Beyninize Sahip Çıkın...
BEYİN KONTROLÜ
'Doç. Dr. Birol ERTAN '
Siyaset Bilimci '
Siyaset Bilimci '
Bir yazıyı okumadan önce ve bir fikri değerlendirmeden, klişeleştirmelerden
kaçınmanızı öneririm. Eğer klişeleştirmeler yoluyla
kendinizi farklı olandan ve yeni düşüncelerden uzak tutarsanız, dünyadaki ve
ülkenizdeki gelişmelerin ve olayların arka planlarını anlamada başarısız
olacağınız kesindir.
Şimdi gelelim, Beyin Kontrolü ya da onun alt dallarından
birisi olan Beyin Yıkama üzerine yazılanlara ve bu konudaki
iddialara.
Beyin Kontrolü üzerine özellikle istihbarat alanında yapılan
çalışmaların 1950’lerden önceye dayandığını biliyoruz. Almanya’da Hitler faşizmi
döneminde yapılan ve çoğu gizli kalmış araştırmalar ve bu araştırmaları yapan
bazı araştırmacıların, daha sonra ABD gibi başka ülkelerde bu çalışmalarına
devam ettiklerini biliyoruz.
Beyin Kontrolü ve Etik
Beyin kontrolü ve beyin yıkama üzerine yapılan bilimsel çalışmaların etik
açısından değerlendirilmesini bir başka çalışmaya bırakmak istiyorum. Bu
çalışmaların etik açıdan çok yanlış ve zararlı olduğuna inansak bile, bunları
ortadan kaldırmak olanaksızdır. Üstelik, bu çalışmalarda elde edilen bazı
bilgilerin beyin hastalıklarının tedavisinde ve insan beyninin anlaşılmasında
çok yararlı sonuçlar ürettiğini de unutulmamak gerekir.
Zamanında atom bombası üzerine de benzer tartışmalar yapılmıştı, ancak bu
tartışmalar, nükleer silahların yayılması ve çeşitlenmesini engelleyemedi. Bu
nedenle, baştan etik tartışması açarak bazı konuları kapalı kapılar ardına
bırakmanın ve gerçeklerin göz ardı edilerek bu konuda halkın aydınlatılmasının
engellenmesinin doğru olmadığına inanıyorum. Ayrıca, bu konudaki yasakçı
anlayışın, beyin kontrolü araştırmalarını kötüye kullananların işine
yarayacağına inanıyorum. Bu nedenle, beyin kontrolü gibi konularda yazılanların
etik nedenlerle tepki görmesinin ve sansürlenmeye çalışılmasının mantığını
anlamak güçtür.
Beyin Kontrolü Çalışmaları
Beyin kontrolü üzerine çalışmalar ile “frenoloji” ismi
verilen bilimin sapkın düşüncelere alet edilmesi uygulamalarını karıştırmamak
gerekir. Frenoloji isimli sapkın yaklaşım; Latince Fren ve Logos kavramlarından
türetilmiş olup insanların kafatası şekillerinden karakterlerini ve suça
eğilimli olup olmadıklarını belirlemeye dönük düşüncedir. Alman doktor Gall
tarafından geliştirilmiş olan bu sapkın yaklaşım, 19. yüzyılda çok sayıda
taraftar bulmuş ve insan kafatasları üzerinde çok sayıda araştırma yapılmasına
kaynaklık etmiştir. Bu araştırmalarda, suçluların beyinlerinin suç
işlemeyenlerden de farklı olduğunu kanıtlamak için genellikle azılı katil ve
tecavüzcü gibi kişilerin kafataslarında farklı bir nokta bulmaya çalışılmıştır.
Paul Broca gibi dönemin çok sayıda gerçek bilim adamı bile bu sapkın
düşüncelerden etkilenmiştir. Beyin kontrolü, frenoloji ile uzaktan yakından
ilgisi olmayan bir alandır.
Beyin kontrolü çalışmalarının amacı, insan beyninin bazı maddeler ya da
uygulamalar aracılığıyla kontrol edilip insan davranışlarının ve duygularının
değiştirilmesi, yönlendirilmesi ve kontrol altına alınmasıdır. Bu konudaki
çalışmaların çoğu gizli yürütülmekte ve özellikle istihbarat amacıyla kullanımı
için binlerce bilim adamının uzun yıllardır bu konularda çalışmalar yaptığı
bilinmektedir.
Beyin Yıkama Çalışmalarının Tarihi
Beyin yıkama çalışmalarının tarihini kesin olarak bilmek mümkün değildir.
