellikle de 1952’de NATO’ya girince, hazırlıklara başlamıştır. Önce, “soykırımın 50. yılı” bahanesiyle 1965 yılında konu gündeme taşınmıştır. Sonra da 1973’den itibaren Ermeni terör örgütü ASALA Türk diplomatlarına saldırmıştır. Ve eylemlerinin son bulduğu 1985 yılına kadar 41 Türk diplomatını şehit etmiştir.
Türkiye, sözde soykırım iddialarıyla mücadele ederken, öncelikle Fransa’ya, Milli Mücadele döneminde Urfa, Maraş ve Antep’te ne işi olduğunu sormalıdır. Çünkü bu üç ilimiz, adlarının önündeki sıfatları Fransızlara karşı verdikleri direnişle kazanmışlardır. Bu muharebelerde, Fransızların Ermeni çetecileri ne amaçla kullandıklarını, Fransız üniforması giyerek savaşan kaç Ermeni milisin olduğunu da sormalıdır Türkiye. Van’da, Bitlis’te, Kars’ta, Erzurum’da Ermeni çetecilerin işledikleri cinayetleri hatırlatmalıdır. Bu konuda Ermeni liderlerin yaptıkları itirafları, genç tarihçi Mehmet Perinçek’in bulup çıkardığı Sovyet arşiv belgelerini masaya koymalıdır. Ermenilerin, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı düşman saflarında savaştıklarını anımsatmalıdır. Savaş, açlık, kıtlık, tehcir koşullarında yaşananların, karşılıklı saldırılar sonucu gerçekleşen ölümlerin, soykırım olmadığını, etnik temizlik olmadığını, sistemli katliam olmadığını vurgulamalıdır. “Millet-i Sadıka” denen, Osmanlı bürokrasisinde hem nicelik hem de nitelik açısından önemli yeri olan, dışişleri bakanlığına dek yükselebilen Ermenilerin (Balkan Harbi’nde Osmanlı’nın hariciye vekili Gabriel Noradungyan idi), emperyalizm tarafından kullanıldığını belirtmelidir. Ve tüm olumsuzluklara karşın tehcirin Ermenilerin tamamını kapsamadığını, sistemli bir etnik temizlik, soykırım olsa, Ermenilerin tamamını kapsaması gerektiğini söylemelidir.
Kabul edelim, Türk halkı üzerinde toplum mühendisliği yapılmaktadır. Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojik harpte önemli mevziler kazanılmıştır. Algı yönetiminin, karanlık savaşın tüm yöntemleri uygulanmaktadır. Bağımsızlığını kazandıktan kısa süre sonra, Azerbaycan topraklarının beşte birini oluşturan Dağlık Karabağ’ı işgal eden, binlerce Azerbaycan yurttaşını öldüren, 1 milyon insanın göç etmesine neden olan Ermenistan’ın saldırganlığını konuşmamaktadır Türkiye. Diplomatlarımızı şehit eden ASALA militanlarından bir tanesinin bile Ermenistan’da neden yargılanmadığını, tersine niçin milli kahraman muamelesi gördüğünü sormamaktadır.
Ve ne yazık ki doğru soruları sormadığı için de doğru sonuca ulaşamamakta, doğru tavır alamamaktadır.
