İçimizdeki Hainleri tanıyormusunuz?
İÇİMİZDEKİ HAİNLER! (1)
Figen ÖZEN
21 Mayıs…Saat 14.30 suları… Telefonum 0532 …nolu bir telefondan arandı. Meşgul olduğum için kızıma açmasını söyledim. Şaşırmıştı.
Karşıdaki kişiye “Yanlış yeri aradınız. Annem bu ” Barış Süreci”ne
şiddetle karşı çıkıyor. Annemi veriyorum.” diyerek telefonu bana
uzattı..
-Nereden arıyorsunuz?
-Ankara’dan… Borsalar ve Odalar Birliği Akiller Başkanlığı’ndan… Sizi yarın
sabah Mardan Otel’de yapılacak “Kadın ve Gençlik” kahvaltısına
davet ediyoruz.
-Beni neden davet ediyorsunuz?
-Akiller sizi dinlemek istiyorlar..
-Beni neden dinlemek istesinler ki…
-Sizi de çağırmamı istediler. Katılacak mısınız?
-Telefonumu nereden buldunuz?
-????…
Katılmak?.. Biran durakladım. Hangisi benim için doğru olurdu? Onlarla aynı
masaya oturmak…Midemi bulandırıyordu. Ancak oraya gidip nefretimi yüzlerine
haykırmak istedim ve çağrıyı kabul ettim.
*****
Gece gözümü kırpmadım. İstediğim gibi konuşabilecek miydim? 21 Mayıs akşamı
iki kez daha arayıp, katılıp, katılmayacağımı teyit ettiler. 22 Mayıs’ta bir
genç dostumun aracıyla hayli uzak olan Mardan Otel’ine ulaştık. Onların temin
ettiği servis aracına binmeyi de ret etmiştim.
Sadece otelin giriş kapısında isim onayı alınarak içeri girdik. Güvenlik, üst
arama hiç biri yok… Toplantı Beylerbeyi Salonu’ndaymış. Tarif ettiler. Bulduk,
bulmasına da toplantının yapıldığı yedi yıldızlı otelin (artık beş yıldızlı
oteller Akiller Heyeti’ndeki hanımları, beyleri kesmiyor demek) insanı bunaltan
ve hatta boğan ihtişamı dikkat çekecek düzeydeydi. Salonun önünde bir masa
vardı. Kişinin adına yaka kartları yazılmıştı..Kendiminkini aldım. Görünen
katılımcı sayısı oldukça azdı. Katılımcılar ise bol, bol fotoğraf çekmekle
meşguldüler.
Neden fotoğraf çektiklerini anlamam mümkün değildi. Milletin çok büyük bölümü
açlık sınırında yaşarken bu sahte ihtişamı görüntülemek neyin nesiydi?
Toplantı bir türlü başlamıyordu. “AKİL”sizler de ortada
yoktu. Görevliye sordum bu gecikmenin sebebini.. Aldığım cevap oldukça ilginçti.
Katılımcı sayısı on beş olunca zat-ı muhteremler yukarıdan aşağıya ineceklermiş.
Tepkimi göstermek için fırsat arıyorum ya, hemen bu saydırmaya başladım.
Maksadım ne olursa olsun; asalında o otelde olmaktan da utanç duyuyordum. Ve
derken AKİLLER gözüktü. En önde Lale Mansur… Hemen arkasında Kadir İnanır ve
diğerleri… İnanır oldukça yüksek ve etraftan duyulacak bir ses tonu ile, şu
cümleyi söylüyor. “Bu otelde ben kalamayacaksam, hangi ORS ( Ben
şifreledim, o açıkça söylüyor) çocuğu kalacak?”
Vay, beyim vay.. Vatan millet ne umurunda?..Bu milletin sırtına basarak para,
mal sahibi olan zibidinin tek derdi, yedi yıldızlı bu otelde sefa sürmek…
Görevli beni de içeriye çağırıyor. Çok büyük bir salon… U şeklinde bir
kahvaltı sofrası hazırlanmış, masada kuş sütü eksik… Hanımlar büyük bir iştahla
kahvaltı ediyorlar. Hanımlardan iki sandalye uzakta u şeklindeki masanın bir
köşesine oturuyorum. Kadir İnanır, yerinden kalkıyor ve tüm hanımların ve
gençlerin ellerini sıkarak, güler yüzle
“Hoş geldiniz” diyor. Benim önüme gelince, bir iki saniye duraklıyor, elini uzatmadan, kaşlarını çatarak, bir lütuf ihsan edercesine “Siz de hoş geldiniz” diyor… Tavrına şaşırmakla birlikte sadece başımı eğmekle yetiniyorum.
