AKP ile emekçileri bekleyen tehlikeler

Hükümet tüm saldırılara rağmen işçi sınıfının elinde kalan kısmi hakları da gasp etmeye hazırlanıyor...
.
AKP'nin ajandasındaki emekçileri bekleyen tehlikeler



Sınıf Tavrı, “AKP’nin ajandasında neler var?” sorusuna yanıt aradı. Sınıf Tavrı hazırladığı raporla emekçileri bekleyen güncel tehlikeleri ortaya koydu. 

AKP iktidarı, tek başına hükümet olarak geride bıraktığı on yıl boyunca işçi sınıfının kazanılmış haklarını önemli ölçüde gerileten icraatlara imza attı. Bu dönem, esnek çalışmanın, taşeronlaştırmanın, güvencesizliğin alabildiğine yaygınlaştığı, işsizliğin kronikleştiği, reel ücretlerin ekonomik büyüme oranının çok gerisinde kaldığı, gelir dağılımının daha da bozulduğu bir dönem olarak kayıtlara geçiyor.

Hükümet tüm saldırılara rağmen işçi sınıfının elinde kalan kısmi hakları da gasp etmeye hazırlanıyor. 

Sınıf Tavrı hazırladığı son raporunda, AKP’nin “hükümet programı” ve “Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi”nde büyük bölümünü ilan ettiği ve ajandasına aldığı bu uygulamaları gündeme taşıdı. 

Sınıf Tavrı, meselenin sadece sınıfın ekonomik hak kayıpları olmadığını, AKP’nin ajandasının hayata geçmesiyle işçi sınıfının tamamen örgütsüzleştirilmesi, aynı anlama gelmek üzere hak kayıplarına karşı dirençsiz bırakılmasının amaçlandığını vurguladı. Bu nedenle söz konusu ajandanın karşısında güçlü bir karşı çıkışın ve mücadelenin örgütlenmesinin zorunluluğuna işaret eden Sınıf Tavrı, başka bir alternatif yokmuşçasına gündeme getirilen bu politikaların doğru, vicdani, bilimsel, adil ve insani olmadığının altını çizdi.

Söz konusu saldırılara karşı emekçilerin dikkati çekmeyi ve kazanılmış hakları korumak için verilecek mücadeleye bir nebze de olsa katkı sağlamayı amaçlayan Sınıf Tavrı, raporda şu başlıkların altını çizdi:

Kıdem Tazminatı
Kıdem Tazminatı Türkiye’de 1937 yılından bu yana uygulanıyor. 12 Eylül’e kadar, 1950, 1952, 1967, 1971, 1975 yıllarında kimi değişikliklere tabi tutulmuş ve bu değişiklikler genelde kıdem tazminatı hakkının kapsam ve düzeyini geliştiren düzenlemeler yapıldı.


2003 yılında 1475 sayılı İş Kanunu önemli ölçüde değiştirilerek, yeni 4857 sayılı İş Kanunu yürürlüğe girmiştir. Yeni iş kanununda kıdem tazminatı için fon kavramı tanımlandı. Kıdem tazminatını belirleyen maddede “Kıdem Tazminatı için bir kıdem tazminatı fonu kurulur” ifadesi yer almış; ancak geçici bir madde ile fonun kuruluş ve işleyişini belirleyecek bir yasa düzenlenene kadar kıdem tazminatının eski şekliyle devam edeceği belirtilmişti.

Temel hedef ise, kıdem tazminatının büyük ölçüde tasfiye etmek. Çıkarılacak yeni yasa ile kurulacak bir fona devredilmesi öngörülüyor. Fon ile hem tazminat miktarı düşürülecek, hem yararlanma koşulları ağırlaştırılacak, hem de kıdem tazminatının ‘iş güvencesi’ anlamında üstlendiği rol ortadan kaldırılacak.