Ancak, bilimsel açıdan ciddi sonuçlar doğuran çalışmaların 1970’ler sonrasında
yoğunlaştığı görülür. Bu konuda yayımlanmış önemli çalışmalardan birisi,
İspanyol psikoloji Profesörü Jose Manuel Rodriquez Delgado’nun “Physical Control
of the Mind: Toward a Psychocivilized Society” kitabıdır
(http://www.amazon.com/Physical-Control-Mind-Psychocivilized-Society/dp/0829005749).
Elektrik sinyaller ile beynin bazı bölgelerinin hangi işlevlere sahip olduğunu
ve bu elektrik sinyallerin hangi tepkiler doğurduğunu inceleyen Profesör
Delgado’nun bulguları, beyin kontrolü araştırmalarının hızlanmasına katkıda
bulunmuştur.
Beyin kontrolü üzerine çalışmalar, Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler
Birliği arasındaki silahlanma yarışı ortamında hızlanmıştır. Binlerce bilim
insanı ve uzmandan oluşan araştırma merkezleri kuran bu ülkelerin bu konuda ne
tür sonuçlar ürettiği ve bunların insan beyni ve toplumlar üzerinde silah olarak
ne şekilde kullanıldığı üzerinde elimizde fazla bilgi bulunmamaktadır. Ancak,
ABD’de beyin kontrol üzerine bazı çalışmaların (örneğin LSD deneyleri ve
MK-ULTRA Projesi gibi) kamuoyu gündemine getirildiği bilinmektedir. Ayrıca,
beyin kontrolüne tabi tutulduğunu söyleyen binlerce insan da gerek dünyanın
çeşitli ülkelerinde ve gerekse de Türkiye’de devlet kurumlarına ve insan hakları
derneklerine başvurmuşlardır. Bu başvuruların ne kadarının gerçeklerle ilgisi
olduğu, ne kadarının beyin rahatsızlıkları ve psikolojik sorunlardan
kaynaklandığını bilmek ise mümkün değildir. Beyin kontrolü üzerindeki bilgiler
ve araştırmalar gizli yapıldığı için bu konuda somut sonuçlara ulaşmak çoğu
zaman mümkün olamamaktadır.
Her alanda teknolojik gelişmelerin akıl almaz hızla geliştiği 21. yüzyılda
beyin kontrolü üzerine hangi araştırmaların yapıldığı ve yöntemlerin
geliştirildiğini anlamak çok heyecan verici olurdu. Ne yazık ki, istihbarat
alanında kullanılması nedeniyle bu konuda kesin bilgilere ulaşmak şimdilik
mümkün görünmüyor.
Beyin Kontrolü Yöntemleri
Profesör Delgado ile beyine çeşitli elektik sinyaller verilerek tepkilerin
ölçülmesi sonucu elde edilen bulgular, beyin kontrolü çalışmalarının ilk
aşamadaki başarılarıydı. Daha sonra geliştirilen uygulamalar, yöntemler ve
aletler yoluyla yalnızca bireylerin değil, kitlelerin kontrolü anlamında çok
önemli gelişmelerin yaşandığı tahmin edilebilir.
Beyin kontrolü çalışmalarında birçok yöntem ve madde kullanıldığını
biliyoruz. Bunlardan bildiğimiz bazıları; beyine yerleştirilen elektromanyetik
çipler, kimyasal ve uyuşturucu maddelerin kullanılması, zihnin normal
çalışmasını engelleyen gaz ve sıvıların kullanılması, iletişim araçlarında
kullanılan 25. kare benzeri uygulamalar ve yüksek frekanslı elektromanyetik ses
dalgalarının kullanımıdır. Bunlara, geçen zaman içinde bilmediğimiz maddeler ve
yöntemler eklenmiş olması da olasıdır.
Beyin kontrolü konusunda beyine çip yerleştirme konusunda çok önemli
gelişmeler yaşanmıştır. Bu çiplerin boyutlarının gözle görülemeyecek ölçüde
küçülmesi sonucu beynin kontrol edilmesinde ileri aşamalar elde edildiği ve
habersiz olarak birçok insana bu çiplerin takılabilmesinin yolunun açıldığı
görülmektedir. Başta ABD’de olmak üzere çok sayıda insan, beyinlerine çip
yerleştirildiği için şikayetlerde bulunmuş ve bazılarında özel görüntü cihazları
yoluyla çipler tespit edilerek bu çiplerin ameliyat ile alınması sağlanmıştır.
