'Hangi meydandan devrim çıkar?'
Müflis Dış Politikanın Fotoğrafı
Barış DOSTER

Bu da istikrarsızlık ve çatışmaların en önemli nedenlerinin başında gelir. Ve
Türkiye de gelişmelerden payına düşeni fazlasıyla alır. Çünkü dış politikada
orta büyüklükte bir devlettir. Küresel ekonomide tedarikçi ülke olarak
nitelenir. Kaynak anlamında dışa bağımlıdır. Yüksek dış ticaret açığı ve cari
açık verir. Büyürken bile istihdam yaratmaz. O bağlamda 21. yüzyıla
jeopolitik ve jeostratejik önemi artarak girmiş bir ülke olmanın, dünya
üzerinde nüfus itibariyle 16., toprak bütünlüğü bakımından 32., ekonomik
büyüklük açısından 16. sırada olmanın fazla anlamı yoktur.
Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan 56 ülke arasında en ileri
düzeyde olmasını ise Atatürk’e ve Cumhuriyet’e borçludur.
Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) rüyası hüsranla noktalanmıştır. Kaldı
ki AB’nin içine düştüğü durum, birliğin eski gücünü ve cazibesini yitirdiğinin
de kanıtıdır. Artık Türk büyük sermayesi bile AB hedefini ağzına
almamaktadır.
Proje, kamuoyunda da eskisi kadar heyecan yaratmamaktadır. Yüzünü
Osmanlı’dan bu yana Avrupa’ya dönen, pek çok Avrupa kurumuna üye olan, pek
çoğuyla yakın işbirliği yapan Türkiye’de AB üyeliğini hararetle destekleyen
çevrelerin bile eski azmi kalmamıştır.
AB’nin Kıbrıs politikası,
bölücülüğe verdiği destek, ülkenin içişlerine karışması, her uluslararası
meselede Türkiye karşıtı tavır alması gibi bir dizi diğer unsur da, üyelik
hevesini soğutmuştur. 1995’te imzalanıp 1996 başında yürürlüğe giren Gümrük
Birliği nedeniyle ekonomik açıdan uğranılan kaybı da unutmamak gerekir. AB,
Türkiye’yi içine almadan Türk pazarını ele geçirmiştir.
AB ile ilişkilerde tek yanlı yükümlülük altına giren Türkiye, verdiği
onca ödüne, yaptığı onca ev ödevine karşın, üye yapılmayacağını anlamıştır.
Karar alma sürecinde olmadığı bir ittifakın aldığı kararları uygulamak zorunda
olması da sömürge düzenini andırmaktadır. Necmettin
Erbakan’ın “onlar ortak biz pazar” şeklindeki
sözlerini unutmamak gerekir. Değerli hocam Erol Manisalı’nın
süreci “bekleme odasında iğfal” şeklinde özetlemesi ise acı
gerçeğin en açık ifadesidir. Avrupa ile bütünleşmek uğruna Asya’yı,
doğuyu, Türk dünyasını boşlayan, doğuda güçlü olmadığı için Batı karşısında
pazarlık şansını da yitiren Türkiye, enerji konusunda ise Rusya’ya bağımlıdır.
Türkiye’nin izlediği Suriye politikası da duvara çarpmıştır. Kuzey
Irak’a askeri harekât yapmak için ABD’den izin alınması gerektiğini söyleyen,
yani aczini itiraf eden Erkânı Harbiye Umum Reisi’nin, terör örgütünün
arkasındaki asıl büyük gücün ABD olduğunu saklamaya çalışması, bu nedenle de
İran ve Suriye’nin terör örgütünü desteklediğini söylemesi, gülünçtür.
Tarih, siyaset, iktisat, strateji, jeopolitik bilmediğini gösterir.
Malatya’nın Kürecik ilçesine konan füze kalkanı radarı, önümüzdeki günlerde
gelecek olan patriot füzeleri, Türkiye’nin başına beladır. İsrail’i ve
ülkemizdeki ABD tesislerini korumayı amaçlayan, kumanda cihazları bizim elimizde
olmayan bu savaş aygıtları, İran’la aramızı daha da açacaktır. İran’ın
“Patriotlar dünya savaşı çıkarır” şeklindeki sözleri ciddidir.