Hükümet tarafından hazırlanan son taslakta, işverenler kıdem tazminatı primlerini tercih edecekleri bir emeklilik şirketine yatıracak. Yani fon, özel şirketlerin bünyesindeki hesaplarda oluşturulacak.

Son taslakta prim oranının yüzde dört olacağı belirtildi. Daha öncesinde öngörülen oran yüzde üç idi. Bu orana göre, patronun her bir işçi için bir yılda yatıracağı toplam prim miktarı, işçinin aylık ücretinin yüzde 36’sına denk gelmektedir. Mevcut duruma göre işçinin yıllık kaybı üçte iki oranında olacak. Ayrıca primlerin, SGK’ ya esas aylık brüt kazanç üzerinden yatırılması öngörülüyor. Bu da hiçbir ayni yardımın (aile yardımı, erzak, yakacak, servis, yemek bedelleri gibi) kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmaması anlamına gelmekte.

Kiralık işçilik
Mevcut durumda doğrudan işçi kiralanması diye tanımlanabilecek bir uygulama yok. Ancak AKP döneminde yapılan kimi yasal düzenlemelerle bu uygulamaya yönelik bir alt yapı oluşturuldu. 


2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Kanunu’nda “geçici iş İlişkisi”ne yer verildi. Buna göre işçi, kendi rızası alınmak kaydıyla, çalışmakta olduğu şirketin bağlı bulunduğu holding bünyesinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde çalışmak üzere veya yapmakta olduğu işe benzer işlerde çalıştırılmak koşuluyla başka bir işverene geçici olarak devredilebiliyor.

Yine 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Kanunu ve 4904 sayılı Türkiye İş Kurumu Kanunu ile daha önce sadece devlet tarafından yürütülen “iş ve işçi bulmaya yönelik aracılık faaliyetinin özel girişimler tarafından yapılabilmesi mümkün hale getirilmişti. Bu şekilde “iş ve işçi bulmaya aracılık” için “özel istihdam büroları” kurulmasına imkân sağlanmış ve bu alan devlet denetiminden çıkartılmıştı.

Söz konusu bu uygulamayla AKP’nin temel hedefi, özel istihdam bürolarının (ÖİB) “işçi kiralama bürolarına” dönüştürülmesi olduğu ifade edilebilir. ÖİB’ler hukuken “işveren” olarak tanımlanacak ve farklı işverenlere kendi bünyesinden işçi kiralayabilecek. Özel istihdam bürolarının kârı ise, kiralanan işçiye verdiği ücret ile işçiyi kiraladığı şirketten o işçi için aldığı para arasındaki fark olacak. 

AKP, 2009 yılında Avrupa Parlamentosu’nun direktifle kiralık işçi uygulamasını yasallaştırmıştı. Ancak kamuoyundaki tartışmaların da etkisiyle Cumhurbaşkanı bu yasayı veto etmek zorunda kalmıştı. Daha sonra, TEKEL işçilerinin 78 günlük Ankara direnişi sürecinde tekrar gündeme gelen düzenlemeler, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda tasarılardan çıkartıldı. Son olarak Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) ile yeniden gündeme getirildi.

Kiralık işçilik konusu rafa kaldırılmış değil. UİS belgesinde ve bu belgeye paralel hazırlanan kanun değişiklikleri çalışmasında ÖİB’lerin işçi kiralayabilmesine yönelik olarak İş Kanunu’nda değişiklik yapmak yerine yeni bir kanun çıkarılacağı ifade ediliyor.

Taşeron çalıştırmada tam serbestlik
Yürürlükteki 4857 sayılı İş Kanunu’nun ikinci maddesi alt işveren (taşeron) uygulamasını düzenleniyor. Buna göre, bir işyerinde sadece asıl işten sayılmayan yardımcı işlerde taşeron işçi çalıştırılmasına izin veriliyor. 