Bu konuda yapılacak bir internet araştırması bile bizlere önemli bilgiler
sunabilir.
Beyine çip yerleştirme uygulamasının, bugün tıp alanında da kullanılmaya
başlayan bir yöntem olduğunu hatırlatmak gerekir. Brown Üniversitesi Beyin
Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. John Donoghue, tıp ile mühendisliği
birleştiren çalışmalarını anlattığı İstanbul’daki bir toplantıda, felçli
hastaların beyin yüzeyine yerleştirilen mikroçip yardımıyla hareket yeteneği
kazanmasını hedefleyen ve “Braingate” adı verilen projenin pek çok hastanın
umudu olduğunu vurguladı. Donoghue, Braingate projesinin yüzlerce yıllık
çalışmanın ürünü olduğunu iddia etmiştir. Felçli hastaların düşünce gücüyle
hareket kabiliyetine sahip olmalarını amaçlayan “Braingate”, hastanın beynine
yerleştirilen çip sayesinde, beyin ile elektronik cihazlar arasında uyum
sağlanması esasına dayanıyor. Test aşamasında olan “Braingate” projesinde, 100
elektrottan oluşan bir mikroçipin beyin yüzeyine yerleştirildiği, bu sayede
düşünce gücünün kullanıldığı belirtildi. Çip yardımıyla kontrol edilebilen
elektronik cihazlarla da felçli hastaların hareket ihtiyaçlarının karşılanması
hedefleniyor
(http://www.engelliler.biz/forum/saglikla-ilgili-bilgi-haber/72957-felclilere-braingate-adi-verilen-proje-umut-oldu.html).
Bunun gibi bazı beyin hastalıklarının tedavisinde beyine çip yerleştirme
uygulamaları üzerine ciddi çalışmalar yapıldığının bilinmesinde yarar vardır.
Beyine çip yerleştirme uygulamalarına bir örnek, İngiliz Kraliyet ailesi
üyelerinin beyinlerine yerleştirilen ve söz konusu kişilerin kayıp olduklarında
bulunmalarını sağlamak amacını taşıdığı iddia edilen çiplerdir.
Beyin kontrolünde kullanılan kimyasal maddeler ve uyuşturucu maddelere örnek,
LSD deneyleridir. Bu deneylerdeki ilerideki çalışmalarda extacy benzeri plastik
uyuşturucuların keşfedildiği iddia edilmektedir. ABD’nin Vietnam işgalinde ve
yakın zamanda Irak işgali sırasında askerlerin ve deniz piyadeleri üzerinde
cesaret arttırıcı uyuşturucu maddeler kullandığı iddia edilmiştir. PKK gibi
terör örgütlerinde de operasyona gönderilen militanlara uyuşturucu haplar
verildiği belirlenmiştir. Bu konuda çok eski bir örnek, Alamut Kalesi
efsanesinin kahramanı olan Hasan Sabbah’ın intihar timlerinin afyon kullanılarak
beyinlerinin yıkanmasıdır. Beyin yıkanması amacıyla ilaç ve uyuşturucu kullanımı
konusunda bunlara benzer çok sayıda örnek vermek mümkündür.
Beyin yıkanmasında bilinen diğer bir yöntem, kitle iletişim araçlarında
kullanılan 25. kare benzeri uygulamalardır. Bu konuyu açarsak, makalenin boyutu
büyüyerek konunun dağılmasına neden olacağı için özet bilgi vermek istiyorum.
Kitle iletişim araçlarında görüntü ve ses dalgaları arasına gizlenen ve
bilinçaltına mesaj veren bir yöntem olarak 25. kare uygulamasını internetten
kolayca öğrenebilirsiniz. Bu konuda daha detaylı bilgi almak isteyenler,
http://www.25kare.net/bilincalti-gelen-mesaj-kutusu-gibi.html internet adresine
bakabilirler. Birçok ülkede, özellikle filmlerde, çizgi filmlerde ve reklamlarda
bu yöntemin kullanılması yasaklanmıştır.
Beyin kontrolü konusunda benim önemsediğim en önemli yöntem, elektromanyetik
ses dalgaları ve yüksek frekanslı ses dalgaları kullanarak kitlelerin düşünce ve
davranışlarının etkilenmesi, yönlendirilmesi ve değiştirilmesidir.