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın, Türkiye ziyaretini son anda iptal etmesi
önemli bir uyarıdır. İran’ın Türkiye’yle denetimli gerginlik siyaseti izlemesi,
Türkiye’yi gözden çıkarmadan ilişkileri gerginleştirmesi, bizim için sıkıntı
yaratır. Çünkü Türkiye İran’ın batıya açılan penceresidir. İran’ın
enerji kaynakları, özellikle de petrolü açısından önemli bir pazardır. 21 milyar
doları aşan iki ülke ticaret hacminin yüzde 80’i enerjiye dayanmaktadır. Bu
nedenle ABD ambargosunun yanında son zamanlarda bir de AB kaynaklı yaptırımlara
maruz kalan İran’ın mali anlamda gücünün azalması, günlük petrol ihracatının
üçte iki oranında gerilemesi, halkının yoksullaşması, Türkiye’ye de
yansır.
Arap Baharı’ndan Devrim Çıkar mı?
İşbirlikçilik bizdeki muktedirlere has değildir. Tüm geri kalmış ülkelerde
görülür. Örneğin, Mısır’daki en etkili ve örgütlü siyasal grup Müslüman
Kardeşler örgütünün (İhvan) gelinen noktadaki görüntüsü de böyledir.
İhvan’ın, tüm İsrail karşıtı söylemlerine karşın, Arap dünyasında Baas’a
karşı mücadelede, dış politikada ise SSCB ve komünizme karşı mücadelede her
zaman ABD’nin en iyi müttefiklerinden biri olduğu bilinir. Mısır’da
siyasi yasaklı olduğu dönemlerde bile, Hüsnü Mübarek’in bilgisi ve onayıyla
toplumsal hayatı denetlemiş, sokakta, meydanda, halk içinde güçlü bir destek
bulmuştur. Ve iktidara gelmek isteyen her siyasal hareket gibi (ister devrimci
ister İslamcı olsun), ılımlı söylemlere başvurmuştur. Sisteme, özellikle
de emperyalizme yönelik sevimli mesajlar vermiş, sadakat yemini etmiştir.
Siyasal yasağının kalkması ve seçimler yoluyla iktidara gelmesi için ABD’yle de
uzlaşmıştır. Beyaz Saray’da ağırlanırken, İsrail politikası gibi en hassas
konularda güvence vermiştir. Karşılığını da adayını cumhurbaşkanı yaparak
almıştır.
O nedenle Arap Baharı’ndan demokrasi bekleyenlere şu soruyu sormak
gerekir: Mısır halkı, eskiden “şeytan” dediği ABD’nin dışişleri bakanı,
İsrail’in büyük dostu Bayan Clinton’u, Mısır’ı ziyareti sırasında meydanda
karşılamışsa, o meydandan devrim çıkmaz. Çünkü eğer devrim çıkacaksa, öncelikle
elinde milyonlarca masum, mazlum, mahzun, mağdur, muhtaç Müslüman’ın kanı olan
ABD’nin dışişleri bakanını sınır dışı edilmesi gerekir.
“Arap halkları devrime ne kadar yakındır, hazırdır?”
diye sormadan önce, biraz tarih okumak şarttır. Çünkü
İngiltere’nin 1640’da, Fransa’nın 1789’da yaşadığı devrimleri, yani Avrupa’daki
birinci kuşak burjuva devrimlerini bile henüz yaşamamıştır Araplar. Aydınlanma
Devrimi’nin değerleriyle, kazanımlarıyla, yurttaşlık kavramıyla, laiklikle,
sanayileşmeyle, kentleşmeyle, sınıf kimliğiyle tam olarak donanmamışlardır.
Bunları içselleştirmemişlerdir. Emperyalizm tarafından alabildiğine
sömürülmektedirler.
Tüm bunları Türkiye’nin de düşünmesi, “model ülke, küresel aktör,
oyun kurucu devlet, bölgesel güç, stratejik ortak, Ortadoğu’nun öncüsü ve
sözcüsü” gibi lafları daha dikkatli kullanması şarttır. Dış politikada
gevezeliğe yer yoktur.
İlk Kurşun