Tehlike geliyorum demiyor, geldi!
Melek. Yaradan adı gibi melek yaratmış. Doğan aya sen doğma ben doğayım diyen masal kızı gibi. O kadar güzel. Kaş göz sanki kalemle çizilmiş. Saçlar koyu renk, dalgalı iniyor omuzlara. Ağız burun, boy pos yerinde … Ördek başı yeşili, yarım kollu, yuvarlak yakalı gömlek giymiş. Ayak ayak üstüne atarak oturduğu yüksek sandalyede havalı havalı bakıyor. Kelime oyununu izliyorum.
Adı yabancı bir televizyon kanalı, her akşam bir buçuk saat Türkçeyle oyun oynatıyor ekranlarında. Dört harfli sözlerden başlayıp on harfli sözlere kadar giden on dört söz soruluyor. Bunlar kelime, söz dizisi, ikileme, argo söz, yabancı dilden girmiş söz olabiliyor. Bilemeyen harf istiyor. Ama her harf alımı bir puan kaybettiriyor. Yarışmaya her katılan bir içim su gibi oluyor. Kadın erkek, hepsinin işi gücü yerinde, hepsi varsıl, hepsi birbirinden güzel giyimli, bakımlı…Başka bir ülkeden konuk gelmişler gibi.
O gece ite kaka ilerliyor yarışmacılar. Herkes ortalama bir düzeyde. Melek de öyle, harf ala ala gidiyor. Buraya kadar insanı sarsacak, irkiltecek bir şey yok. Kızın güzelliği insana istemeden genelleme yaptırarak Türklerin güzelliğinden onur duyduruyor, kendine de pay çıkarıyor, içten içe ulusumun insanları ne de güzel diye seviniyorsun…
Yarışmada sıra yedi harfli sözlere geliyor. Soru aklımda kaldığına göre şöyle:
“Kalıcı, kalımlı, sağlam, sürekli, yaşamak, yok olmamak anlamındaki Farsça kökenli bir söz.
Sunucu ip ucu veriyor, şunu söylüyor:
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet (nokta nokta) …. kalacaktır.”
Melek için bu söz hiçbir şey ifade etmiyor olmalı ki harf istiyor.
Sözün ilk harfi çıkıyor: “P”. Sonlarda da “D” harfi çıkıyor. Sonundaki “R” mi çıkmıştı, yoksa üçüncü harfi “Y” mi kayıt etmemişim yanlış diyebilirim. Üç dört harfi belli oluyor sözün.
Kelimenin en az üç harfi çıkmış. Melek bilemiyor.
Melek’in o güzel yüzünün boş boş baktığını görünce sunucu, şunu demek gereğini de duydu:
“Bu kelime hakkında, en çok bilinen de, Atamız’ın bu sözüdür.“ Sözü tekrar okudu. Kelime oyununda sorulan sözü atlayarak tabii:
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet …. kalacaktır.”
İşte, okullarda Gençliğe Hitabe’nin henüz kaldırılmadığı, sabahları, okul törenlerinde İstiklâl Marşı’nın okunabildiği, Andımız’ın her sabah tekrarlandığı, kendi dilimizde ders yapıldığı, ses bayrağımızın göklerimizde yükseldiği, yaralanmadığı, indirilmediği, okullarda başları sargılı kızların “elif ba” diye bağrıltılmasına daha başlanılmadığı günlerde okula giden, Atatürk ilke ve devrimlerine göre öğrenci yetiştirilebilen günlerde okullu olan, ders kitaplarında Atatürk’ü okuyan, tanıyan, ulusal bayramlarını okullarında, meydanlarda kutlayabilen, ulusal bayramların, Kurtuluş Savaşımızın anlatıldığı, derslerde öğretildiği, ulusal bayramların kutlanmasının yasaklanmadığı günlerde eğitimini tamamlayan bir genç kız bu. Neredeyse dağa taşa yazılan, her okulda Atatürk köşelerinde yazılı olan, Türk gencinin ezbere bilmesi gereken sözlerden birini, belki de en önemlisini bilmiyor…
O anda gözümden bütün güzelliği gidiyor Melek’in. Yurdumuzun çocuklarının bundan böyle hep boş boş bakacakları acı gerçeğiyle sarsılıyorum.
Ezber, eğitimde çok sık kullanılan bir yöntemdir. Şimdi çağdaşlık taslayanlar hemen karşı çıkacaktır. Ezber, eğitim değil, deneyerek eğitim, yok böyle eğitim, yok şöyle diye boş boş konuşacaklardır…
Peki güzel kardeşim, bu yayılmacı ülkeler kültürleriyle de bizi ezmek, esir almak için bu yöntemi neden kullanıyorlar o halde? Madem çağdışı, önemsiz, yararsız…
Ortaokulda İngilizce dersimize ilkokul öğretmenlerinden biri geliyordu bize, ilk yıl İngilizce öğretmenimiz yoktu. Hep kelime ezberleyerek ders yapardık. Ertesi yıl doğru İngilizce öğretmenimiz gelmişti. Bu işin okulundan mezun genç bir kadın. Bize ilk öğrettiği neydi biliyor musunuz? İngilizce alfabeyi şarkı gibi nağmeyle okuyarak ezberletmek. Şu an bile aklıma ezgisini getirebildiğim an, bir anda söyleyebiliyorum. “Ey, bi,si di… i,ef, ci… eyç, ay cey key…el,em en…”
Ezberle beynimize girmişler, çıkmaları mümkün değil. Körpe beynimiz bunu ezberlemiş. Ya kendi alfabemiz? Kaç kişi ezber söyler? Ezberlettiler mi bize? İngilizceye verdikleri önemi verdiler mi? Tevfik Fikret’in ne güzel alfabe şiiri vardır. Çok da kolay ezberlenir. Tekerleme gibi sevilerek söylenir.
“Tembel Çocuk” adıyla Türkçeye çevrilen Yakup Usta (Meister Jakop) şarkısını kaç dille öğrettilerdi bize unuttunuz mu? Yabancı dillerin egemenliği, yabancı kültürlere esir olma böyle başlatıldı… Filmleriyle, şarkılarıyla, kitaplarıyla, dergileriyle… Dilleri en öndeydi bu dayatmada. Hiçbir şeye benzemeyen dillerinin bizim dilimizi yutması böyle giderse yakındır. Çocuklarımızın , gençlerimizin de böyle boş boş bakması yadırganmayacak o zaman…
Atatürk’ü tanımaması onların, ünlü sözlerini bile hiç duymamaları, bilmemeleri… kimseyi şaşırtmayacak.
Öğretmenlik yaptığım yıllarda dikkatimi çekerdi. Alman öğretmenler biraraya geldi mi hep bir ağızdan dünyanın şarkısını okurlardı. Okul şarkıları, geleneksel günlerinin şarkıları… Biz ne yaparız? Kaçımız kaç çocuk şarkısını ezbere biliriz? Çocuklarımıza bir şarkı söyle deyince çocuk ne söylüyor? Bildikleri ulusumuzun ortak şarkıları kaldı mı artık? Kaç kişi, “ Dağbaşını duman almış” der bir araya gelince? Ulusal marşlarımızı en son ne zaman duydunuz? Çalınıyor mu radyolarımızda? Çocuklarımızın bunlardan haberi var mı? Şimdilerde Mustafa Sandal’ı bilirler, Tarkan derseniz anlarlar, yalan mı?
Yabancı dil eğitiminde ezber baş yöntemdir. Şiir ezberle, tekerleme ezberle, söz ezberle… Hep ezberle… Bazı okuma parçalarını baştan sona ezberletirler. Tek kelime atlamadan bir parçayı ezberlersin. Hem de bölüm bölüm, yarım sayfa yazıyı, bir sayfayı geçen yazıyı.