Yüksek Frekanslı Ses Dalgaları ile Beyin Kontrolü
Yüksek frekanslı ses dalgaları ya da kaynağını bilmediğimiz yöntemlerle çok
uzaktaki bölgelerde yaşayanların düşüncelerinin ve davranışlarının
etkilenebilmesine ilişkin çalışmalar, uzun dönemdir sürdürülmektedir. Bu
araştırmaların, istihbarat boyutu olduğu için çok gizli tutulduğu bilinmektedir.
Bu nedenle, bu konuda kesin bilgilere ulaşmak o kadar da kolay değildir.
N. Tesla’nın çalışmaları ve daha sonra HAARP teknolojisinin geliştirilmesi
ile yüksek frekanslı manyetik dalgalar ile insan zihninin etkilenebileceğine
ilişkin çalışmalar; başta ABD olmak üzere Kanada, Rusya, İngiltere ve İsrail
gibi ülkelerde sürdürülmektedir. Bu araştırmaların sürdürüldüğü yerlerin
adresleri bile kısa bir internet taraması ile bulabilirsiniz. Hatta, HAARP
teknolojisi ile yapay depremler yaratıldığına ilişkin iddialar da dikkate
değerdir ve bu konuda çok sayıda makale bulmanız mümkündür. Örneğin, bazı
yazılarda ve kitaplarda, Türkiye’deki İzmit ve Van depreminin yapay olduğu iddia
edilmiştir. Bu konuda bir görüş için bakınız ;
http://www.sonhaberler.gen.tr/van-depremi-yapay-olarak-mi-uretildi-makale,800.html.
Yüksek frekanslı elektromanyetik ses dalgaları ile kitlelerin düşünce, duygu
ve davranışlarının etkilenebildiği, değiştirilebildiği ve yönlendirilebildiğine
ilişkin iddialar, tüyler ürperticidir. ABD’nin Irak işgalinde bu tür ölümcül
olmayan silahlar kullandığı iddiaları, birçok kanaldan seslendirilmiştir.
Kitlelerin duygu, düşünce ve davranışları özel yöntemler ile
etkilenebiliyorsa, demokrasi ve halk iradesi de tehlikede demektir. Bu yöntemin
kullanılması durumunda seçimlerin de bir anlamı kalmayacak, bağımsız ülkeler
kolayca yönlendirilip örtülü olarak işgal edilebilecektir.
Elektromanyetik ses dalgaları ve yüksek frekanslar ile kitleler
yönlendirilebiliyorsa, bireylerin de bu konuda etki altına alınması söz konusu
olacaktır. Özellikle devlet başkanları ve devlet yöneticilerinin bu yolla
kontrol altına alınması, bir ülkenin işgalinden başka bir anlama gelmeyecektir.
Bazı kitaplarda, liderler üzerinde yüksek frekanslı ses dalgaları ile beyin
kontrolü yapıldığına ilişkin iddialar ortaya atılmıştır. Bu konulardaki
iddiaların doğruluğunu kesin olarak bilmek kadar, yanlış olduğuna inanmak da
zordur.
Son Sözler
1970’li yıllarda yoğunlaşan ve Soğuk Savaş ortamından destek alarak gelişen
Beyin Kontrolü çalışmalarının genellikle istihbarat alanında kullanıldığı
bilinmektedir. 21. yüzyılda bu konuda ne tür ilerlemeler kaydedildiği ve hangi
yöntemlerin kullanılmaya başladığını kesin olarak bilemiyoruz. Ancak,
1970’lerden beri kullanılan bu yöntemlerin daha da geliştiği ve çeşitlendiğini
söylemek mümkündür.
Beyin Kontrolü çalışmaları, eğer yanlış ellerin kullanımına geçerse, insan
haklarını ve demokrasiyi doğrudan tehdit edecektir. Bu nedenle de bu çalışmalar,
çok gizli olarak ve devletler tarafından yürütülmektedir.
İster inanın, isterse de inanmayın, beyin kontrolü çalışmalarında çok ileri
tekniklerin bulunduğunu ve bunların sınırlı da olsa uygulandığı reddedilemez.
Bunların ne kadar ve hangi alanlarda kullanıldığını denetleyen bir güç olmadığı
için Beyin Kontrolü çalışmaları, insanlığın geleceğini, insan haklarını ve
demokrasiyi tehdit etmeye devam edecektir.
Kendisine inanılması ya da inanılmaması, gerçeği değiştirmez. Gerçekler ise
biz sıradan insanların kolayca ulaşabileceği kadar basit değildir ve
olmayacaktır da.
Benim sizlere önerim, Beyninize Sahip Çıkın.
İlk Kurşun