Kaçının başı kel? Kaçı alık, kaçı balık?
ALIKLAR – BALIKLAR – SANATÇILAR

'Feza TİRYAKİ '
Sanatçı deyince yaratıcı, eser veren, eserlere can veren kimse anlaşılır. Aydın, öğrenim görmüş, bilgili, görgülü, kültürlü kimse demektir. Sanatçılar ve aydınlar toplumun en önündeki değerli kişilerdir, topluma yol gösterir, önderlik eder, gidilecek yola ışık tutarlar.
Sanatçılar, aydınlar, aydınlığın, çağdaşlığın yanındadır, onların geriye gidişi, ülkesinin kütülüğünü isteyecekleri başka bir ülkede akla bile gelemez.
Bizde olur. Bizde ülkesinin çıkarlarını savunan, ülkesinin kurucu iradesine saygı, sevgi gösteren, kendi çıkarını düşünmeyen, yalakalık, döneklik, fırıldaklık etmeyen, “gelen ağam, giden paşam” demeyen, kişilikli, adam gibi adam, kadın gibi kadın olan bir avuç sanatçı- aydın bulamazsınız.
Bizim asıl zayıf yönümüz budur.
Düşmanlarımızın da tepe tepe kullandıkları, algımızı bozmak için yararlandıkları kişiler bunlardır.
Bunların azıcık ünlü olmuşları iyice pusulayı şaşırırlar.
Son günlerde takkeler düşüyor, kel görünüyor. Kimi şaşırıyor: “ A… o da mı bölücüymüş?” “ A bak falanca ne demiş?” “ Bak bak, profesör doktor demiş bunu, meğer ne biçim vatan millet düşmanıymış, haberimiz yokmuş….”
Bir kadın, vaktiyle romanlar yazmış. Edebiyatçı demişler ona. Türk dilinin yazarı: Adalet Ağaoğlu. Ünü, parayı böyle kazanmış. Almanya’da, Türk solunun önderlik ettiği Türk çocuklarına hazırlanan Türkçe ders kitaplarına bile yazıları konmuş. Sonra bir konuşuyor, oho… diliniz tutuluyor şaşkınlıktan… Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez ilk dört maddesinden dertli bu hanım. Hani daha değiştirilmedi, Başbakan yalan mı söyledi yoksa diye yakınıyor. Bölünmeye çanak tutuyor. Diline hizmet ettiği ülkenin yıkımını istiyor, diline ortaklar arıyor, yayılmacılara hizmet edebiliyor… Ülkesinin kurucusuna, kendisini bu güne getiren Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı durabiliyor. Bundan ne utanç duyuyor, ne de çekiniyor. Yargımızı bağımlı eden Anayasa değişikliği halk oylamasında da meğer evet demişmiş bu. Saçları değirmende ağartmış demek… Şu dedikleri ise unutulmayacak, ibretle anımsanacaktır:
“İlk 4 madde altı kırmızı ile çizilmiş, bunu değiştiremiyorlar. O öylece kaldıktan sonra hiçbir şey değişmez. Kürt sorunu da çözülmez, demokrasi de olmaz, sivil anayasa da olmaz.”
Varlığını borçlu olduğu Atatürk Cumhuriyeti’ne ihanetini bu kişi daha açık seçik nasıl gösterecekti. Takkesi düştü, işte, başı kel!..
Sonra açıkça kürtçülük, ayrımcılık yapıyor. Nobel ödülü bekliyor olmalı, böyle yapanların önü açılıyor ya. Diyarbakır’da F tipi cezaevlerinde binlerce insan haksız yere yatmışmış. Ergenekon olmadan onların( burada subaylardan söz ediyor olmalı) hanımlarının, kızlarının hiç sesi çıkmamış.Bu hanımlar kızlar şimdi Silivri’nin kapısında haksızlık diye bağırıyorlarmış.
Müziğin Orhan Babası hayranlarının gözü önünde kaç kez takkesini düşürdü ama hayranları kelini görmemeye niyetlenmişler bir kere. Kelini gösteren bu kişiye değil, keli gördüğünü söyleyenlere küfürlü dille saldırıyorlar.