İlk Kurşun

Ermenistan’dan ziyade emperyalizm destekli Ermeni diasporasının yürüttüğü sözde soykırım kampanyası, irili ufaklı pek çok ülkenin parlamentosu tarafından “soykırım” olarak kabul edildi. Fransa bir adım daha ileri giderek, henüz senatosundan geçirmese de, soykırımın inkârını suç sayan maddeyi parlamentosundan geçirdi. Türkiye, soruna bütüncül olarak bakamadığından, Ermeni açılımı yaparak meseleyi çözeceğini sandığından, Fransa’ya karşı aldığı yaptırım önlemleri hayatta karşılık bulmadığından, diplomaside bir kez daha sınıfta kaldı. Oysa sorun tarihsel gibi görünse de, günceldir. Ama bir tarih sorunu değil, bir siyaset sorunudur. Çözüm yeri de arşivler değildir. Çünkü arşivler bizim en güçlü olduğumuz alandır. Haklılığımızın, masumiyetimizin kanıtlandığı yerlerdir. Bu yüzden, Birinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren İstanbul’da işgalci olan İngiltere ve Fransa, Osmanlı arşivlerini didik didik etmelerine karşın, soykırım konusunda işlerine yarayacak, kendi tezlerini destekleyecek tek bir belge bile bulamamışlardır. Savaş sonunda Osmanlı Devleti’nin 144 tane sivil – asker yöneticisini tutuklayan, sorgulayan, yargılayan ve Malta’ya sürgüne yollayan İngilizler, soykırım iddialarını kanıtlayacak hiçbir delile, kanıta, ifadeye ulaşamamışlardır. Sonuçta da Osmanlı yöneticileri aklanmışlardır.
Ermeni iddiaları, Batılı, beyaz, Hristiyan adamın dilindeki Doğu Sorunu’nun uzantısıdır. Onların, Osmanlı Devleti için kullandığı “hasta adam” sözü de, özünde Osmanlı’nın tasfiyesi, hatta mümkünse Türklerin geldikleri yere, Orta Asya’ya sürülmesi meselesidir. Osmanlı’nın gerileyişiyle başlayan süreç, tasfiyesiyle bitecekken, Mondros Mütarekesiyle altyapısı hazırlanan işlem, Sevr Antlaşmasıyla tamamlanacakken, Anadolu tarihte eşine az rastlanan bir uyanışla, kendine gelmiştir. Can havliyle, son bir hamleyle, elde avuçta ne kaldıysa seferber ederek, savaşmıştır. Soba borusundan top, ipten üzengi, tahtadan kılıç yaparak Kurtuluş Savaşı’nı kazanan Türkler, Sevr’deki hesabı, Lozan’da tarihe gömmüşlerdir. Ancak Batılı emperyalist gerçekçidir, akılcıdır. Ve hiç unutmaz. Çıkarı söz konusu olduğunda da dini, mezhebi, aşireti, tarikatı, etnik kökeni kullandığı gibi, tarihi de kullanır. Çünkü tarihi iyi bilir. Türklere Lozan’da kabul ettiremediklerini unutmamıştır, çöpe atmamıştır. Günü geldiğinde, fırsatını bulduğunda kullanmak üzere, katlayıp, cebine koymuştur. Ve o gün yapamadığını bugün yapmaktadır.
Kabul etmek gerekir ki, Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi hayli zaman almış, oldukça kanlı olmuştur. Ünlü tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın kitabına ad verdiği üzere “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı”, gerçekten çok uzun sürmüştür. Osmanlı Devleti’nin tasfiyesiyle, onun hükmettiği topraklarda irili ufaklı 40 kadar devlet çıkmıştır. Askeri kayıplar hariç, yaklaşık 5 milyon Osmanlı yaşamını yitirmiş, 5.3 milyonu da Anadolu’ya sürülmüştür. Seçkin tarihçi Prof. Dr. Justin Mc Carthy’nin “Ölüm ve Sürgün” adlı önemli eserinde Müslümanların, Türklerin yaşadıkları bu göçler, sürgünler, kırımlar, ölümler anlatılır.