Asıl işte taşeron çalıştırabilmek için ise yasa maddesinde yer alan “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” tarifindeki 3 koşulun birlikte var olması gerekiyor. Bu üç koşulun birlikte aranması, asıl işte taşeron çalıştırmayı önemli ölçüde sınırlıyor. Bu duruma aykırı olarak taşeron işçi çalıştıran işyerlerinde yapılan şikâyetlerde patronlar önemli ölçüde para cezaları ödemek zorunda kalıyor. Ancak hükümet, asıl işte taşeron çalıştırmaya getirilen sınırlamaların tamamen ortadan kaldırılmasını amaçlıyor. Öte yandan, patron örgütleri bu talebi yıllardır dile getirdiği biliniyor. Ayrıca Taşeron çalıştırmaya yönelik her türlü sınırlamanın kaldırılması OECD raporlarında da yer alıyor.

Esnek çalışmanın yaygınlaştırılması
İstihdamda ve çalışma sürelerinde esneklik, 2003 yılında kabul edilen 4857 sayılı İş Kanunu ile önemli ölçüde yasal mevzuata girdi. Buna göre, Önceden 45 saat olan ve haftanın günlerine eşit bölünmek zorunda olan haftalık çalışma süresi için bu zorunluluk ortadan kaldırıldı. Patronlara denkleştirme yapma imkânı sağlandı. Denkleştirme yapıldığı durumlarda işçilerin günlük 8 saatin üzerinde yaptığı her fazla çalışma, fazla mesai ücreti ödenmeden yaptırılabilir hale getirildi. 


Ayrıca telafi çalışması getirildi. İşin zorunlu nedenlerle önemli ölçüde aksaması durumunda fazla çalışma ücreti ödemeden işçilere iki ay içinde çalışmadıkları süre için telafi çalışması yaptırılabiliyor. Patronlara yeterince hareket serbestliği tanınmadığı gerekçesiyle esnek çalışmayı sınırlayan düzenlemeler kaldırılmak isteniyor. 

Bunların arasında çalışma sürelerinin denkleştirilmesi için 2 aylık sürenin 6 ay ya da 1 yıla kadar genişletilmesi, denkleştirme uygulaması için gereken “işçinin rızası” şartının kaldırılması, belirli süreli hizmet sözleşmelerinin (geçici işçilik diye de bilinir) uygulanabilirliğinin arttırılması ve birden fazla kez yapılabilmesinin önünün açılması, farklı atipik çalışma biçimlerinin yasallaşması gibi konular bulunuyor.

Bölgesel asgari ücret
Mevcut durumda ülke çapında tek bir asgari ücret belirleniyor. Ancak AKP’nin ajandasında asgari ücretin bölgesel düzeyde de belirlenmesi yer alıyor. Bu şekilde Asgari Ücret Tespit Komisyonu, ülke düzeyinde belirlenen asgari ücreti, belirlenen miktarın yüzde 20’si ile sınırlı olmak kaydıyla üzerinde ya da altında bölgesel düzeyde de belirlenebilecek.


Kamu yönetimi reformu
Kamu yönetiminde yeniden yapılanma 1980’li yıllardan bu yana hükümetlerin ve sermayenin gündeminde olan konular arasında. Merkezi yönetimin kimi yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesi olarak özetlenebilecek bu konuda 10980’lerden bu yana atılması muhtemel adımların altyapısı bir ölçüde sağlanmış oldu. 


Kamu yönetimi reformu ile hedeflenen Eğitim, sağlık başta olmak üzere birçok merkezi görev yerel yönetimlere devredilmek isteniyor. Birçok bakanlığın taşra teşkilatı kaldırılıp, personeli, mal varlığı ve görevleri “il özel idarelerine” devredilecek. Sermaye egemenliğinin ve aslında sömürünün yerellerde daha da yaygınlaşmasına neden olacak bu düzenlemeler ile sermayenin önünün açılması amaçlanıyor.

soL- Haber
➽ Paylaş: