Tayyip Obama’dan ne aldı, ne alamadı?
Erdoğan Obama’dan ne aldı?
Mehmet
BORİ

Türkiye’nin yanlış seçimi
“Arap Baharı” ile esmeye başlayan rüzgârın, Libya’dan sonra sırada bekleyen
Suriye’ye geleceği belliydi. Küresel sistemin Suriye rejimini değiştirmek
istediği çok açıktı. Türkiye’nin karar vericileri ve bizim vitrinde gördüğümüz
“stratejik çukurluk uzmanı” Ahmet Davutoğlu, akıntıya karşı kürek çekmektense,
akıntı istikametinde ilerleyerek, varılacak noktaya daha önce varıp, Suriye’yi
Ankara’nın çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye karar verdiler.
Amaç; Esad rejimini biran önce devirip, ülkenin yaklaşık %75’ini oluşturan
Sünni Müslüman nüfusa dayanarak AKP Hükümetine benzer, Müslüman Kardeşler
kökenli bir yönetim inşa etmekti.
Şimdi kendinizi İsrail’in yerine koyun. Bir ailenin (Esad ailesi) hüküm
sürdüğü, Nusayri azınlığa dayanan, zayıf ve kırılgan bir Suriye’yi mi tercih
edersiniz? Yoksa Sünni kökenli Müslüman Kardeşlerin iktidarda olacağı, bir
önceki rejime göre daha istikrarlı, ama aynı zamanda çok daha radikal, Yahudi
düşmanı Sünni inanç temelinde bir Suriye mi?
İşte bizim karar vericiler burada hata
yaptılar
İsrailli dış politika uzmanı Oded Yinon, 1982 yılında kaleme aldığı
“1980’lerde İsrail için bir Strateji” (A Strategy for Israel in the Nineteen
Eighties) başlıklı çalışmasında, İsrail’in güvenliği için çevre ülkelerin etnik
ve mezhep temelinde parçalanmasını önermişti. Yinon, çalışmasında Suriye için
şunları söylüyordu:
“Suriye, bugünkü Lübnan gibi etnik ve mezhep
temelinde birkaç devlete parçalanacaktır. Bu durumda deniz kıyısında bir Alevi
devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Şam’da kuzey komşusuna düşman bir
başka Sünni devlet ve özellikle Hauran bölgesi ve Kuzey Ürdün ve belki de
Golan’a (İsrail kontrolündeki) da hâkim olacak bir Dürzi devleti ortaya
çıkacaktır.”[1]
Bu planla paralellik arzeden bir stratejiyi
bundan 23 yıl sonra dönemin ABD ulusal güvenlik danışmanı Condoleeza Rice, Washington Post’a yazdığı, “Ortadoğu’yu
Dönüştürmek” (Transforming The Middle East) başlıklı makalesiyle açıkladı. 2007
yılında yaşamaya başladığımız küresel ekonomik krizin emareleri görülmeye
başlamıştı. Kapitalizmin, üçüncü ve en büyük krizini aşmak için sistem dışı
ülkeleri kendisine bağlanması gerekiyordu. Rice göre; nüfusu 300 milyonu bulan
fakat 40 milyonluk İspanya kadar gelir üretemeyen 22 ülkenin yeniden
düzenlenmesi şarttı. Çünkü bu bölge “terör” üretiyordu. ABD ve müttefikleri,
Ortadoğu’ya daha çok demokrasi, özgürlük, tolerans ve refah getirmek için tüm
güçleriyle çalışmalıydılar.[2]
Bu bölgedeki ülkelerin çoğu sosyalist rejimi taklit etmeye çalışan,
devletçi yapının hâkim olduğu devletlerdi. Rejim değişikliği yapılmadan
kapitalist sisteme bağlanmaları imkânsızdı. Ayrıca ağır bir istikrarsızlık
yaşanmadan, kapitalizmin ülkeyi tam olarak teslim alması ve yeniden
yapılandırması mümkün değildi. Bu oyunda demokrasi arzu edilen sistemi dayatmak
için kullanılan bir paravandı. Yani bizim BOP olarak bildiğimiz bu proje bir
istikrarsızlaştırma projesiydi. Rejimler değişirken ülkelerde otomatikman
istikrarsızlaşacak, bazıları ise bunun bir sonucu olarak bölünecekti.