Kaç kez televizyonlarda onun açılımcıların önde geleni olduğunu farkettiniz öyle değil mi? Afyon’da askerlerimizin patlatılan bombalarla toz duman edildiği, bu olayın öncesinde sonrasında askerimizden onlarcasının şehit edildiği günlerde gazetelere bir haber düşmüştü. Hayat arkadaşı Sevim Emre’ye 14 kilo verdiği için istediği son model kırmızı arabayı alacakmış baba dediğiniz kişi. Sonra da uzun bir söyleşisini okuduk:
Barış için her şey denenmeliymiş. Şarkılarını, dalına tutunduğu, yaygınlaşmasına hizmet ettiği arabeski falan bırakmış şimdi açılımcılara hizmete soyunmuş. Oslo sürecini yorumluyormuş yani terör örgütüyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin görüşmesi olağan ve doğru göstermek isteniyor bu sözlerle. Milyonlarca hayranı baba bunu dediyse öyledir diyecek, gözü kapalı hepsi ardından gidecek, babaları ya, ne dese doğrudur!
“Ben barış için herşeyin denenmesi gerektiğine inanıyorum. Söyleyerek, söyleşerek barışa ulaşabiliriz. Uzaktan kızarak silah çekerek barışa ulaşmak mümkün değil. “
Buradaki uzaktan kızarak silah çeken kim ola ki? Türk askeri mi? Terörist mi? Anlaşılmıyor… Sonra Baba devam ediyor:
“Barış olmazsa yaşam olmaz ki! Barış neden istenmez ki! Eğer bir art niyet yoksa o zaman bir eksiklik vardır ve giderilmelidir. Bu dünya hepimize yeter. Türkiye Cumhuriyeti devletimiz ne güzel kuruldu, ilkeler, programlar verildi. Acaba bunları ne derece yapabildik. Ne kadarını yapabildik? Eksikliklerimiz, yanlışlarımız da olabilir. Yanlışımız varsa geri dönmeliydik, eksiğimiz varsa tamamlayabilirdik. Demek ki yeterince değerlendiremedik ki, birtakım haksızlıklar oldu. Ama artniyet de var demek ki…”
Bu bölümdeki sözleri anlamak mümkün değil.
Barışı bir istemeyen var. Peki bu barış neyin nesi? Neyin arasında olacak?
Kimin, neyin arasında?
Bir yanda Türkiye Cumhuriyeti devleti var. Devleti, ulusu koruyan ordusu, halkı koruyan( canı malı) güvenlik güçleri, devletin sınırları, devletin yasaları, devletin bir yönetimi, bir düzeni var.
Bir yanda da dış güçlerin yüzlerce yıl önceden beri gelen, geçen yüz yılda Atatürk yüzünden kursaklarında kalan Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu’daki emelleri. Bu emelleri için kullandıkları Ermeni maşalar ve Kürt maşalar…
Bu maşaların satın aldıkları kansızların devlete silah çekmeleri, başkaldırmaları, sivil asker demeden tek suçları görevini yapmak olan insanlarımızı acımadan, gözlerini kırpmadan gelişigüzel, rastgele öldürmeleri…
Bu eli kanlı, gözü kanlı, gönlü kanlı katil sürüsü ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında mı olacak bu dediği barış?
“Eğer bir art niyet yoksa o zaman bir eksiklik vardır ve giderilmelidir. Bu dünya hepimize yeter.”
Burada yine zorlanıyorum. Eğer bir art niyet yoksaymış. Kimde yoksa? Hadi en iyi niyetle buna teröristte yoksa diye cevap verelim. Eee, neymiş? O zaman bir eksiklik varmış. Bu eksiklik giderilmeliymiş. Terörist, eksikliği için öldürüyormuş demek. “Nesi eksikse gidereceksin.” Ne istiyorlar en başta? Dil. Ayrı bir dil. İkinci bir dil adı bulup koymak Anayasa’ya. Bu konulan dille de bölünmenin önünü açmak. Bu konan dille olabildiği kadar eğitim. Dostlar alışverişte görsün örneği. Arkasından özerk yönetim. Son aşamada da bağımsızlık almak.
Doğal olarak, silah çeken, bomba koyan, pusu kuran, kan döken bu eksiklerini(?) alırsa bunu yapmayan diğer yerel ağızların hepsi de bundan istemez mi? Onların canı patlıcan mı? Zaten bunu çoktandır diyorlar bunların Meclis’teki temsilcileri. “En az yirmi bölgeye bölünsün Türkiye. Her bölüm bağımsız şehir devleti olsun…” gibi bölücü zehirleri sırf yabancı ülkelere gittiklerinde değil, artık uluorta ülkemizde de ortalığa saçmıyor mu bunların başları? Orhan babanız bunları duymamış olabilir mi? Bakın ne diyor:
“Bu dünya hepimize yeter.”