“Hoş geldiniz” diyor. Benim önüme gelince, bir iki saniye duraklıyor, elini uzatmadan, kaşlarını çatarak, bir lütuf ihsan edercesine “Siz de hoş geldiniz” diyor… Tavrına şaşırmakla birlikte sadece başımı eğmekle yetiniyorum.
Garson “Çay mı, taze meyve suyu mu?” diye soruyor.
Cevaplıyorum. “Hiç biri…” Yüksek sesle, etrafımdakilerin de
duyabileceği bir şekilde; “Önümdeki servisi kaldırın. Çünkü bu masanın
üzerinde var olan her şeyde şehit ailelerinin, yetimin dulun ve en önemlisi Türk
milletinin hakkı var. Benim boğazımdan bu haram lokmalar geçmez”
diyorum.
Garson kıpkırmızı kesiliyor, iki iskemle ötemde oturan bir türbanlı kadının
çatalı tutan eli bir kaç saniye duraklıyor, sonra büyük hınçla çataldaki koca
jambonu ağzına atıyor ve çiğniyor.
“Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin.
Aksırıncaya, tıksırıncaya (GEBERİNCEYE) kadar yiyin.”
Aksırıncaya, tıksırıncaya (GEBERİNCEYE) kadar yiyin.”
Lale Mansur konuşmaya başlıyor. “Hoş geldiniz. Aslında biz buraya
size bir şeyler anlatmaya değil, sizi dinlemeye geldik. Elbette önceliğimiz
ülkemizde akan kanın durması, barış ve ileri demokrasidir. Ancak sizlere söz
vermeden önce arkadaşlarıma söz vermek istiyorum. Buyrun Kadir
Bey..
Kadir Bey buyuruyor…
-Biz analar göz yaşı dökmesin istiyoruz.Bu nedenle buradayız. Ama önce siz
konuşun. Biz sizin söyledikleriniz not alıp, gereken yerlere bildireceğiz.
Prof Dr. Şükrü Karatepe… Anayasa Hukuku Profesörü-Ege üniversitesi..
-Uzun zamandır yollardayız.Tek amacımız barış içinde bir Türkiye…Ben şehit
annesinin acısını hissetmeye ve dinledikçe kendimi düzeltmeye çalışıyorum.
Kendi, kendime acaba gerçekten hissetseydi bu masada oturabilir miydi diye
söyleniyorum.Konuşan Akiller söz birliği etmişçesine, timsah göz yaşları dökerek
barış ve Türk milletinin çektiği acıdan bahsediyorlar.
Sıra katılımcıların konuşmasına geliyor. Hâlâ beni oraya neden çağırdıklarını
düşünüyorum. Tesadüf bu ya, belki de masanın köşesinde tek başıma oturduğum
için, ilk olarak mikrofonu bana uzatıyorlar. Mikrofonu elime alır almaz Lale
Mansur, “Örgütünüzü de söyleyin” diyor. Söze başlıyorum.
-Örgütüm en büyük ve en güçlü örgüt olan Türk milletidir. Tarafım ise
DEVLETİN, ÜLKESİ VE MİLLETİ İLE BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜDÜR. ULUS DİLİM
TÜRKÇE’DİR.
Salonda buz gibi bir hava esiyor. Konuşmamın kesilmesinden korkuyorum.
-ABD Başkanı Franklin Rooswelt “Politikada hiç bir şey tesadüf
değildir. bir şey vuku buluyorsa bilin ki önceden planlanmıştır.”
demiştir.
1999 yılında bölücü terörist başı Öcalan (tam bu sırda Akillerin tarafından
bir ses yükseliyor.“Bölücübaşı” demeyin.) Doğru, haklısınız,
unuttum, af edersiniz eli kanlı katil Öcalan CIA ve MOSSAD tarafından Türkiye’ye
derdest edilip teslim edildiği zaman, “NEDEN” diye çok
düşünmüştüm. Ama şimdi, siz burada otururken bunun nedenini çok iyi anlıyorum.
Ve küçük kareleri büyük fotoğrafa yerleştirdiğim zaman, bir YAP-BOZ gibi
fotoğraf tamamlanıyor.
İKİZ YASALAR- Vakıflar Yasası- AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Birleşik
Belediyeler Yasası, Kalkınma Ajansları ve daha niceleri…
Bir de 2.Oslo görüşmeleri var. Habur rezaleti var. “Sizinle
savaşanlar şimdi içeride” “Kanunu sizin için değiştirdik. Hakan
Fidan…
Sonra Akiller’in tarafına dönerek Şükrü Karatepe’ye soruyorum. “Sn.
Karatepe; vatandaşın yaşam hakkı Anayasa’nın teminatı altındadır. Öyle değil
mi?” Karatepe zor duyulur bir sesle cevaplıyor. “Evet,
öyledir.” O zaman sivil, genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk ve hatta
bebek resmi kayıtlara göre 40.000 kişinin yaşam hakkını elinden alan
teröristlerin sınır dışına çıkmasına bu devlet nasıl izin veriyor?
Onlar sadece bu insanları öldürmekle yetinmemiş, devletin topraklarına göz
dikmiş ve Cumhuriyet rejimini yıkmaya yeltenmişlerdir. Öcalan açıkça itiraf
etmektedir.
“Bu bir isyandır ve ben de bu isyanın lideriyim.” Madem
devlet , vatan topraklarını bölmek için isyan eden bu teröristlerin silahlarıyla
birlikte ülkeyi terk etmelerine işledikleri büyük suçun cezasını çekmeden-ki bu
suç ihanet-i vataniyedir- izin veriyor, o zaman sahte belgelerle ve hukuksuzca
senelerdir Silivri zulüm hanesinde, Hasdal’da yatan kişilerin de salıverilmesi
gerekmez mi?
Bunun yanı sıra bölücü başının Nevruz’da okunan mektubu CIA uzmanları
tarafından kendisine dikte ettirilmiştir. Ayrıca bu süreç de CFR’nin isim babası
olan iktidar partisinin de politikası değildir. Küresel çeteler bu yol
haritasını çizmişlerdir. Üstelik PKK sadece çekilir gibi yaparak, üst kademesi
ile bölgedeki şehirlere yerleşmektedir. BDP Eşbaşkanı Demirtaş “Kürt ulusu
ulusal birliğine ve özgürlüğüne kavuşana kadar mücadelemiz devam edecektir.”
demiştir.
“Suçluyu övmek ve suçluya yataklık etmek” 5237 sayılı TCK 210-214-215/1-216
ve 217 maddeler gereği suçtur ve en az iki yıl hapis cezasını gerektirir. Ve
sizler bu suçu işlediğiniz için yargı önüne çıkabilirsiniz.
Beyler, hanımlar size bir teklifim var. Madem bu sürece bu kadar çok
güveniyorsunuz. Size bir önerim var. Böylesine şaşaalı bir yerde milletin
parasını har vurup, harman savuracağınıza gelin hep birlikte, yüreğiniz
yetiyorsa eğer Cumhuriyet Meydanı’na, Konyaaltı’na, Kepez’e, Aksu’ya, Sütçüler’e
gidelim. Millete anlatın bunları ve tepkilerini görün.
Size bir de mesaj getirdim. Şehit Uğur Bilgiç’in anası Fatma kadın ”
Benim ciğerimi 13 Temmuz 1995′te bölücü katiller Hakkari/ Çukurca’da söktüler,
ocağımı söndürdüler. Ben her gece oğlumun tabutuna örtülen, şehidimin kanı
bulaşmış al bayrağı koynuma alarak uyuyorum. Ne o katillere ne de onların
destekçilerine, ne bu dünyada ne öbür dünyada hakkımı asla helal
etmem.”
Sustum ve elimden mikrofonu bıraktım. Salonda esen buz gibi havanın ve bana
yönelen kin dolu bakışların farkındaydım. Çok yorulmuş ve susamıştım. Ama ALLAH
şahidimdir ki onların bir yudum sularını dahi içmedim. Her tarafım titriyordu.
Sanki yabancı devlet ajanlarının, işgalci düşman kuvvetlerinin arasındaydım.
Yanımda oturan Akdeniz Üniversitesi ADT’den genç bir arkadaşım,
“Sinirlenme Figen Hocam,” dedi.
Benden sonra diğer katılımcılar konuştu. Bir kaç dakika konuşanlar da vardı,
on beş-yirmi dakika da. İçimizdeki hainler iş başındaydı. Hele bir tanesi- bu
yazının devamında sizinle paylaşacağım- Türk milletini kurtlar sofrasına
yatırmaktan asla çekinmiyordu.
Elimde Isparta ve Antalya “Akiller Toplantıları”nın notları
var. Hem benim halen neden çağrıldığımı anlayamadığım toplantının devamını hem
de diğer notları size aktaracağım.
Ama şunu çok iyi biliyorum, bu millet, bu büyük millet hainlere asla geçit
vermeyecektir.
” Bu yazıyı size telefonuma kaydettiğim ses kaydından aktardım.”
İlk Kurşun