Türkçede de böyle öğrettilerdi bize ders metodunu. Şiir ezberletme, tekerleme ezberletme, bilmece ezberletme… dil gelişiminde, dilin akıcılık kazanmasında çok önemlidir. Atatürk’ün hayatını ezbere anlattırma. ..Atatürk’ün ünlü sözlerini ezbere okutma… Anlatımın, dilbilgisinin, okuma, yazmanın yanında ezberleme yöntemini de kullanma… Bunlarla yetiştik, bunlarla da öğrenci yetiştirdik…
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, kırklı yılların sonunda okula gitmiş bir komşum var. Babası köy hocasıymış. Okumaya meraklı bir kızmış. İlkokul üçe kadar okutmuşlar onu köyünün okulunda. Hep hayıflanır, okuyacaktım ki ben … der. Ağzından hiç düşürmediği bir şiiri var. Başlar söylemeye:
Türküm büyüğüm, var mı eşim? diye bir başlar, bir çırpıda okur gider…Sular seller gibi sözler ağzından dökülür. İlkokulda ezberletmişler ona. Bayramda çıkıp okumuş.
Türküm Büyüğüm, Var mı Eşim?
Koptum ana yurttan koca seller gibi taştım
Baktım güneşe dağları deryaları aştım
Yollarımdaki engellerle şanla savaştım
Türküm büyüğüm var mı eşim söyle bilirsen
Tarihlere sor al haberi şüphelenirsen *
Ben kaç taç uçurdum kaç tahtı devirdimKaç imparatora af eyle dedirttim
Tarihi bile istediğim semte çevirdim *
Türküm büyüğüm var mı eşim söyle bilirsenTarihlere sor al haberi şüphelenirsen
*Beni Balkanlarda öldü diyenler
Haç parladı yıldızla hilal soldu diyenlerMirası Yunan milletinin oldu diyenler
*
Türküm büyüğüm, var mı eşim söyle bilirsen
Tarihlere sor, al haberi şüphelenirsen
Bu şiiri bilgiağında aramıştım Fatma Ana’dan ilk duyduğum da… Fehmi Gildiroğlu yazmış. Gerçekten tek bir sözü bile atlamadan, değiştirmeden okuyordu. Daha böyle pek çok ezbere bildiği şiir var. “Dur yolcu, diye bir başlıyor, o okurken sen sarsılıyorsun:
“Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sesiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.”
Her çocuğumuzun büyürken okuması gereken yazılar bunlar… Eğer ezberlemeseydi bu şiirleri, vatan –millet ve Atatürk sevgisini okulda öğrenmeseydi Fatma Ana, belki de böyle millîyetçi, böyle bilinçli bir “kadın ana” olamayacaktı.
Rastlantının böylesine ne derler, bilmem. Akşam evde kontrol için bir ara televizyon kanallarını dolaşırken, “Bir kadın, bir erkek” adlı dizide İstiklâl Marşı’nın dizeleriyle alay edildiğini duymayayım mı?
Evde civciv kaybetmiş kadın. Kocası ile cilveleşirken civcive basmaması için erkeğe şunu diyordu:
“ Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı.” Toprak yerine de halı mı ne dediydi, tam anlayamadım. Ama dizeyi tam tamına şiirdeki gibi söyledi.
İstiklâl Marşı’nın bu en sarsıcı sözlerini kıytırık dizilerine çerez yapmaya kalkmışlar anlaşılan. Şiirin bu dörtlüğünü ezber okuyamayan var mıdır?
“ Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı:
Verme, dünyaları alsanda bu cennet vatanı.”
Yine ünlü mü ünlü(!) bir komedyen’in yazdığı söylenen, İstiklâl Marşı’nın sözleri değiştirilerek sözde siyasete meze yapılan pis bir yazı da hep elden ele dolaşır.
*
Çocuklarımızın adları da belki Türk adı olarak kalmayacak böyle giderse. Kalsa bile içleri boşalacak, ruhları çalınacak… Özümüze dönüp, silkinmezsek, kendimize gelmezsek…
Tehlike geliyorum demiyor, geldi!
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Demiştir Atatürk. Her Türk çocuğu ezbere bilmelidir bunları… Yine Cumhuriyet için söylediği şu söz ne güzeldir:
“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir.”
Cumhuriyetimizin içini boşaltmaya yeltenenlerin çok yol aldığı bugünlerde, Atatürk’ün sözlerini hatırlamaya, hatırlatmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var…
Çocuklarımızı kaybetmeyelim. İçleri boşalmasın, boş boş bakmasınlar… Hep güzel olsunlar, güzel kalsınlar…
.