Bu kapsamda hem İsrail, hem de ABD Suriye’nin bölünmesine yönelik bir
strateji belirlemişti. Bu anlamda Türkiye’nin Suriye’nin bütünlüğünü korumasına
üstelik bir de Sünni bir rejim kurmasına kesinlikle izin vermezlerdi. Bizim
aklıevvel karar vericiler, Esad rejiminin devrilmek istendiğini zannetti,
Suriye’nin bölünmek istendiğinin farkına varamadı.
Türkiye’nin desteği olmadan bölgede emperyalist bir proje yürütmek mümkün
değildir
Türkiye’nin desteği olmadan da Suriye’yi istikrarsızlaştırmak mümkün
değildi. Saddam’a, Kuveyt’te kurulan tuzağın bir benzeri, Eşbaşkan ve Çukurluk
Uzmanına çoktan kurulmuştu. Zaten iktidara getirilmelerinin sebebi buydu.
Kurguya göre “Yeni Osmanlı” projesiyle; Suriye, Kuzey Irak, Türkiye’nin
himayesine verilecekti. Türkiye, bu gazla sınırlarını ardına kadar açarak
Suriyeli isyancıları var gücüyle destekledi. Türkiye’nin desteği olmasaydı,
Suriye’de başlayan isyan en geç 1 ay içinde tamamen bastırılabilirdi. Ankara’nın
hatalı politikası sayesinde isyan büyüyerek geldiğimiz noktada Suriye’yi
parçalanmanın eşiğine getirdi.
Beşar Esad’ı ülkesinin bir kısmından vazgeçmeye
zorluyorlar
Beşar Esad ve etrafındaki yönetici elit, Sadam, Kaddafi ve Mübarek’in
başına neler geldiğini çok iyi biliyorlar. Kendi başlarına da benzer bir şey
gelmemesi için Rusya, İran ve Çin’in desteği devam ederken, savaşı kaybetmeleri
durumunda kendilerini güvende hissedecekleri bir Nusayri devleti kurma yolunda
adım atmaya başladılar.
Fransız Le
Monde gazetesinde yayınlanan bir makaleye göre; Suriye Ordusu, Lübnanlı
Hizbullah askerlerinin de desteğiyle 20 Mayıs akşamı, Qoussair’a bir
saldırı düzenleyerek aylardır muhaliflerin elinde olan şehrin kontrolünü ele
geçirdi. Lübnan sınırına 10 km mesafede olan Qoussair, her iki kuvvet için de
kilit konuma sahip. Şehir, Şam’ın Akdeniz ile bağlantısını sağlayan güzergâh
üzerinde, ülkedeki verimli arazinin tam ortasında ve Esad rejimin kontrol etmek
zorunda olduğu kilit bir mevki. Qoussair aynı zamanda Lübnan’dan isyancılara
yardım maksadıyla gönderilen silah, cephane ve savaşçıların geçiş
noktası.[3]
İran tarafından yeniden düzenlenen, Rusya
tarafından silahlandırılan ve bazı Hizbullah savaşçıları tarafından desteklenen
Suriye ordusu, son iki aydır çok geniş çaplı bir operasyonu sürdürüyor. Bu
harekât, başkente bağlı bir eksen oluşturarak Beşar Esad’ın kontrolünde bir
Nusayri devleti kurma girişimine benziyor. Böyle bir strateji, isyancıların
ülkenin kuzeyini kontrol etmelerine imkân tanıyacak ve ülkenin defakto olarak
bölünmesiyle sonuçlanacaktır.[4]
Görüldüğü gibi her şey Oded Yinon’un 1982 yılında
yazdığı gibi ve Condollezza Rice’nin planladığı gibi gidiyor.
Erdoğan’ın Washington ziyareti
Erdoğan, Washington’a Suriye konusunda 2 önemli teklifle gitti:
1. Uçuşa
yasak bölge, 2. Güvenlik koridoru.
Bu tekliflerin kabul edilmesi, Esad’ın
devrilmesi ve Suriye’nin bütünlüğünü koruyacak, Sünni tabanlı yeni bir rejimin
kurulması anlamına geliyordu. Biz zamanlar 1 koyun 3 alın diyen ABD, bu sefer
bizim “muhteşem ikiliye” başka bir şey gösterdi!... Obama, her iki teklifi de
reddetti; üstelik bir de "açık kapı politikasıyla" Suriyeli sığınmacılara
yardımların devam ettirileceği garantisini aldı.