Bu yetecek olan Türkiye olmalı. Eksikleri gidereceksin, eksikleri vereceksin. Barış gelecek. Bu dünya hepimize yetecek…
Bundan sonra dediklerini yavaş yavaş içinize sindirerek bir kez daha okuyunuz.
Eksiklerimiz yanlışlarımız olabilirmiş. ( Ne olaki bu eksiklik ve yanlışlar? Söyleseydi de bilseydik)Yanlışımız varsa geri dönmeliydik diye hayıflanıyor. Atatürk ve silah arkadaşlarının, Türk ulusuyla birlikte yedi düvelle çarpışarak, savaşarak, şehit kanları üzerine kurdukları,Türk Ordusu’na emanet ettikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda eksikler ve yanlışlar varmış da düzeltilmemiş de, bir takım haksızlıklar olmuş da, bu yüzden son otuz yıldır dış destekli terör belası başlamış oluyor bu anlatıma göre.
Alın size açılımın hasını yapan bir sanatçı(!)
Açılım yapan yalnızca birkaç kişi mi? Ne gezer…
Böyle profesör doktorlardan tutun, en alt sıralarda gezinen, sürünenlere kadar gidin…
Bu ülkenin en sevilen, en çok okunan, yazıları ders kitaplarına kadar giren yazarı Yaşar Kemal’i Türk Ulusu’ndan ayrı saymak kimsenin aklının ucundan geçemezdi bu açılımlardan önce. Terör örgütünün ortaya çıkmasından önce… Meğer o kendini ayrı sayarmış. Bir zamanlar çıkıp ortaya şöyle demişti romanlarını gençken destandan sayıp bir solukta okuduğumuz, yere göğe sığdıramadığımız bu kişi, varlığını borçlu olduğu Cumhuriyet dönemi için demişti bunu: “70 yıllık zulüm dönemi”…
Orhan Pamuk’u saymaya gerek var mı? Varlığını borçlu olduğu Cumhuriyet’e, içinden çıktığı yüce Türk ulusuna attığı iftiraları, kötü sözleri kundaktaki bebekler bile duymuştur. Bu nedenle de Batı’dan ödül aldığını bilmeyen kalmamıştır!
Yılmaz Güney’i biz çocukluğumuzda tanıdık, sevdik… Kızlar, “Çirkin Kral” diye ona aşıktılar. Kimsenin aklına bu kişinin açıkça bölücülük yaptığı, ülkesine ihanet ettiği gelmezdi o yıllar. Sonra öğrendik. Bölücülük etmeyi bir matah sanan alık solcular şu güne kadar ayınamadılar ki, bunun ölüm yıldönümünü, yok doğum yıldönümünü hâlâ anıyor, iç çekiyorlar kendilerine aydın diyen bazıları…
Antalya Film Festivali’ne de bölücülük damgasını vurdu. CHP’li Belediye açıkça bölücülük yapan, açılımcı eski bir kadın artisti seçici kurulun başına seçti. Sonra da bölücülük yapan bir filme ödüller yağdırdılar. On iki yaşındaki bir çocuğa da hızlarını alamadılar en iyi erkek oyuncu ödülü veriverdiler. Çocuk, on iki yaşındaki çocuk, çocuk değil, birdenbire erkek sayıldı. İlk filmini çeviren bir Rus kızı da en iyi kadın oyuncu oldu mu size… Kızcağız bile şaşırdı bu aymazlığa… Oralara giden sürüyle aydın da bu garipliği alkış yağmuruna tuttu mu, tuttu… Yaşına başına bakmadan , olur mu olmaz mı demeden törenlerde öyle açık saçık giyinmiş kuşanmış açılımçı bu artist de artık kendini tutamadı. Eşsiz fikirlerini, babasının Kürt olduğunu, yok bilmem ne sorununu nasıl çözeceğimizi anlattı da anlattı basına yayına…
Sibel Can, isimli şarkıcı da geçen bayramda, başka bir açılıma katkı sağlamıştı. Yaz başında iktidarın bakanının biri ‘Rus kızlarıyla evlilik” açılımı yapmıştı. Türkçeyi, Türklüğü yoksa nasıl bitirecekler, öyle değil mi? Türk aile yapısına en uygun kızlar Rus kızlarıymış. Aynen böyle dediler. Ruslarla evliliği teşvik ediyoruz dediler. Bu kendine sanatçı denilen şarkıcı hanım da ilk konserinde bu işe balıklama atlayıverdi. 21 Ağustos tarihli gazetelere sözleri manşet oldu:
“Oğluma böyle bir Rus kızı istiyorum.” Antalya’da kıvrak dansına bayıldığı Rus kızı için söylermiş bunu.