Emperyalizm, Osmanlı yöneticilerinin soykırım yaptığını, bilimle kanıtlayamamıştır. Hukukla da kanıtlayamamaktadır. Çünkü hukuk kitapları, soykırımdan bahsedebilmek için bilinçli, sistemli, kararlı bir devlet politikası olması gerektiğini yazarlar. Osmanlı Devleti’nin de, onun öncülü olan Türk devletlerinin de böyle bir politikası hiçbir zaman olmamıştır. 1071’de Anadolu’ya geçen Türkler, bırakın en zayıf oldukları, cepheden cepheye koştukları 1915 yılını, en güçlü oldukları yıllarda bile kimseye etnik soykırım yapmamışlardır. Emperyalizm de bunu bildiği için konuyu yıllarca buzdolabında tutmuştur. Gazi’nin hayatta olduğu dönemde gündeme getirmeye cesaret edememiştir. Onun ölümünden sonra Türkiye yalpalayınca, yön duygusunu yitirince, itibarı sarsılınca, özellikle de 1952’de NATO’ya girince, hazırlıklara başlamıştır. Önce, “soykırımın 50. yılı” bahanesiyle 1965 yılında konu gündeme taşınmıştır. Sonra da 1973’den itibaren Ermeni terör örgütü ASALA Türk diplomatlarına saldırmıştır. Ve eylemlerinin son bulduğu 1985 yılına kadar 41 Türk diplomatını şehit etmiştir.
Türkiye, sözde soykırım iddialarıyla mücadele ederken, öncelikle Fransa’ya, Milli Mücadele döneminde Urfa, Maraş ve Antep’te ne işi olduğunu sormalıdır. Çünkü bu üç ilimiz, adlarının önündeki sıfatları Fransızlara karşı verdikleri direnişle kazanmışlardır. Bu muharebelerde, Fransızların Ermeni çetecileri ne amaçla kullandıklarını, Fransız üniforması giyerek savaşan kaç Ermeni milisin olduğunu da sormalıdır Türkiye. Van’da, Bitlis’te, Kars’ta, Erzurum’da Ermeni çetecilerin işledikleri cinayetleri hatırlatmalıdır. Bu konuda Ermeni liderlerin yaptıkları itirafları, genç tarihçi Mehmet Perinçek’in bulup çıkardığı Sovyet arşiv belgelerini masaya koymalıdır. Ermenilerin, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı düşman saflarında savaştıklarını anımsatmalıdır. Savaş, açlık, kıtlık, tehcir koşullarında yaşananların, karşılıklı saldırılar sonucu gerçekleşen ölümlerin, soykırım olmadığını, etnik temizlik olmadığını, sistemli katliam olmadığını vurgulamalıdır. “Millet-i Sadıka” denen, Osmanlı bürokrasisinde hem nicelik hem de nitelik açısından önemli yeri olan, dışişleri bakanlığına dek yükselebilen Ermenilerin (Balkan Harbi’nde Osmanlı’nın hariciye vekili Gabriel Noradungyan idi), emperyalizm tarafından kullanıldığını belirtmelidir. Ve tüm olumsuzluklara karşın tehcirin Ermenilerin tamamını kapsamadığını, sistemli bir etnik temizlik, soykırım olsa, Ermenilerin tamamını kapsaması gerektiğini söylemelidir.
Kabul edelim, Türk halkı üzerinde toplum mühendisliği yapılmaktadır. Türkiye’ye karşı yürütülen psikolojik harpte önemli mevziler kazanılmıştır. Algı yönetiminin, karanlık savaşın tüm yöntemleri uygulanmaktadır. Bağımsızlığını kazandıktan kısa süre sonra, Azerbaycan topraklarının beşte birini oluşturan Dağlık Karabağ’ı işgal eden, binlerce Azerbaycan yurttaşını öldüren, 1 milyon insanın göç etmesine neden olan Ermenistan’ın saldırganlığını konuşmamaktadır Türkiye. Diplomatlarımızı şehit eden ASALA militanlarından bir tanesinin bile Ermenistan’da neden yargılanmadığını, tersine niçin milli kahraman muamelesi gördüğünü sormamaktadır.
Ve ne yazık ki doğru soruları sormadığı için de doğru sonuca ulaşamamakta, doğru tavır alamamaktadır.
İlk Kurşun
.