Suriye ordusunun 2 aydır devam eden operasyonu, Esad’ın Akdeniz kıyısına
paralel, Kuzey’den Güney’e Halep, Hama, Humus ve Şam ekseninde mümkün olan en
fazla toprağı kontrol altına almaya çalıştığını gösteriyor. Zaten ülkenin geri
kalanı büyük oranda çöl. Bu operasyonlar devam ederken, ABD, Rusya’nın önerdiği
Haziran ayında yapılması planlanan Cenevre-2 Görüşmelerine olumlu yanıt vererek,
bir bakıma Esad’ın operasyonlarına göz yumuyor. Anlaşılan o ki; bir taraftan ABD
ve Türkiye muhaliflere sınırlı desteğe devam ederken, diğer taraftan Esad’ın
operasyonlarının da devam etmesi sağlanıyor. Senaryo bu şekilde devam ederse
Türkiye’ye gelen sığınmacıların sayısı yılsonuna kadar milyonu geçer.
Zannedersem ABD’nin planladığı da bu.
Türkiye’nin sığınmacılara harcadığı para şimdiden 1 milyar Doları geçti.
Sığınmacıların Türkiye üzerinde yarattığı ekonomik ve sosyal yük arttıkça,
Ankara her türlü dayatmaya boyun eğmek zorunda kalacaktır. En önemlisi, Suriye
Sünni–Alevi ekseninde bölündüğünde sığınmacılar Türkiye ve diğer ülkelerde
benzer sorunların yaşanmasının tetikçileri olarak vazife görecekler. İlk
örneğini Reyhanlı’da yaşadık.
Sonuç
Eğer Suriye, Alevi-Sünni ekseninde bölünürse, kesinlikle gelecekte bu sorun
Türkiye’ye yansıyacaktır. Etnik Kürtçülükle uğraşan Türkiye, bir de
mezhepçilikle boğuşmaya başlarsa bütünlüğünü koruyamaz. Yukarıda açıkladığımız
sebeplerden ötürü Suriye’nin bütünlüğünü sağlayacak Sünni bir rejim kurmak
mümkün değildir. Azalmış da olsa, Esad’ın Suriye’nin bütünlüğünü koruma ihtimali
halen vardır. Bu çerçevede Suriye muhalefetine sağlanan destek derhal kesilmeli,
Esad ile ilişkiler düzeltilmeye çalışılmalıdır.
Türkiye’nin sığınmacılara yönelik izlediği açık kapı politikası yanlıştır;
Suriye’nin bölünmesini kolaylaştırırken, ülkemize istikrarsızlık ithal
edilmesine zemin hazırlamaktadır. Bu politika Suriyeli sığınmacıların yararına
da değildir. Suriye sınırı denetim altına alınmalı, daha fazla sığınmacının
gelmesi engellenmeli ve daha önceden gelmiş olanlar ülkelerine dönmeye teşvik
edilmelidir.
Yeni Osmanlı projesinin bir hayal olduğu görülmüştür. Türkiye’nin,
Suriye’yi askeri veya politik yollardan şekillendirecek gücünün olmadığının
anlaşılması, bu hayali politikadan vazgeçmeyi zorunlu kılmaktadır. Aynı şekilde
Türkiye’nin Kürtleri himayesine alarak Kuzey Irak petrollerine sahip olması da
bir hayaldir. Küresel sistem buna müsaade etmez. Yeni Osmanlı hayali uğruna
ulusal kimlikten vazgeçmeyi gerektiren politikalar derhal terk edilmelidir. Aksi
takdirde Türkiye’nin bölgedeki ülkeler gibi çözülmesine zemin hazırlanmış
olacaktır.
[1] A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties, Oded Yinon, Published by the Association of Arab-American University Graduates, Inc. Belmont, Massachusetts, 1982 Special Document No. 1, http://www.informationclearinghouse.info/
[2] Transforming The Middle East, Dr. Condoleeza Rice, National Securıty Advisor, U.S. White House, The Washington Post, August 7, 2003
[3] Syrie: le Hezbollah engagé auprès de l'armée à Qoussair, http://www.lemonde.fr/proche-orient/article/2013/05/20/
[4] Syrie: le Hezbollah engagé auprès de l'armée à Qoussair, http://www.lemonde.fr/proche-orient/article/2013/05/20/