Küçük Serçe’yi ise herkes biliyor. Oğulcuğunun gidemediği, ayak basamadığı yerleri ne yapacakmış. Oralar bizim sayılmazmış… Verelim gitsinmiş…
Afrika’daki açlarla göbek atıp gerdan kıvıran herkesin bildiği adıyla, “süper star Ajda Pekkan” açılımcıların kraliçesi sayılabilir. Bir konserinde iktidarın bir bakanına şöyle haykırıyordu: ‘Sizi çok seviyorum. Allah sizi başımızdan eksik etmesin!”
Böyle açılım kahvaltılarında , toplantılarında iktidarın en yetkilisinin önünde diz çöküp susta duranları ise saymaya bile değmez. Onların resimlerini, acınası hallerini gören gördü…
Muhalefetin en acar vekili Muharrem İnce bile açılıma hizmet ettikten sonra geriye ne kalacak? Her yerde esip kükreyen bu vekil bir arkadaşıyla birlikte Meclis’e yasa teklifi verdi. Kürtçe(?) ile seçimlerde seçim konuşması, çalışması yapmanın yolunu iktidar değil, muhalefetin sözüm ona en acar adamı açtı…
Televizyonlarda sözde Atatürkçü söylemleriyle ünlenen bir kadın profesör de (Nurşen Mazıcı) sonunda diyeceğini demiş, kelini göstermiş birkaç gün önce. Bu, Atatürk Cumhuriyeti’nin var ettiği, kişilik verdiği, birey yaptığı, varlığını Türkiye Cumhuriyetini kuranlara borçlu olan kadın, ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu Atatürk’e çekinmeden dil uzatmış. Cumhuriyeti sorgulamış.”Atatürk asimilasyon yaptı.” demiş. ( Türkçesi, içimizdeki farklı kökenleri, kültürleri eritti, yok etti.) Daha varlığını borçlu olduğu Cumhuriyeti bilmiyor. Bilmezden geliyor. Söz atmayı, karalamayı bir marifet sanıyor! Şimdiye dek bunu televizyonlarda izleyenler, tanıyanlar şaşkın. Çünkü keli gördüler… Profesör doktor hanımın takkesi yerlerde…
Zerrin Özer isimli şarkıcı başbakan desteğiyle , başbakanlık talimatıyla verilen destekle yeni müzik kasetini çıkarıyormuş. Kutsi isimli şarkıcı da dincilere göz kırpmış, selam çakmış: “Eşim kapanmak isterse saygı duyarım. “ demiş. O da bir gün eşine, “Kendimi dine veriyorum.” dese o da ona saygı duyarmış… Lafa bakın, beri gelin!.. Dediklerinin bir iler tutar yeri var mı?
Yavaş yavaş dinî bir yönetime doğru kaydırılırken ülkemiz, bölücüler ülkemizi bölmeye bu kadar yaklaşmışken, terör örgütü ile görüşmelere alışılmışken, buna artık kimseler şaşıramazken, şehit haberleri ıvır zıvır magazin haberleri içinde kaybolup giderken, kimseler bu durumlara aldırmazken, vur patlasın çal oynasın vurdumduymazlığıyla çalar oynarken bazı insanlar, beyinler yıkanırken, çocuklarımıza dayatılan İngiliz diliyle ülkemiz tam bir sömürge olmaya doğru giderken, Arapçayla, dayatılan dinî konulu derslerle, bu derslere başı kapalı girilecek bahanesiyle ta ilkokullara türban sokulurken, bütün okullarımız İmam Hatip’e dönüştürülürken, eski yazı yeniden hortlatılırken… bizim aydın dediklerimiz, sanatçı dediklerimiz bu durumdalar ne yazık ki…
Bildiğiniz, tanıdığınız bütün sanatçıları, kitaplarını , yazılarını okuduğunuz gazetecileri, yazarları, çevrenizdeki aydınları, okumuşları, tebeşir tozu yutmuşları bir gözden geçiriverin bakalım, kaçının saçları kafasında güzel güzel duruyor?
Kaçının başı kel?
Kaçı alık, kaçı balık?